(15 Ocak 2010 cuma gecesi 20.5’ten 23.10’a kadar nasıl geçti? Bilenler lütfen parmak kaldırsın.)
Değerli grupdaşlarım hepinize en içten sevgi ve selamlarımla başlıyorum. Evet kıymetli hemşerimiz, sıkı ve hakiki dostumuz, eşi bulunmaz ud ve ses sanatçımız Udi Yervant Bostancı’nın anlattıklarının tümü doğru. Fazlası var, eksiği yok. Fazlası fantastik öğeler taşıdığı, sanatçının sanatsal aklında/ dünyasında yarattığı «görüntüler» olduğu için ve onları bizlerle paylaştığı için şapka çıkarılmalı. O gün, bir pazar gününün yalnızlığında metro çıkışları epey sakin olur. Hele bir de çıktığınız mekanda, bu oranın en işlek caddesiyse (hafta içinde elbette), in cin top oynuyorsa boşuna hakem aramayın. Ama aniden Yervant ve Anjel Dikme kaldırımda karşınıza çıkabilir. O zaman tamam dersiniz adres doğru. Elbette anlatılacakların çoğunu Yervant en güzel biçimde anlattı. 3 Ocak 2010’da geçirdiğim öğleden sonranın nasıl birdenbire akşam ve sonra gece yarısı olduğunu anlayamadık. Ve her şey dün gece geç vakitte o anı ölümsüzleştirmek umuduyla çektiğim fotoları bilgisayara yükleyip, arayıp-tarayıp-düzenleyip geç saatte Yervant’a ve Anjel’e göndermemle yeniden başladı. Nitekim gördünüz Yervant o şık ve o fiyakalı iletisini 00.48’de postalamış. Oysa fotoları günün kahramanlarına gönderdikten sonra benim artık adım atacak halim bile kalmamıştı ve sadece uyuyabilirdim. Öyle de yaptım. Ama zaman Yervant-istan’da daha çooookkkk erken olduğu için kazanılan zamanı Yervant gole çevirdi. Maçı biz kazandık evet. Bu da iyi oldu. Evet o gün fotolar çektik. Birkaçını sizlerle paylaşıyorum. Ancak bunların kaçını kullanacağına moderatör arkadaş karar verecek. İltimas tünne. Eşitlik ve özgürlük he. Yervant’ın yazdıklarına eklemek istediğim iki belki üç nokta var.
Anjel Dikme’nin Nor Radyo’da her cuma gecesi Fransa saatiyle 22-24 arasında yaptığı ve epey tiryakisi bulunan «Namag» programı Yervant’ın Paris’i onurlandırması ve bizi sevindirmesi vesilesiyle istisnai olarak o gece saat 18.30-21.00 arasında yapıldı. Anjel’e kalsaydı bizi açlıktan öldürecek ve programı 24’e kadar uzatacaktı. Ama solgun benizlerimiz onu bile insafa getirdi. Yoksa keten helvalarımız yanıyordu ve biz oradan sedyeyle filan çıkıyorduk. Programı izleyenler arasında Ergün Eşsizoğlu ve İzmir’den Diyarbekir Grubu’nun(*) artık tanınan değerli arkadaşlarımız da vardı. Sağolsunlar kurdukları aralıksız iletişim sayesinde sohbetimize tuz ve biber eklediler ve tadını epey artırdılar. Hepsine bin bir teşekkür. Program sırasında Kiev’den arayanlar oldu. İsveç’ten, Belçika’dan ve elbette «Sırrını surlarına fısıldayan şehir»den de. Diyarbakır Spor’un efsane takımından, Ergani’den ilk gençlik arkadaşlarım ve futboldaşlarım «Lastik» Ali ve Eyüb Salık’ın efsane takımda oynamasından da söz ettik. Bir dostumuz o takımın fotosunu pat diye gönderiverdi. Böylece Eyüb, Bagurlu Dev Adam, ve arkadaşlarıyla yolculuğumuz biraz daha sürdü. Bu iş daha da uzardı… ama doksanıncı dakikada bitiş düdüğünü öttüren hakem maçı bitirdi… Yazık olMAdı.
Yemek faslına erkenden başlamıştık, program bitişinde işin daha ciddi aşamalarının tamamlanmasıyla sürdürdük. Birkaç şişenin ifadesi alındı, sorulara yanıt ver(e)meyenlere ses çıkarılmadı.
Yervant’ı duyan akrabaları ziyaretine geldiler. Sohbet hiç tahmin etmediğimiz ama o güzel insanların, Yervantlık bir laf kullanacak olursam ta çiğerlerinden gelen bir şekilde sürdü. Anjel’in annesi, ki Yervant’ın halası olur, geldi örneğin ve bilhassa bana öyle bir enerji verdi ki kaç gündür o enerjiyle götürüyorum. Anjel’in kardesi Suren’i de burada anmalıyım, bilenlerin aktardığına göre «babasının aynısının tıpkısı», oturuşu kalkışı, şarap şişelerini «kırması», onun içmesine içmek değil şişe kırmak denilmesi gerektiğine Fransa Danıştay’ı genel kurulu karar verdiği için başka terim kullanmak ayıp olacak… İyi ki «yürütmeyi durdurmak» kararı vermedi. Yanardık çıra gibi. Acıyanımız olmazdı bile. Daha pek çok eş, dost, akraba geldi. Hiç kimse eli boş gelmedi…
İyi güzel de o oturumda yediğimiz içtiğimiz bizim olsun diyelim. Peki neler konuştuk? Bence Nor Radyo o programı mutlaka bidaha yayına sokmalı. Yervant’ın sazsız çalgısız söylediklerini dinlemek için en önce… Program sonrasında, sofrada birçok yakınımızın, dostumuzun kulaklarını çınlattık. Büyüklerimiz en başta. Kasaba ve kentlerimiz ve geçmişiz de en başta. Ali Güzel, Ergün Eşsizoğlu, Müslüm Üzülmez, Şeyhmus Diken, Zakar Dikme, Adil Okay, Horen Keşişyan, kardeşlerimiz tek tek anıldılar, hepsinin en iyi yönlerini anlattık. Sanki onlar da bizimleydiler Müslüm için birer tek rakımızı da attık, sözleştiğimiz gibi… Sonra andıklarımız da oldu: Nâzım Hikmet, Abidin Dino, Yılmaz Güney (laf aramızda Yervant’ın en «tuttuğu» Yılmaz Güney), Remzi… Unuttuklarım varsa bağışlasınlar.
Karşılıklı hediyeler verildi, alındı. Yervant üç cd’sini bana ve buradaki değerli dostlarımıza armağan etti. Yervant’cığım iki gözüm hediyeler adreslerine ulaştı. Remzi birkaç gün sonra yeniden karşılaştığımızda «Çok sevdim lo» dedi, «Kendimi tutmasaydım az daha ağlayacaktım, Yervant’ın sazı ve sözü çok güçlü» dedi… İkinci Şiirler isimli kitabımdan şaka yollu birkaç şiir bile okudum. Bu işe Suren hiç yüz vermedi. Ama biz çok güldük. Şiirden çok bilmeceye benzeyen bu şakaların kiminin yazarından başkasınca anlaşılmadığı da Paris sarı defterlerine kaydolundu… Bu şiir kitaplarının sadece ve sadece yeni yıl kartı olarak basıldıklarını ve asla piyasaya sunulmadıklarını birkaç kez üsteleyelerek «dayak yemekten kurtuldum. Oh bee dünya varmış! Ama Hannover’deki bir tramvay yolculuğu sonunda ve hemen son durakta yazdığım dört satırdan oluşan şu «şiirin» niye anlaşılamadığını da bitürlü çıkarsayamadım doğrusunu isterseniz:
yalnız kalpler/ kahvesi/ kırmızı evin/dibinde
veya şunun:
karacadağ’da pirinçte ve baldırıçıplakta/ çukurova’da pamukta/ve tütünde cibali’de/ ahmed arif’e güzel-leme(k)
Paçamı kurtarmak ve şiirden sınıfımı geçebilmek için aradığım ama o heyecan içinde bulamadığım şu şiirimi de yazıp bu faslı kapamak istiyorum:
eminim
vaktimiz olacak
geleceği(mizi)
kurtarmaya
o kavunları (olmuş)
yardığımız
sabah
zamanlarında
ergani’de
Peki kardeşlerim söyler misiniz lütfen bizim çiğ köftemiz nerede?
Diye soramadım. Çok güzel şeyler ikram edildi, yapanların ellerine sağlık. Ama bidahaki sefere çiğ köftelik kıyma, bulgur (veya Süleyman Okay’ın şirin dili «Entekece» burgul) ve şunu bunu bizzat götüreceğim. Bu tür sohbet çiğ köfteli mutlaka daha tadında olacak. Bu kesin. Mesele şimdi Yervant’ın kaç zamana kadar Paris’e döneceğinde. Saat tuttuk. Bekliyoruz. Sizleri de bekleriz. Bunu saymıyoruz. Bi dahaki sefere daha cümbür cemaat bişey yapalım. Tamam mı? Baki selam şaki Paris’ten.
16 Ocak 2010
M. Ş. Güzel
(*) Dönemin Diyarbekir Yahoo Grubu.