Nurettin Değirmenci’ye yazdığım bir yazım
Sevgili Dayım,
Saygı ve sevgilerimi gönderiyorum. Sana başarılar diliyorum.
Dayı, Utku’ya gönderdiğin yazıların tümünü okudum. Doğa ve çevre betimlemelerin harika. ABD’liler ve diğer insanların davranışlarına ilişkin gözlemlerin de çok güzel. Bu insan davranışlarında, bilgili toplumlara ait insanlarla bilgiden yoksun veya bilgi fukarası insanların davranışlarındaki o muazzam farkı ince mizahi bir üslûpla anlatman ve tespitler güzel olmanın yanında çok düşündürücü. Günlük yoğun iş çalışmaları arasında fırsat yaratıp bu güzel yazıları yazdığınız için, hem bir yeğenin olarak ve hem de okuma yazmaya meraklı biri olarak sizi kutluyorum.
Yazılarınızda alıntıların çok kısa ve anlatılan konulara zenginlik katması ve onları süslemesi de yerinde. Yer yer tarihi olaylara ve tarihsel kişilere değinmen bence ölçülü.
Gelelim eleştirime.
Yazılara bir bütün olarak bakıldığında Müslümanlara ilişkin eleştirilerinde veya nefretinde biraz toptancı bir anlayış ve biraz da kaba bir yaklaşım var gibime geliyor. Tabi, “En doğrusunu Allah bilir”(!)
Sevelim sevmeyelim, kabul edelim etmeyelim, bu ülkenin çoğunluğu Müslüman. Bir yere gidilecekse, bir şeyler yapılacaksa bu insanlarla gidilecektir, yapılacaktır. Uzaydan insan getiremeyeceğimize göre, bu insanlarla kader birliğimiz var.
Ben, yazdıkların genel olarak yanlıştır, doğru değildir demiyorum. Yazılarında, eleştirilerinde biraz daha ölçülü olmanı öneriyorum. Ölçülü davranmasak, Etki-Tepki Yasası gereği onları karşımıza alırız ve dahası nefretlerini üzerimize çekeriz. Bence, bizler bu toplumun içinden biri olduğumuzu unutmamalıyız. Ama, davranış ve hareketlerimizde de farklı olmamız gerektiğini bilmeliyiz. Burada sorun biraz da yöntem sorunu kanımca. Müslüman toplumları ileri götürmek, yasa ve ölçüyle tanışmalarını sağlamak için; onların içinde olmalıyız; dilimiz döndüğünce, kalemimiz tükeninceye kadar ve dahası, örnek davranışlarımızla (diliyle ikrar eden, kalben de tasdik eden) aydınlık ışığını taşımalıyız. Veya, cepheden savaşarak onları aydınlığa itelemeliyiz. Ben, cepheden savaşın her iki tarafa da zarar vereceğini düşünüyorum. Yoksa halen politik kimliğimden sıyrılamadığım için olaya biraz politik mi bakıyorum?
Gelelim bir başka konuya: “Müslüman’dan düşünür olmaz!” diyorsun.
Kişisel olarak bu düşünceye pek katılmıyorum. Bu, bence toptancı bir yaklaşım. Şimdi; öyle bir durup düşünelim: İbn Sina, İbn Rustu, İbn Haldun, Hayyam, Farabî, Kindî… yoksa Müslüman değildiler mi? Müslüman’dılar. Peki, nasıl oluyor da bugün bile eserleri okunuyor, Batılı bilim adamları halen onların eserlerini inceliyor. Bence, sorun Müslümanlardaki var olan egemen anlayıştan kaynaklanıyor. Hatırlayabildiğim kadarıyla, 1300’lu yıllara kadar kısıtlı da olsa, İslâm düşünürlerinde sorgulayıcı, bilgi ve olgulara karşı kuşkulu yaklaşım var idi. Bu nedenle yukarda andığım düşünürler çıkabilmiştir. Ne zaman İmam Gazalî’nin tekçi, her şeyin Vahiy ile açıklanması gerektiği, her şeyin Kuran’da yazılı olduğu, -Aksi halde, sorgulama yapılırsa, kuşkulu bir yaklaşım içinde olunursa Allah’ın varlığı ve birliğinin de (tevhit) tartışılacağı, bunun da “küfür” olduğunu açıklayan düşüncesi- İslâm Âlemi’ne egemen olunca; düşünsel anlamda Müslümanlar düşünce üretmez oldular. Her şeyde geri kaldı, bugün istemediğimiz, arzu etmediğimiz durum ortaya çıktı. Şimdi Müslümanlar kör bir kuyunun içinde, bizler, Müslümanların bu kör kuyudan çıkmaları için onlara yardımcı olmalıyız.
Ne dersin? Saygılarımla…
3 Eylül 2005
Müslüm Üzülmez