Kamil Sümbül’den aldığım bir mektup
Merhaba Bibioglu,
St. Petersburg izlenimlerini okudum,(*) bu ikinci kez izlenimlerini yazıya döküyorsun. Hemen cevap yazamadım, bende bu bir haftadır üşütmüştüm. Bu yıl kış ayları güney İsveç te hiç kar yağmazken mübarek sanki mart ortasını bekledi. Yapılan açıklamalarda 1902’den sonra tespit edilen en sıcak kış mevsimini yaşadık derken doğa kızdı demek, hemen kar, fırtına soğuk havayı gönderdi. İsveç’in 2/3 zaten karla kaplıydı, sıcak kış ayları güneyinde oldu. Çiçekler açmıştı, ağaçlar tomurcuklanmıştı, birden hava eksilere düştü. Önce Bewran sonra Kawan ardından ben düştüm, neyse öksürüğün dışında biraz iyileştim. Newroz’u hasta hasta kutladık.
Neyse, bu ikinci St. Petersburg izlenimlerin bana biraz daha gerçekçi geldi. İlk izlenimlerinde şehri ve oraları, bulmak istediğin gibi yazmıştın ve bende biraz eleştiri yazmıştım. Bence bu ikinci yazın daha gerçekçi olmuş. İlk gezinde birkaç kez tartışmıştık, benim yazıma ikinci cevabında senden beklemediğim bir sübjektiflik ve batıdaki değerlendirmelere karşı tam eskiyi savunma tavrı vardı. Üçüncü kez cevap yazacaktım ama hem içimden gelmedi hem de o dönem taşınmaya başlamıştık ve iki hafta kadar bilgisayarı kullanamamıştım. Ezber bozmaktan bahsetmiştim, sosyalist teori ve pratiğini yargılamak gerekir demiştim. Bu uzun bir dönemi kapsayacak sanırım. Bu konunun uzmanları daha çok şeyler yazacaklar, daha eskinin tüm arşivleri açılmamış. Sovyetlerde sosyalizmin yıkılmasını demokrasi olmadığı için yıkıldığına bağlamışsın. Bu tespitine katılıyorum, yalnız demokrasi değil bence. Bolşevik devrimi öncesi ve sonrası, yani Lenin hayattayken azda olsa bir sosyalist demokrasi var, örneğin; Lenin ve Trocki Pravda’da birbirlerinin görüşlerini eleştiren yazılar yazarken ikisi de sosyalizmin pratiği için çok uyumlu çalışmışlar ve birbirlerine saygılı ve övücü tavırlar koymuşlar. Bence sosyalizm yanlış ülkede, bir köylü ülkesinde geldiği için, birde Stalin gibi birinin totaliterliği de eklenince ortaya çıkan sonuç buydu. 60’li yıllarda batili komünist partilerin çoğu bunu fark etmiş ve ilişkilerini Sovyet Komünist Partisi’yle koparmışlardı. İlk geldiğim yıllarda ismi hala komünist olan İsveç Sol Partisi’nin parti okuluna bir kaç günlüğüne yatılı kursa gitmiştim ve orda; Çekoslovakya işgaliyle birlikte Sovyet komünistleriyle ilişkilerini dondurmuşlar ve işgali sertçe kınamaları, bizlere verilen dersler arasındaydı. Sovyetler ise o dönem partiyi bölmeye çalışmışlar fakat küçük bir grubun dışında kimseyi koparamamışlardı. 95-96’li yıllardı ve Sovyetlerin bu küçük partiye yaptığı parasal destek Moskova da açıklanmıştı. Moskova bunların kâğıdına, üst-başlarına kadar gizli yardım etmesine rağmen aldıkları oylar binlerde kalmıştı. İsveç savcıları o dönem haklarında dava açmıştı ve gazeteler bol bol yazmıştı. Sanırım kimse mahkûm olmadı ama İsveç kamuoyu ve halkı önünde zor duruma düşmüşlerdi. O güdümlü partinin başkanı olan Rolf Hagel sık sık çeliştiğim matbaaya gelir, sayısı 1000 civarı olan dergilerini basardık ve çokta sohbet ederdik. Revizyonist diye takılırdım, beni, başımdan geçenleri, 70’li yıllarda Türkiye’deki TKP dışındaki sol hareketleri benden sorardı.
Sosyalist demokrasinin dışında sosyalist üretimi fırlatacak üretici güçlerin rekabeti de yoktu, nasıl ki düşüncede tartışma, rekabet olmalıysa üretimde de rekabet yarışma lazımdı, fakat her şey merkezden tayin edildiğinden insanların üretme yetenekleri de bitirilmişti. Bir ekmek, bir elbisenin deseni bile merkezden kabul görmesi lazımdı. Kirova yapılan suikastın altından Stalin’in parmağı olduğu iddiasını okuduğumu hatırlıyorum. Dikkat edersen Stalin hariç ekim devriminin önderlerinden çoğu batı Avrupa’da yaşamış, oraların özgür düşünce geleneğini ve demokrasiyi gören bu insanlar, o dönem batılı entelektüellerle tanışmışlar, tartışmışlar, fakat içerde kalmış olanlar, işkence, hapishane, her türlü baskıyla karşılaşmış. İnsan olayına, düşünmeye, farklı görüşlere bakış açısı elbette diğerleriyle farklı olacaktı, parti kadrolarına da hâkim olunca Lenin sonrası tam tek şef, onun iradesi her şeyin üstünde olmalıydı, merkez komite eşittir Stalin olmalıydı. Bunu ne Zinoyev, ne Buharin, ne Trocki kabul ederdi. Sonuç ortada. 80 yıllık deney öyle uzun bir dönem değil. Yani gezdiğin müzede eski çarların tabloları var ama niye ekim devrimi önderlerinin resimleri yok, sorusunu sormuşsun ve bir devrimci olarak buna üzülmüşsün. Fakat bir noktayı unutma; sosyalizmi o insanlar getirmiş ve o insanlar uygulamış, yaşamışlar fakat demek benimsemeyenler de onlar. Onların diyelim 2000 yıllık tarihlerinde Çarlar ve onların yöneticileri varsa Bolşeviklerin 80 yıl gibi kısa bir dönemleri var, yani zoruna gitmesin, bunu Ruslar önce düşünsün. Lenin kitaplarını Rusça yazmış ve devrimi Rusça yapmış.
St. Petersburg’un diğer bir özelliği de batı Avrupa’ya Rusya’nın en yakin yeri ve etkilenmesi diğer bölgelerden daha hızlı olmasıdır. Buralarda çok iltica eden Ruslarla karşılaşıp konuştum. Demek istedikleri; bu 80 yıl tarihimiz yerinde sayıp donduruldu. Yeltsin’le birlikte kaldığımız yerden 1917’den başladık diyorlar. Kendin de gözlemişsin ki hızla sosyalizmin tüm izlerini silmek istiyor anlamında bir cümle yazmışsın. Bilmem gözünden kaçtı mı, Bulgaristan’ın son sosyalist devlet başkanı hapse atılmıştı, ya hapiste ya da yargılanırken şu sözü ilginçti: Biz hayal âleminde yaşadık, komünizm bir hayaldi biz bu hayali kurmaya çalıştık fakat yaşam bizi red etti, anlamında laflar etmişti. Sosyalizm, teorisi, örgütlenmesi doğuya ait değil, bu da batıdaki aydınlanma çağının bir ürünü, Marx ve Engels için batı enstitüler kurmuş fakat kimsenin aklına Lenin için, Stalin için bir enstitü kuralım gelmemiş. Hapishane sonrası hep kendime, yeniden klasikleri okumalıyım derdim, sanırım Kücükköy’deki evinde de bunu seninle konuşurduk. Bir dönem sonra hiçte ilgimi çekmemeye (yeniden okumak için zaman ayırmaya) başladı. “Kuran” gibi “yeni şeylerin” çıkacağı da yoktu. Bence Nurettin abinin bizlere yazdığı insanlığın evrensel ilkeleri ile ilgili doğrular, doğa ve insan toplumlarının ÖLÇÜ ve YASA ilkeleri, kavramları daha ilginç. Yani Bolşevik devrimi, Lenin bilinmesinde fayda var fakat her şey de onlarla açıklanamıyor. Yıllarca o eski mantıktan ve perspektiften kurtulma mücadelesi verdim.
Ayrıca şunu belirteyim, o gittiğiniz IKEA, İsveç mali, dünyanın birçok ülkesinde zincirleme mağazalar açmışlar. Sahibi de hem İsveç’in hem de dünyanın sayılı zenginlerinden biri. Boş bir evi tümden doldurmak istiyorsan IKEA’ya girip iğneden ipliğe kadar her şey var.
Lenin’le Kautski arasındaki tartışmalarda Zamanın Kautski’yi haklı çıkardığını yazmışsın. Bir diğer önemli tartışma da, Lenin’le Kievski arasında, kimler parti üyesi olmalı diye geçer. Bu nokta da Sovyetlerdeki sosyalizmin kaderini etkileyen tartışmalardan biri idi. Dar kadro partisi mi, kitlesel bir parti mi? Gerçi o dönemin Rusya’sı koşulları da çok farklıydı, batı Avrupa’daki gibi demokrasi ve özgür tartışma ortamı yoktu fakat yinede Leninist örgütlenme modeli yanlıştı. Hele demokratik merkeziyetçilik ilkesi, partilerin geleceğini karartan bir ilkeydi. Kararlar merkezi alınır, demokratikçe tartışılır(!) ucubesi. Stalin’in komploları en yakın yoldaşlarına bile yapılmıştı. Bu modelin yansımaları bizlere, Ortadoğu, Latin Amerika devrimcilerine kötü yansımıştı. Birçok devrimci insan bu yolda komplo teorisi ile yok edildi. Sosyalist demokrasi bilinseydi, gönüllüce bir gruba giren, farklı düşünmeye başlayınca gönüllüce ayrılma hakki da olmalı ilkesi kabul görürdü, birçok yiğit insan heder edilmezdi.
Neyse… fazla başını ağrıtmayayım, yaşam her yönüyle devam ediyor, ne 17 Ekim’de durmuş, nede 90’li yılların başında Sovyetlerin yıkılmasıyla, artik o dönemler insanlık tarihinde bir kesit olarak daha çok değerlendirilecek, sağcısıyla, solcusuyla, dincisiyle ortak evrensel değerlerler kavranılacak, belki bu dönemi bazıları erken yakalayacak, bazıları geç yakalayacak.
Sofibekirler yazın, demiryolunun Ergani’ye gelişi, ayrıca (şairler beldesi olmuş Ergani haberimiz yok!) Ergani’nin yeni şairlerini tanıtıcı yazılarını okudum. Madenle ilgili yazında ilginçti, bilemiyorum, Dr. Nurettin Zaza’nin anılarını okuyabildin mi? Maden tarihiyle ilgili geniş açıklamalar var. Nurettin Zaza Bermazli, Madenin sert virajları bitip Hazar gölüne gelmeden yem yeşil bir ova başlar, orası Bermaz ovasi. Kamber dedenin son karısı olan nenem Güllü oralı ve aynı aşirettenmiş. N. Zaza’nin kitabında Ergani ile ilgili bazı açıklamalar da var. Nurettin Zaza, o dönem önemli Kürt aydınlarından olan Doktor Nafiz’in küçük kardeşi. Seyh Sait direnişi başarısızlıkla sonuçlanınca, Mustafa Kemal ve şürekâsı birçok Kürt aydını için ferman çıkarıyor. Bunlardan biride Dr. Nafiz. Oda küçük kardeşi Nurettin’i yanına alıp Güney’e geçiyor, o dönem Fransız işgali hem Güney’de hem de tüm Suriye’de vardı.
26 03 2008
Kamil Sümbül
(*) İlgili yazılar aşağıda: