Muzaffer Ünal ve “Rüzgarlı Sokak”

okuma süresi: 4 dk.

Geçen hafta, Felsefe ve Muzaffer Ünal hakkında bir şeyler yazmıştım. Bu hafta da, Muzaffer Ünal hakkında yazılmış bir yazıya yer vermek istiyorum.

Söz konusu yazı, Nurettin Değirmenci’nin yayınlanmamış anılarında, “Ankara’daki Lise Yıllarım” bölümünde, “Rüzgârlı Sokak” başlığı altında yer almaktadır.

Yazıyı yorumsuz, olduğu gibi aşağıda bilgilerinize sunuyorum:

“Rüzgârlı Sokak

Ankara’da, okul ve kütüphane dışında zaman zaman ziyaret ettiğim yerlerden biri Rüzgârlı Sokakta bulunan bir kahveydi. Bu kahveyi, Necmettin Şeker ile ortağı Ahmet Güneş işletirlerdi. Ahmet Güneş kadar ölçülü bir insan az tanıdım. Son derece çalışkan ve sürekli hareket eden bir insandı. Necmettin Şeker’in oğlu Efendi ile aynı okula gitmiyorduk ama arkadaş idik.

Bu kahveye, ismi Muzaffer olan bir halk şairi gelirdi. Hatta bütün gününü kahvede geçirirdi. Kendine göre şiirler yazar, zaman zaman kitaplar bastırırdı. Tutkulu biçimde Demokrat Parti düşmanı olan bu insan; aynı zamanda âşıktı. Hakkında anlatılan rivayetler çeşitliydi. Nerede çalışıyordu, nasıl geçiniyordu? Bilinmezdi. Veya ben bilmiyordum.

Şairler, halkına inebilmeli, halkının besini durumuna gelebilmelidir. Halka inmek, halk ile iletişim kurmakla mümkündür. Homeros, Hesiodos, Dante, Karacaoğlan, Yunus Emre… halkı ile iletişim kurmuş, halklarına besin kaynağı olmuş şairlerdir.

Muzaffer, adı geçen şairler kadar tanınmış bir şair değildi:
1-Belleğinde yeteri kadar kavram yoktu,
2-Kavramların iletişim aracı olan sözcükleri dizeler haline getirmede az yetenekliydi,
3-Dizeleri, halkın azıcık besin kaynağı oluyordu. Halk, her zaman fazla besin ister.

Bunların dışında, Muzaffer, tumturaklı konuşmalar da yapamazdı. Tumturaklı konuşmalar, zorba yöneticilerin hitabet biçimidir.

Muzaffer’in, sayılardan ve yasalardan yoksun kuramları vardı. Zaten, kuramsız şair, silahsız savaşa giden askere benzer.

Muzaffer’e göre:
a-Israrla, “Allah vardır!” demeyeceksiniz; böylesi bir sav, Allah’ın zoruna gider.
b-Türkiye’deki bütün kötülüklerin kaynağı Demokrat Parti’dir.
c-Halkın cahil kalmasını yobazlar ısrarla istiyor.
d-Cennet ile Cehennem vardır. Yobazların Cehenneme gideceği kesin; diğer insanların adresi belirsizdir.

Muzaffer’in cennet ve cehennemi; ne Dante’nin ayrıntılı kat kat Cehennemine, ne de Muhammed’in tanımladığı ve Arap şeyhlerinin uyguladığı saraylara benzerdi. Zaten, Muzaffer, geçim derdi çeken yeri yuvası olmayan bir insandı. Zar zor geçiniyordu. Dante’in ayrıntılı cehennemi ile Muhammed’in Cenneti Muzaffer’e göre gidilecek yerler değildi. Sade insanlara, sade cennet yakışır.

Muzaffer, Hıristiyan ve Müslüman cennet ile cehennemine gitmemekte kararlıydı. Gerçi elinde, hiçbir zaman Türkçe Kuran, ya da Kitabı Mukaddes görmedim; Muzaffer’in karmakarışık cennet ve cehennem tanımı vardı. Muzaffer, özellikle, cennet tanımlarına çok kızıyordu.

Ölçülü olarak cennet ve cehennemi kendi kaynaklarından tanırsak; Hıristiyanlar, Müslümanlar ve Muzaffer tarafından yapılan değerlendirmeleri daha iyi anlarız. Ne Muzaffer’in kuyruğuna takılalım, ne de diğer dindarların peşine düşelim; ölçülü olarak gideceğimiz yeri seçelim.

Muzaffer’e göre, insanlar öldükten sonra “cennet” ve “cehennem” yazılı levhalarla karşılaşacaklardır. Okuma yazma bilmeyenlerin işi çok zor; ama, okuma bilenlerin levhaya bakarak cennete girecekleri kesin değildir. Gerçi, “cennet” yazan yer cennet, “cehennem” yazan yer de cehennemdir. Allah yalan söylemez ve yazdırmaz. Ancak, levhadan içeri girmek kolay değildir.

Muzaffer, konuşmaya başladı mı, imkânı yok, dur durak bilmezdi. Kendisi her dua ve bedduayı eder; birisi en azından kendisine tepki olarak, “Demokrat Parti çok iyiydi” dedi mi; kahvedekiler, Muzaffer’in gök gürlemesine benzer itirazına şahit olurlardı.

Muzaffer, Demokrat Parti ile İttihat ve Terakki’yi bir birine çelik bir bağ ile bağlardı. Özellikle Yemen ile ilgili bir şiir okur ve her geçen gün belleğindeki çelik bağı güçlendirirdi. Bir nesne veya hareket tutkusu (ölçüsüz isteme arzusu); insanları, ya deli, ya da dahi yapar.

Belleklerde enerji düzeyi aşırı artırılmış kavramlar insanları militan yapar. Örneğin, çocuğunu sporcu yapmak isteyen bir baba, bütün imkânlarını ortaya koyar. Çocuğunu ressam yapmak isteyen tutkulu ana, her imkânını kullanır. Rüşvet vermediği için haksızlığa uğrayan bir insan, rüşvetçi düşmanı kesilir. Bunlar gibi, Muzaffer de, Demokrat Parti düşmanı olmuştu.
Muzaffer; “Biliyor musunuz,” derdi, “kaç insan Yemen’de öldü?” Sorunun ardından, “Kışlanın önünde redif sesi var” türküsünü şiir olarak okurdu.

Muzaffer kitap okumazdı ama çok yazardı. Yayınlanmış üç kitabı olduğu söyleniyordu. Dostlarına Yunus Emre ve Karacaoğlan’dan şiirler okurdu.

Güneşten yanmış teni, 190 santimetreye yaklaşan boyu, geniş omuzları, uzun paltosu, sakallı suratı, üstünden düşecek gibi duran geniş yeleği, sürekli önüne eğik başı ile modern bir Abdal’a benziyordu. Hiç kimseyi incitmek istemezdi. Sürekli kendi kendisiyle hesaplaşırdı. Bu hali ile durmadan dua okuyan bir tapınak bekçisini andırıyordu. O, keşişlerden ve dervişlerden nefret ederdi.

Çok sonraları duydum ki 1973 yılında Ergani’de yaşama gözlerini yummuş.

Muzaffer, adı sanı duyulmamış binlerce halk ozanları gibi yaşadı ve sonu onlarınki gibi oldu. Çünkü: Ruhları (belleklerindeki kavramlar) benzer olan insanların, benzer kaderleri olur.

Bu dünyada meşhur olamadı; Muzaffer, öte dünyada şöhreti bol bir şair olsun!

14 Nisan 2005
Nurettin Değirmenci”

5 Ekim 2007
Ergani Haber Gazetesi

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.