/

“Zordur Zorda Gülmek”

okuma süresi: 5 dk.

Zorda gülmek! İnsan zorda olduğunda gülebilir mi?

Sevgili dostum, vefakâr arkadaşım, 1958 İzmir doğumlu, yılların usta gazetecisi Oğuz Güven’in yazmış olduğu Zordur Zorda Gülmek kitabını okuyunca, zorda olunsa dahi gülündüğüne tanık olmanın yanında; “zor yıllar”da düşü gerçeğe dönüştürme savaşımı veren 78 Kuşağı’nı da yakından tanımış olmaktayız.

Oğuz Güven kitabında, 12 Eylül’le birlikte insanların nasıl acı çektiğini, ülkenin nasıl işkencehaneye dönüştüğünü, cunta ve yardakçılarının sol ve sosyalist düşünceyi “dipçikle” ezmek için nasıl çırpındıklarını, ülkemizin geleceğinin nasıl karartıldığını mizahı silah gibi kullanarak gözler önüne sermekte, bellekleri tazelemekte. Bizlere direnme ve teslimiyeti, dostluk ve ihaneti, sevgi ve nefreti, umudu-umutsuzluğu, yaşamla ölüm arasında gidip gelen insanların yaşadığı trajikomik olayları mizahi üslupla kaleme alıp, zorda gülebilenleri anlatmaktadır.

Sunuş yazısındaki satırlar bile kitabın değerini kavramamızda yeterli olmaktadır. Okuyalım:

“Onlar hakkında “Kendisi için bir şey yaşamayan kuşak” diyecek tarihi yazanlar. “Özveri” koyacaklar adlarını. 1978’de, gençliğin lacivert dalgalarına, uçuk pembe ilk adımları attıklarında, kan, şiddet ve ölümün siyahı çıktı karşılarına.

…”Güzel günler görme” inancıyla ölümü keskin bir bıçak gibi sırtında taşıyarak eylemden eyleme koştular. Hain kurşunların yaşamdan kopardığı gencecik fidanları üçer beşer toprağa vermek bile günlük sıradan bir eyleme dönüşmüştü onlar için. Devrimle yatıp, devrimle kalkıyorlardı.

“Maviliklere süreceklerdi motorları” ki, 12 Eylül zebanisi çıktı karşılarına… Zebaninin yüreği, duygusu yoktu. 650 binini gözaltına aldı. 59’unu astı. “Çocuk” diye bakmadı, yaşını büyüttü, yine astı. Binlercesini işkence tezgahlarında sakat bıraktı, zindanlarda çürüttü. Yüzlercesini de “faili meçhul”lerle yok etti.

Yenilmişlerdi. Fırtınaya yakalanmış gibi savruldular her bir yana. Yeni bir dünyada açtılar gözlerini.”
***
“Bu kitapta, daha güzel bir Türkiye için düzene başkaldıran, hapishanelerde çürütülen, işkenceyle, copla, tüfekle, tankla ezilmeye, susturulmaya çalışılan bir gençliğin, en zor durumda bile, yönetenlere karşı mizahla üstünlük sağlaması anlatılıyor.

Kitap özellikle 1975 ile 1985 yılları arasındaki 10 yıllık dönemde, 78 kuşağının ve en çok etkilendiği 68 kuşağının, hatta daha da öncesinden insanların, cezaevinde, sorguda, mahkemede, sokakta yaşadıkları anlatılıyor.

Hikâyelerin sonunda mizah, vurucu, yargılayıcı ve yıkıcı yönüyle ön plana çıkıyor. Mizah oklarının hepsi yönetenleri hedeflemiyordu elbette. Oklar, kimi zaman özeleştiri olup kendimize de yöneliyor. Küçük hırslarını, yeteneksizlerini, cahilliklerini, kariyer tutkularını, illegalitenin karanlık dehlizlerine gizleyerek örgütlerde yönetici düzeye gelen kimi insanların, 12 Eylül 1980 sonrasındaki dağılmada nasıl komik duruma düştüklerini de bulacaksınız bu kitapta.”

Kitabın birinci baskısı Haziran 1998 yılında, genişletilmiş ikinci baskısı ise Ekim 2007’de Güncel Yayıncılık tarafından yapılmıştır.

Sevgili dostum:

Tevazu gösterip kitabın birinci ve ikinci baskısına, “Kitaba verdiği değerli katkılarından dolayı sevgili dostum Müslüm Üzülmez’e çok teşekkür ederim” diye not düştüğün için;

Lütfedip, “Kitabın bir kanadı kırık kalacaktı, seni tanımasaydım eğer. Dost sıcaklığıyla kucaklamasaydın, çok zor doğacaktı, “zordur zorda gülmek”.

Ne mutlu bana ki, seni tanıdım, ne mutlu ki insanlığa, sen varsın Müslüm ağabey.

Yıkanlara, yıkılanlara inat, dimdik, ayakta, insan onurunu bir bayrak gibi yüreğinde taşıyan, dostu olmanın gururunu ve sevincini yaşadığım güzel insan Müslüm Üzülmez’e kucak dolusu sevgiler” diye yazıp şahsıma gönderme inceliğini gösterdiğin için;

Dahası ve en önemlisi 78 Kuşağı’nın hem nesnesi ve hem öznesi olan biri olarak 78 Kuşağı’nı, bizleri yazdığın için bende sana çok teşekkür ediyorum.

Eline, yüreğine sağlık; her daim kalemin tükenmez, ferasetin açık olsun!
***
Kitapta Ergani’de yaşanmış bir trajikomik olayda anlatılmakta. İlgili kısmı olduğu gibi aşağıda bilgilerinize sunuyorum:

MARKS BABAM OLUR
Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde devrim rüzgarının etkisiyle gençler dernek kurmak için karar alır. Ancak devrimcilik ateşiyle yanıp tutuşan gençlerin birçoğunun dernek yöneticisi olmak için yaşı tutmaz.

Düşünürler, taşınırlar ve sonunda toplandıkları kahvenin sahibi Mahmut’u ikna ederler dernek başkanı olmaya. Mahmut da, gençlerin ayakları kesilmesin kahveden düşüncesiyle kabul eder başkanlığı.

Dernek kurulur. Kahvenin tam karşısındaki belediye pasajının olduğu binada bir oda tutulur ve üzerine Kültür Ocağı levhası asılır.

Polislerin Kültür Ocağı’na baskın yapması da uzun sürmez. Birkaç gün sonra doluşurlar içeri. Polislerden birinin gözü duvarda asılı iki adet çerçeveli resme takılır. Marks ve Che’nin resimleridir bunlar.

Polis alay eder gibi sorar gençlere:

“Kim ulan bunlar, liderleriniz mi?”
……………….
“Kim ulan bu derneğin başkanı?”

“Kahveci Mahmut.”

“Kim ulan bu? Nerede?”

“Karşı kahvede”

“Biri getirsin şu herifi, bakalım neymiş, kimmiş, görelim.”

Polislerden biri hemen kahveci Mahmut’u getirmek için dışarı çıkar. Polislerin baskın yaptığını duymasıyla da gençlerin tüm tanıdıkları binanın önüne yığılmıştır.

Biraz sonra polisle birlikte binaya gelen kahveci Mahmut, bina önünde toplananların alkışlarına parti lideri edasıyla eliyle selamlayıp cevap verir ve içeri girer.

Polislerin şefi, Che’nin resmini göstererek sorar:

“Kim bu adam.”

“Kardeşim.”

Bu kez Marks’ı gösterir polis.”

“Ya bu kim?”

“Babam.”

“Peki nerede onlar?”

Mahmut aniden, “Ölmüşlerdir” diyerek hıçkırıklara boğulur.

Polisler birbirine bakar. Kahveci Mahmut’un böylesine üzülmesine neden oldukları için biraz da üzülürler. Polis şefi nasihatta bulunarak son noktayı koyar:

“Bak oğlum ne kadar nur yüzlü bir baban var. İşin var. Ne diye dernekçilikle, çoluk çocukla uğraşıp başını derde sokuyorsun. Seni bu nur yüzlü babanın hatırına bu kez affediyoruz. Uğraşma oğlum bu işlerle.” (II. Baskı, s.153-154.)

28 Eylül 2007
Ergani Haber Gazetesi

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.