Ekmek / Nan, Nimetlerin Şahı*

okuma süresi: 6 dk.

Eskiden ekmek, dumana bulanan gözyaşlarıyla, kızgın saçta tandırlık denilen kimi evlerde, evin içinde, kimi evlerde de kozik denilen yığma taşlardan yapılmış yerlerde pişirilirdi. Çuvaldan legene, teyşte dökülen un, suya bulanır, yoğrulur, kıvamına gelir, hamur olur, tahta ile oklava arasında bir kâğıt inceliğine dönüşürdü, annelerimizin, ablalarımızın ellerinde.

Ekmek yapıldığı günlerde annelerimiz bize kimi zaman özel ekmekler yapardı. Yağlı, susamlı, şekerli olduğu gibi bazen de ekmekten daha kalın şekilde pişirilen ve adına bazlama denilen ekmek pişirilir ve sıcak sıcak doğranarak üzerine yağ dökülürdü. Evde ekmek yapıldığı gün “havrick” denilen eritilen sade yağa doğranan bu tür kahvaltılıklar yapılırdı. Hele üzerine pekmez ya da şeker serpildiğinde gel keyfim gel, hayıflanmamak elde değil.

Bugünkü gibi bolca ekmek fırınları yoktu. Hatta o zamanlar fırından ekmek almak ayıp sayılırdı. Mahallemizde fırın olmadığından şehir fırınlarında yapılan ekmekler birileri tarafında beze sarılı bir şekilde, ya başı üstünde ya da el arabası ile getirilir, sokaklarda “ekmek geldi, nan hat nan” şeklinde bağırılır ve ihtiyacı olanlar gider alırlardı. Ekmek olmasa karnımız doymazdı. Yemek yerken konuşmak günah sayıldığı için biz susmamız söylenirdi, sadece tahta kaşıkların verdiği tok ses çıkardı. Herkes karnını doyurmaya bakardı. Babamın son sözü “Xwedê kesî bi birçîbûnê terbiye neke. Me îro xwar sibê li Xwedê.” (Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin. Bugün yedik yarın Allah’tan) deyip sofradan kalkardı.

“Ekmek/ nan, insanlar için en hayati besindir.”

“Ekmek/ nan, doğanın insanlara bahşettiği rızkın en güzelidir.”

“Ekmek/ nan, bütün toplumlarda ve inançlarda mübarektir;

evrensel kutsal değerdir” diyen Müslüm Üzülmez’in bu efsane
tarihi belgesi ile bizi yıllar sonrasına götürdü.

“Buğday tarlaları orak veya tırpanla biçildikten sonra toprağa düşmüş buğday başaklarını tek tek toplanırdı. Buna başak yapma denilirdi. Özellikle maddi durumu iyi olmayan komşular, çoluk çocuk, yaşlı genç demeden gelip başak ederlerdi. Bu insanların varlık veya yokluk ilgili bir olay değildi. Hele cimrilik hiç değildi. Bu komşulara değer verme, onların kendi tarlalarında hakkı olduğunun bilinmesi yanında buğdaya saygıydı.

İnsanlarımız hala yerde, sokakta, kapı önlerinde yerde bir parça ekmek gördüğünde hemen ekmeği yerden alıp öpüp alnına değdirip sonra da bir duvar üstüne veya müsait bir yere bırakırlar. Yaşlılar ekmeğin kıymetini bilmeyenleri gördüklerinde; “Sizler hiç açlık çekmediniz, kıtlık görmediniz, ekmeksiz kalmadınız. Bu nedenle, böyle ekmeğin içini çıkartıp sofra bezine atıyorsunuz. Yapmayın, günahtır, yazıktır” derlerdi. Tüm bu nasihatler insanların ekmeğin kıymetini bilmesi anlamındaydı. Her toplumda ekmek her daim nimetlerin şahı kabul edilmiş, mübarek olarak görülmüştür. Ekmek, kutsaldır. Ekmeğe saygısızlık günahtır, hiçbir toplum ekmeğe saygısızlığı hoş karşılamaz: Ekmek çarpar.

Urfalı Mateos Vakayi-Nâmesi’nde buna ilişkin çok ilginç bir olayı anlatır:

“553 (23 Şubat 1104-21 Şubat 1105) tarihinde Urfa kontu Baudoin ile Josselin, askerlerini alıp Haran denilen şehrin üzerine yürüdüler. Onlar, Antakya’ya haber gönderip büyük Frank kontu Boemond’u ve Tancrède’yi yardıma çağırdılar. Onlar, bütün Ermeni askerlerini de alıp muazzam bir ordu teşkil ettiler. Sonra Haran’a gelip bu şehri sıkı bir muhasara altına aldılar ve şiddetli bir açlık sıkıntısına maruz bıraktılar. Franklardan (Bizanslılardan) biri Allah’ın hoşuna gitmeyen bir iş yaptı. Bu, bir ekmeği yarıp içine kendi pisliğini koydu ve bunu şehrin kapısının önüne bıraktı. Açlık felâketi içinde bulunan halk, ekmeği görünce üzerine atıldı. Onlardan biri, ekmeği yemek için açtığı vakit içindeki pisliği görüp tiksindi ve götürüp diğer adamlara gösterdi. Bunu gören akıllı adamlar: ‘Allah, bu büyük günahı asla affetmeyecektir. O, onlara zafer bahşetmeyecektir, çünkü onlar ekmeğe karşı bu günahı işlediler. Yeryüzünde böyle bir günah görülmemiştir’ dediler” diye yazar ve tarihe ahlaki bir not düşer.(**)

Benzer bir olay için Çermik-Çüngüş’teki Gelincik Dağı’nda yaşandığı rivayet edilir. Derler ki, vakti zamanında Gelincik Dağı’ndan geçen bir gelin alayında bir çocuk altını pisletir, annesi densizlik yapıp yufka ekmekle çocuğun altını temizler. Gelin alayının tümü bu sebeple tümden taşlaşır. Bu rivayet taş kültüne iyi bir örnektir. Gelincik Dağı’ndaki mevcut sarkıt ve dikitler, var olan dizili kayalar gelin alayına benzetilmektedir. Nimetlerin şahı ekmeğe, dahası kutsal değerlere aykırı hareket edilmesi durumunda cezalandırılmaya örnek olarak gösterilmektedir/ anlatılmaktadır.

Buğdayın ilk ekimin yapıldığı, buğdaydan ilk unun yapıldığı ve undan da ilk ekmeğin pişirildiği mekânlardan biri de Hilar Çayönü’dür/ Qoté berçem’dir (Ergani-Diyarbakır).

İnsanlar çok önceleri sadece avcılık ve toplayıcılıkla karınlarını doyurmaya çalışırlardı. Sürekli hareket halindeydiler. Hep yer değiştirirlerdi. Göçebe yaşarlardı. Nice uzun deneyimlerinin bir sonucu olarak ya da bunun etkisiyle hayvanları ehlîleştirmeyi/ evcilleştirmeyi başardılar. Tarımı öğrendiler. Bunları yaparken aynı zamanda yerleşik düzene geçtiler: Köyler, kentler kurulmaya başlandı. Yerleşik düzene geçme ve tarımı öğrenme sürecinde ilk yaptıkları şey buğday, arpa, darı, mısır gibi tahılları ekme ve biçme işine girişmiş olmalardır.
Buğday, arpa, darı ve mısırın ekilip-biçilmesi ve köylerin kurulmasıyla ikinci bir aşamaya geçildi. Tahılların saklanması, el değirmenleriyle öğütülerek un haline getirilmesi, una su ve maya katarak hamur yapılması, hamurun ateşte/ ocakta pişirilmesi gerçekleştirildi.

Bu süreç, insanoğlunu dünya tarihinde en önemli besin kaynağını oluşturacak olan ekmeğin icadına götürdü. Bu icat sayesinde insanlar artık eskiye oranla hem daha rahat beslendi, hem de daha çok karınları doydu.

Şimdi gelişen teknoloji sayesinde buğday artık tarlada makineler tarafından ekilip biçiliyor, fabrika ve değirmenlerde buğday un haline getiriliyor ve un, fırın ve fabrikalarda çeşit çeşit ekmek olarak pişirilip bakkallarda, ekmek bayilerinde, marketlerde satılıyor.

Dönem değişti. Sanayi toplumuna geçiş ve toplumsal gelişmenin bir sonucu olarak ekmek dâhil her şey ticarî bir nitelik kazandı. Ama bence “emek ve ekmek” başta olmak üzere bazı değerleri korumakta yarar var. Çünkü nitelikli değerler yok olduğunda, oluşan boşluğu niteliksiz değerler doldurur. Bu bakış açısıyla ekmek fiyatlarının artışıyla ilgili görsel ve yazılı basında yapılan tartışmaları izleyince biraz tarih, biraz da anılarımı anlatarak ekmeğin yaşamımızda ne kadar önemli bir yeri olduğunu vurgulamak istedim.

Ekmek her şeydir. Ekmek yoksa ne özgürlük, ne saygınlık ve ne de onur olur.

Emek ve ekmek kavgasının özgürlük ve onur kavgası olduğunu unutmayalım!”

(*) Müslüm Üzülmez, www.uzulmez.info/muslum
(**)Urfalı Mateos, Vakayi-Nâme, s.223.

Misbah Hicri, Efsaneler ve Gerçekler, Kent Işıkları, 2013, İstanbul, s.41-44.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.