Kamil Sümbül’e Gönderdiğim bir yazı
Dayımoğlu selam.
“Şarap ve Edebiyat”(*) başlıklı yazımı beğenmene sevindim. Duygulanmana gelince, yazın beni de duygulandırdı. Yaşlanmadan mı, ayrılığın getirmiş olduğu özlemden mi, yoksa hassas oluşumuzdan mı bilemiyorum, zaman zaman beni de bazı şeyler çok duygulandırıyor. Örneğin; dün Güngören’de bizim evin yakınında Antep yöresinden getirilmiş sert kırmızı üzüm (Avderi mi deniliyordu?) satılıyordu. Üzümü görür görmez Faho Dedem aklıma geldi: Çermik’te bağda üzüm toplayışı, toplanan üzümlerin kurutuluşu, eşekle Ergani’ye kuru üzümleri getirip satışı… Bunların hepsi film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Hiç üzüm alacağım yokken, 2 kilo üzüm aldım. Eve geldiğimde Sevgi’ye; “Bu üzümü görünce Faho Dedem aklıma geldi, ve üzümü aldım” dedim. O da, “Kırmızı üzümü görünce benimde aklıma Ergani’deki bağlar geldi,” dedi.
Neyse…
Yazında, içinden benimle şarap içmek geldiğini yazıyorsun. Sen, en iyisi bu akşam bir Avustralya şarabı aç; hem benim yerime, hem Diyarbakır Cezaevi’nde birlikte yattığımız nitelikli dostların yerine ve de kendin için iç. Ama İstanbul’a geldiğinde iyisinden bir tane Avustralya şarabı isterim: Getir, birlikte içelim; eskileri yâd edelim; gönlümüzün pasını silelim, güzel günler ve hakiki dostlukların şerefine kafaları bulalım.
Ramazan ayında şarapla ilgili bu yazıyı yazmam tesadüfî değil, biraz bilinçli yazdım. Yaşam buralarda aynılaştı. Yaşamın farklı renklerden, farklı zevklerden oluştuğunu, müşterek olduğunu; farkı fark ettirmek için yazdım diyebilirim.
Türkiye’de, sanki din yeniden keşif edildi; büyük bir çoğunluk dinsel dalganın etkisi altında bir yerlere savruluyor. Geçen gün, Ramazan’ın ilk Cuma günü Cuma namazı kılınırken İstanbul’un cadde ve sokakları bomboştu. Tek tük yaya ve aracın dışında in cin top oynuyordu. 20 yıldır İstanbul’dayım, böyle bir şey görmemiştim. Kanımca İslâm kendini tüketene kadar bu yükseliş devam edecek!
Aşağıda sevdiğin, Diyarbakır cehenneminde seni sarıp sarmalayan, moral kaynağı olan Kul Nesimi’nin dörtlüklerini (Bende, bilgisayarda kayıtlı olanı) gönderiyorum. Biliyorum; bu dizeleri okuyunca yine eskilere gideceksin. Olsun! İnsan geçmişiyle vardır. Geçmişimiz hoş olmasa da bizim geçmişimiz ve de onurumuz.
Ben yitirdim ben ararım
Yâr benimdir kime ne
Gâh giderim öz bağıma
Gül dererim kime ne
Gâh giderim medreseye
Ders okurum Hak için
Gâh giderim meyhaneye
Dem çekerim kime ne
Sofular haram demişler
Bu aşkın şarabına
Ben doldurur ben içerim
Günah benim kime ne
Ben melâmet hırkasını
Kendim giydim eğnime
Ar ü namus şişesini
Taşa çaldım kime ne
Sofular secde ederler
Mescidin mihrabına
Yâr eşiği secdegâhım
Yüz sürerim kime ne
Gâh çıkarım gökyüzüne
Hükmederim kaf’tan kaf’a
Gâh inerim yeryüzüne
Yâr severim kime ne
Kelp rakip böyle diyormuş
Güzel sevmek pek günah
Ben severim sevdiğimi
Günah benim kime ne
Nesimî’ye sordular ki
Yârin ile hoş musun
Hoş olayım olmayayım
O yâr benim kime ne
17 Eylül 2007
Müslüm Üzülmez
(*) İlgili Yazı aşağıda: