/

Bu Vandalizm nereden besleniyor?

okuma süresi: 5 dk.

Kürt coğrafyasında tarihî/kültürel miras yok ediliyor!

Daha başta söyleyelim; tarihî eserlere gerçek anlamıyla maalesef yeteri kadar ilgi göstermiyor, onları koruyamıyoruz. Ülkenin tamamına dair geçerli olan bu olumsuz tablo, Kürt coğrafyası söz konusu olduğunda çok daha ağır ve daha da kötü: Keldanilere, Süryanilere, Ermenilere, Yahudilere, Araplara, Türklere, Kürtlere ait tarihî eserler ya bilinçsizlikten tahrip ediliyor ya da sahipsizlikten yok oluyor. Hemen ilk bakışta göze çarpan ve birkaç cümleyle özetlenebilecek bu yalın ve acı gerçeği yaratan nedenleri şöyle sıralayabiliriz:

Doğal aşınma

Tarihî yapılar, kaya kabartmaları, mağaralar binlerce yıldır yağmur, dolu, kar, sıcak, soğuk, rüzgâr, fırtına vb. gibi fiziki doğa koşullarının etkisi altındadır. Bu durum, doğal olarak tarihî yapıların kendisinin ve üzerlerindeki kabartmaların, desenlerin, yazıların aşınmasına neden olmaktadır. Zamanında bakım ve onarım çalışmalarının yapılmaması, koruyucu önlemlerin alınmaması doğal olarak tarihî eserlerin deformasyonunu ve giderek yok oluşunu hızlandırmaktadır.

Kaçak kazı ve define aramaları

Yeraltında yattığı hayal edilen hazinelere sahip olma hırsı ve arama tutkusu sonucu, tarihin çeşitli evrelerinde hüküm süren medeniyet ve kavimlerden kalan mekânlar, kazılarla harabeye dönüştürülüyor. Bütün insanlığa bırakılmış tarihî ve kültürel mirası zalimce talan eden defineciler, tarihî yapıların, harabelerin, mezarların, kilise ve cami kalıntılarının altını üstüne getiriyorlar. Sadece tarihî eserlere zarar vermekle kalmıyor, bilgiyi, tarihi ve geçmişi de yağmalayıp tahrip etmiş oluyorlar.

Defineciler söylentilere, rivayetlere, yalan pazarlama mihraklarına inanarak ve hatta “altınların gömülü olduğu” yerleri bulmak için üfürüğü kuvvetli hocalara bile başvuruyorlar. Muska yardımı ve ebced hesabıyla tılsımları çözüp(!) define yerini belirlemeye çalışanlar var. Gece karanlığında omuzlarında kazma, ellerinde kürek –parası olanlarda ilaveten dedektör–, şebeke hâlinde izinsiz/kaçak kazılara koşuyorlar. Altın, para vb. değerli nesneler bulup bir anda köşeyi dönmenin hayaliyle gündüzleri uyur, geceleri de şafak sökünceye kadar kazıp dururlar. Oysa hangi alanlarda arama ve kazı yapılacağı, kazıların nasıl gerçekleştirileceği, hangi resmî görevliler eşliğinde yapılması gerektiği mevzuatta bir bir belirlenmiş ve bunlar hükme bağlanmıştır. Ama kim takar mevzuatı, kanunu, yönetmeliği!

Eski şehir harabeleri, ören yerleri, tarihî mezar ve mezarlıklar, kaya ve mağara oyukları ve daha birçok yer define avcılarının/altın arayıcılarının yasadışı, bilinçsiz ve akılsız kazılarına hedef oldu ve olmaktadır. Cumhuriyet tarihinin yarısından fazlası sıkıyönetim ve “olağanüstü hal”lerle geçen bu coğrafyada define avcılarının bu kadar pervasız hareket etmesi insanı düşündürüyor doğrusu…

Köylülerin sahip çıkmaması

Köylülerin tarihî yapıları, mağaraları samanlık ya da hayvan barınağı olarak kullanmaları; tarihî yapılara ait taşları söküp ev/bina yapımında kullanmaları tarihî mirasın tahribinde çok önemli bir başka nedendir. Tarihî kalıntıların insanlığın birer bilgi hazinesi ve kültürel değeri olduğunu; bu yapıların, bu eserlerin kendileri için, gelecek nesiller için, hem köyleri ve hem de ülke için bir zenginlik olduğunu düşünemiyorlar, kıymetini bilmiyorlar. Bu durum, insanlarımızın henüz yeteri kadar tarih bilincine sahip olmadıklarını gösteriyor.

Ötekine ait olanı tarihten silmek!

Dicle-Fırat arası, daha doğrusu Mezopotamya, kültürlerin, inançların var olma, yayılma ve yok olma merkezidir de. Tarihî süreç içerisinde burada yaşayan yüzlerce etnik ve dinsel inanç sahibi her türden kültürel tarihî eser bıraktı geriye. Ama savaşlar, çatışmalar, bir diğerine tahammülsüzlük sonucu “yer üstündekilerin” çoğu yok oldu. “Gâvurun malı” için her şey mübahtır anlayışıyla tarihî eserlerin tahrip ve yok edilişinin önü hep açık oldu.

Bu koşullarda bilgi, belge ve tarihî yapılar nasıl korunsun, nasıl güvende olsun ki!

639 yılında İslâm orduları Mardin’i, Urfa’yı, Diyarbakır’ı, daha doğrusu yaşadığımız coğrafyayı ele geçirdiğinde, fetih esnasında ve sonrasında eski inanışlara, eski kültürlere ait bilimlerle ilgili ne kadar yapı, kitap, kitâbe, belge ve yazılı çizili, resimli nesne varsa çoğu talan edildi, yakıldı, yıkıldı, imha edildi. Buna gösterilecek en önemli kanıt İbn Haldun’un Mukaddime adlı ünlü eseridir. İbn Haldun; “Elimize geçmeyen ilmî eserler, elimize geçenlerden daha çoktur. Halife Ömer (onu Tanrı yargılasın), Fars feth olunduğunda eski Farslardan kalma eserleri yok etmeyi emretmiş olduğu için, Farsların ilimleri ve eserleri yok oldu gitti. Keldanîlerin, Süryanîlerin ve Babil ahalisinin ilimleri, kendi çağlarında bilginlerin meydana koydukları eserler ve bunların neticeleri nerede?” diye haklı olarak soruyor. Bilgi ve belgelerin nasıl yok edildiğine dair tarihe önemli bir not düşüyor İbn Haldun (Mukaddime-I, çev. Zakir Kadrî Ugan, MEB Yayınları, İstanbul 1989, s. 91-92).

Tarihi sürekliliği yok sayıp kendisinden başlatmak isteyen bu ilkel despotik yaklaşım bugün de sürüyor. Başkalarını tarihten silme vandalizmi asıl despotik yönetimlerin yol açmasıyla özgüven bulup giderek yayılıp toplumsallaşıyor. Tarihî eserlere şaşı bakılmasının, çoğu zaman görülmemesinin temel nedeni de bu olmalıdır.

Tarih bilinci yoksunluğu

Doğa koşulları, savaşlar, yıkımlar, bilinçsiz define arayıcılığı, öncekine ait olan tüm değerleri tarihten silme hırsı ve ilkelliği; sahipsizlik, bilgisizlik, cahillik ve tarih bilincinden yoksun oluş bölgemizdeki tarihî kültürel varlıkların birçoğunun yok edilmesini getirdi. Var olanlar ise ne yazık ki gerektiği gibi korunmuyor. Bölgemizin uygarlık tarihindeki yerini hakkıyla kavrayamıyoruz: Yakın Doğu’da en eski tapınağı yapanlar Göbeklitepeliler/Girnavikliler (Urfa), ilk yerleşik hayata geçenler ise Çayönü/Qotê Ber Çem (Ergani), Newala Çori/Ölüm Vadisi (Hilvan), Hallan Çemi/Çemê Xalan (Batman) gibi yerleşim yerlerinde yaşayanlardır. Böylesi bir tarihsel misyonun bugünkü taşıyıcılarına yaraşır bir sorumlulukla hareket edilmiyor maalesef. Oysa yaşadığımız coğrafyanın tarihî zenginliğinin ve özgünlüğünün kıymetini bilmek gerekiyor. Bu tarihin, “meleklerin küllerinden yaratılmış” yasaklı bir halkın mirası olduğunu bilelim. Tarih, tarihini bilmeyenleri kayıtlarından siliyor; bu keskin gerçeği de unutmayalım!

(dilop dergisi, sayfa 62-64)

dilop – kovara du mehî – çand hüner polîtîka

Sal: 6, Hejmar: 31, Sermawez-Berfanbar (Kasım-Aralık) 2023

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.