2 Mart 2007 tarihli Ergani Haber ve 14 Mart 2007 tarihli Yeni Yurt (Diyarbakır) gazetelerinde “Fatih Sultan Mehmed’in Hocası Molla Gürani, Erganili mi?” başlıklı araştırmam birinci sayfadan haber olarak yayınlandı. Ardından 18 Mart 2007 tarihinde http://www.gonulsitesi.net sitesinde yayına konuldu. Yayınlanan bu araştırmamda özetle:
I. İslam Ansiklopedisi’nde, Molla Gürani’nin hem doğum tarihi hem de doğum yerinin tartışmalı olduğu, ancak bazı kaynaklarda doğum yerinin İran’da bulunan İsferâyin veya Kuzey Irak’ta bulunan Şehrezûr’da, İslâm bilgini Burhânuddin Ebu’l-Hasan İbrahim el-Bikaî’ye göre de Diyarbakır-Ergani sınırlar içersinde bulunan Hilar köyünde doğduğu (TDV Yayınları, Cilt 30, s. 249);
II. Doç. Dr. Sakıp Yıldız’ın Fatih’in Hocası Molla Gûrâni ve Tefsiri adlı doçentlik tezinde ise, yine el-Bikaî’nin iddialarına dayanılarak, Molla Gürani’nin kesin kes Hilarlı/ Erganili olduğu; Gûrân denilen yerin Ergani’de bulunması nedenle Gûrâni mahlasını kullandığı (Sahaflar Kitap Sarayı Yayınları, İstanbul, s. 12-23) açıklanmıştı.
Doç. Dr. Sakıp Yıldız, yukarıda anılan kitabında Molla Gürani’nin Diyarbakır’da doğduğunu ateşli bir şekilde savunurken, aynı zamanda kitabının satır aralarında veya dipnotlarında bilinçaltında saklı olan niyetini gizlemeden, “egemen düşünce”ye hizmet etme anlayışı gereği bilim ahlakını ve bilim yöntemini tepetaklak etmektedir. Fatih üzerine birçok araştırma ve kitabı bulunan ünlü Alman Türkolog ve Tarihçi Franz Babinger’in II. Mehmed: Fatih ve Zamanı (Franz Babinger, Mohomet II Le Conquérant et Son Temps, Trad. De L’Allemagne H. E. Del Medico, Payot, Paris-1954.) adlı kitabında Gürani’nin Kürdistan’da doğduğunu ve Kürt olduğunu yazdığını iddia ederek Alman tarihçiye veryansın etmekte, çılgına dönmektedir. Molla Gürani’nin etnik kimliğini tartışmaya açmaktadır. [Babinger’in anılan kitabının Türkçe çevrisi Fatih Sultan Mehmed ve Zamanı’nda Molla Gürani’nin Kürt olduğuna dair bir ibare göremedim. Sadece “Kürt bölgesi Şehrizor’daki Koran köyünden” olduğunu yazılmakta.(Fatih Sultan Mehmed ve Zamanı, Çev: Dost Körpe, 5. Baskı, Oğlak Yayınları, s. 40)]
Bikâi’nin ‘Unvanu’z-zamân adlı eserinde Molla Gürani’nin Hilarlı oluşuna dair sayfa. (İlgili kısım 16. satırda geçmektedir. Köprülü Kütüphanesi No: 1119, vrk: 12-13)
Doç. Dr. S. Yıldız, Babinger’in iddiasını yermek ve Gürani’nin Türk olduğunu kanıtlamak(!) için, yazı ve dipnotlarında şunları yazmaktadır:
“Mevcut yüzlerce kaynak arasında sadece Babinger, Gûrân’da doğduğu noktasından hareketle buranın Kürdistan’da Şehrezûr’a bağlı olduğunu söylüyor. [s. 22, dipnot 7: Şehrezûr (Kerkük) havalisi halkının büyük çoğunluğu, Türkmen Müslümanlardan teşekkül etmiştir. Daha geniş bilgi için bkz. Vital Cuinet, La Turquie d’Asie, II, 851], halkın etnik özelliğinden kesin bir hükme varmanın zorluluğuna rağmen Şemsuddîn Ahmed’i Kürt olarak tanıtıyor. [s. 22, dipnot 8: Etnik ayrımın olmadığı bir çağda yaşayan, zamanında yazılmış kaynakların hiçbirinde sözü edilmeyen, doğruluğu kesin olarak müellifin kendisinden veya sülalesinden bir başka şahısla ispatlanmayan bir hususu, beş asırlık uzun bir zaman geçtikten sonra ortaya koymak; ilim adına duyulacak en büyük üzüntüdür. Bize göre ilim, belgelere dayandıkça ilim olur. Tarihçi olarak Babinger’den beklenen, tarihî kaynaklara inerek doğum yeri hakkında ihtilâfı açığa kavuşturmak, doğruluğuna inandığı bir hükmü belgeleriyle ispatlamaktı. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi müellifimiz Şehrezûr’da değil, Diyarbakır’da doğmuştur. Araştırmamızla, Şehrezûr ve İsferâîn ihtimalleri tamamen kapanmıştır. Bulunduğu bölge o zaman Akkoyunlu Türk devletinin idaresi altındaydı. Eğer ihtimaller üzerinde durulacaksa, bu Türk devletini meydana getiren insanların asılları üzerinde durulmalı, belgelere dayanarak, nesebini teşkil eden isimler araştırılarak karar verilmelidir. Elinde vesikalar olmadan “zoraki” ve aynı zamanda “kasdî” yakıştırmalarla ortaya çıkanların niyeti, bugün her zamankinden daha iyi bilinmekte, acı neticeleri tarihin sayfalarında yatmaktadır.]
Şurası kayda değer bir husustur ki Ahmed Gûrânî, II. Bayezid’e gönderdiği, bugün Topkapı Saray Arşivinde mevcut bir mektubunda, kendini öyle sağlam Osmanlı kabul etmektedir ki, sanki arkadaşlarından bu ruhu taşıyanların birer birer kaybına üzülerek: “…bu dâ’î-i muhlışdan akdem Osmanlı kamayubdur” diyerek hiçbir tereddüde mahal bırakmayacak bir ifade kullanmış, kendini eski bir Osmanlı saymıştır. Uzun seneler Araplar arasında kalmasına, ismini, medreselerin tarihinde ve ulemâsı arasında zikrettirmesine rağmen kendini gene onlardan ayırmakta, Buhârî şerhi olan el-Kevserû’l-Cârî adlı eserinin mukaddimesinde aynen şöyle demektedir: “…le’alle en yuktebe ismî fî divâihim, ve’in lem ‘ekun vâhiden minhum…” (…onlardan biri olmadığım halde ismim belki dîvanlarına -tabakât ve tarih kitaplarına-yazıldı.)
Gûrânî’nin ifade ettiği bu iki cümlesi, kendi açısından Osmanlı olmanın verdiği gururu belirten bir açık bir delildir. [s. 23, dipnot 3: Merhum Ali Emirî, Osmanlı Vilâyet-ı Şarkıyyesi, 85 de Fahruddîn Acemî, Gûrânî, İdrîs-i Bidlîsî, Zenbilli Ali Cemâlî’lerin sultanlara ne derece bağlı olduğunu kaydettikten sonra: “Böyle bir silsile-i âliyeden vilâyet-i şarkıyye ahâlî-i hamiyyetmendi nasıl iftirâkı arzu eder?” diyerek, bu bölgeden yetişen ulemânın tarih boyunca taşıdığı ruhtan ayrılmadığı, Osmanlı kalarak devlete daima yardımcı oldukları, imparatorluk içinde ayrı bir unsur hüviyetine bürünmediklerini belirtir.] Zamanımız kaynaklarında ismi geçerken, Fâtih devri ulemâsı arasında, Arapça’yı bu dili konuşan memleketlerde öğrenip gelmiş bir Türk olarak tanıtılır. Bazı arap kaynaklarının Gûrânî’den söz ederken kullandıkları “âlimu bilâdi’r-Rûm” (Anadolunun âlimi) deyimi, aynı görüşe katıldıklarının bir delilidir.” (s. 22-23.)
Doç. Dr. Sakıp Yıldız’ın iddialarını sırasıyla tek tek ele alalım:
1. Yazar, “etnik ayrımın olmadığı bir çağda yaşayan, zamanında yazılmış kaynakların hiçbirinde sözü edilmeyen, doğruluğu kesin olarak müellifin kendisinden veya sülalesinden bir başka şahısla ispatlanmayan bir hususu, beş asırlık uzun bir zaman geçtikten sonra ortaya koymak; ilim adına duyulacak en büyük üzüntüdür” diyor, çok doğru. Ama yazar, kendisini bu kuralın dışında tutup, tarihe biraz da şaşı bakarak Gürani’nin Türk olduğunu söylemekte hiç bir sakınca görmemekte, ilim adına da bundan hiç üzüntü duymamaktadır.
2. Yazar, “Bize göre ilim, belgelere dayandıkça ilim olur. Tarihçi olarak Babinger’den beklenen, tarihî kaynaklara inerek doğum yeri hakkında ihtilâfı açığa kavuşturmak, doğruluğuna inandığı bir hükmü belgeleriyle ispatlamaktı”. Doğru. Peki, kendisi hangi belgelere dayanarak Gürani’nin Türk olduğunu ispat etmektedir? Yazar, Gürani’nin Türk oluşunu, “Şehrezûr’da değil, Diyarbakır’da doğmuş” olmasına ve doğduğu bölgenin “o zaman Akkoyunlu Türk devletinin idaresi altında” bulunmasına bağlamaktadır. Bu sava gülelim mi, ağlayalım mı? Gürani’nin “Diyarbakır’da doğmuş” olmasını, onun Türklüğüne kanıt olarak gösterilmekte! Hiç incir ağacında elma olur mu? Hem Gürani’nin Diyarbakır-Hilar’lı oluşuna dair elimizde Bikâ’î’nin naklettiği bilginin dışında şu anda başka bir belge ve kaynak da yok! Ben, bir Erganili olarak Gürani’nin Hilarlı/Diyarbakırlı oluşundan övünç duyarım, ama bir tek kaynağa güvenmenin, diğer kaynakları es geçmenin, tek bir veriden kesin bir hükme varmanın doğru olmadığını düşünüyorum. Bu yöntem, bir tarihçinin izleyeceği yöntem olmamalı.
3. Yazar, “Araştırmamızla, Şehrezûr ve İsferâîn ihtimalleri tamamen kapanmıştır. Bulunduğu bölge o zaman Akkoyunlu Türk devletinin idaresi altındaydı. Eğer ihtimaller üzerinde durulacaksa, bu Türk devletini meydana getiren insanların asılları üzerinde durulmalı, belgelere dayanarak, nesebini teşkil eden isimler araştırılarak karar verilmelidir. Elinde vesikalar olmadan “zoraki” ve aynı zamanda “kasdî” yakıştırmalarla ortaya çıkanların niyeti, bugün her zamankinden daha iyi bilinmekte, acı neticeleri tarihin sayfalarında yatmaktadır” diye açıklamaktadır.
Babinger, Molla Gürani’nin doğduğu toprakları esas alıp Kürt olduğunu söylüyor; yazar ise, egemen devletin sınırlarını esas alarak, “elinde vesikalar olmadan ‘zoraki’ ve aynı zamanda ‘kasdî’ yakıştırmalarla” Gürani’nin Türk olduğunu söyleyerek gerçek “niyeti”ni ortaya koymaktadır.
4. Yazar, “Gûrânî, II. Bayezid’e gönderdiği, bugün Topkapı Saray Arşivinde mevcut bir mektubunda, kendini öyle sağlam Osmanlı kabul etmektedir ki, sanki arkadaşlarından bu ruhu taşıyanların birer birer kaybına üzülerek: “…bu dâ’î-i muhlışdan akdem Osmanlı kamayubdur” diyerek hiçbir tereddüde mahal bırakmayacak bir ifade kullanmış, kendini eski bir Osmanlı saymıştır. …Zamanımız kaynaklarında ismi geçerken, Fâtih devri ulemâsı arasında, Arapça’yı bu dili konuşan memleketlerde öğrenip gelmiş bir Türk olarak tanıtılır” diye yazmaktadır. Sayfa 23’teki 3 nolu dipnotunda ise, “Merhum Ali Emirî, Osmanlı Vilâyet-ı Şarkıyyesi, 85 de Fahruddîn Acemî, Gûrânî, İdrîs-i Bidlîsî, Zenbilli Ali Cemâlî’lerin sultanlara ne derece bağlı olduğunu kaydettikten sonra: “Böyle bir silsile-i âliyeden vilâyet-i şarkıyye ahâlî-i hamiyyetmendi nasıl iftirâkı arzu eder?” demekte ve bu bölgeden “yetişen ulemânın tarih boyunca taşıdığı ruhtan ayrılmadığı, Osmanlı kalarak devlete daima yardımcı oldukları, imparatorluk içinde ayrı bir unsur hüviyetine bürünmediklerini belirtir”.
Molla Gürani’nin kendisini “Osmanlı sayışı”, onun Türklüğünü gösterir mi? Her Osmanlı uyruğundan olanın Türk olacağını düşünmek, bir bilim adamının yapacağı bir şey olamaz. Osmanlı uyruğunda olan ve Osmanlılığıyla övünen çok sayıda Türk(men), Kürt, Arnavut, Çerkez, Boşnak, Ermeni, Rum yönetici ve/ veya molla mevcuttur. Gürani’nin kendisini “Osmanlı sayışı”ndan daha doğal ne olabilir? Gürani’nin Osmanlılığı, onun Türklüğüne kanıt nasıl olabilir? Ama yazara göre her Osmanlı Türk’tür. Oysa Osmanlı kayıtlarına dayanarak etnik köken tespit etmek -hele hele Müslümanlar için- çok zordur. Çünkü Osmanlı İmparatorluğunun etnisite kavramlarıyla bir ilintisi yoktur.
5. Yazarın, Gürani’nin İran ve Irak değil de Türkiyeli (Diyarbakırlı) olduğunu ateşli bir şekilde savunması, Gürani’yi Irak ve İran’a kaptırmama ve bu vesileyle kendine bir pay çıkarma, böbürlenme ve dini duyguların altına gizlediği milliyetçiliğine destek bulma gayretidir. Molla Gürani’nin Kürt oluşuna şiddetle karşı çıkmasına nedeni de, bu duygu ve düşüncelerdir. Bu düşünce, aynı zamanda her kim ki bir ülke sınırları içerisindeyse; onun, o ülkenin egemen ulusundan olması gerekir sakat anlayışından kaynaklanmaktadır. Bu anlayışa göre, Fransa vatandaşı olan herkes Fransız, Türkiye vatandaşı olan herkes Türk’tür! Milliyetçilik insanın kanına girerse, “bilim insanları” bilime, “tarihçiler” tarihe şaşı bakar: Kırk dereden su getirilerek gerçekler gizlenir, var olan bilgiler karartılır.
Yazar, sosyolojik olarak da yanılmaktadır veya gerçekleri yazmamaktadır. Türkler, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı coğrafi bölgede genel olarak köylere yerleşmemiştir. Çoğunlukla kent ve kasabalarda bulunmuş, idari ve askeri kademelerde yer almış; Ermeni ve Yahudilerden geriye kalan sanat ve ticaret işleriyle uğraşmıştır. Kürtler ise, çoğunlukla göçebe olarak veya köylerde zahmetli olan hayvancılık, tarım, çiftçilik gibi işlerle uğraşmışlardır. Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerine bir bütün olarak bakıldığında bunun böyle olduğu rahatlıkla görülür. Ayrıca yıllardır doğal ve doğal olmayan asimilasyona ve mecburi iskânlara rağmen, eldeki bilgi ve belgelere göre Ergani’de Türk(men)lere ait hiçbir köy kurulmamıştır veya olmamıştır. Macira-Aşağı Belağur (Ortayazı) köyü hariç tüm köyler Kürt ve Ermeni köyleridir. Macira’yı kuranlar da Türk(men) değil, Osmanlı-Rus Savası sırasında Artvin yöresinden getirilip iskâna tabi tutulan Gürcü kökenlilerdir. Yavuz Sultan Selim Kanunnameleri’nden Ergani Sancağı Kanunnamesi’nde Ergani’deki 14 Ermeni köyünün tek tek isimleri yazılmakta, ama Hilar’ın ismi bu yazılanlar arasında geçmemekte; buna karşın Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan Diyarbekir Vilayeti’ne ait 1518 tarihli 64 numaralı ve 1530 tarihli 998 numaralı Tahrir Defterleri’nde Hilar’ın bir Ermeni yerleşim yeri olduğu yazılmaktadır. Ermeni köylerinin dışındaki tüm köylerde, eskiden beri Kürtler yaşamaktadır. Ermenilerin “gidişi”nden sonra, Ermeni köylerin de Kürtler yerleşmişlerdir. Demografyanın sürekli değişen/ sabit kalmayan bir durum oluşturduğunu unutmadan şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Hilar hiçbir zaman bir Türk(men) köyü olmamıştır.
Yazar, kitabına düştüğü bir başka notta ise; “Şehrezûr (Kerkük) havalisi halkının büyük çoğunluğu, Türkmen müslümanlardan teşekkül etmiştir” diye bir açıklamada bulunmaktadır. Daha geniş bilgi için de Vital Cuinet’in La Turquie d’Asie adlı kitabını kaynak göstermektedir. Bugün, ulusalcılar, milliyetçiler ve dahası militarist çevreler “Kerkük Türkmen şehridir” deyip, Irak’a müdahale için yanıp tutuşmaktadırlar. Yazar, bu savıyla ulusalcı, milliyetçi ve militarist çevrelerle fikir birliği içinde olmakta, Türkiye’yi “Ortadoğu Cehennemine” sürüklemek isteyenlerin ekmeğine yağ sürmektedir. Bırakalım çok öncesini, Saddam döneminde, Kerkük’ü Araplaştırma için yapılan tüm baskı, katliam ve sürgünlere rağmen Kerkük Kürt şehri özelliğini yitirmedi. Burada, bilerek veya bilmeyerek bilgi karartması var. Bilginin karartıldığı yerde, gerçeğe ulaşmak çok zordur. Bilim insanları, yazarlar, düşünürler önyargı ve “egemenin oluşturduğu tarihin merkezini tanımlayan gelenekten” uzak bir tarih anlayışıyla hareket etmedikleri müddetçe gerçeklere ulaşılamaz, gerçek tarih yazılamaz! Bilim yöntemi esas almalıdır. Gerçek tarihin yazılabilmesi, ancak “kişisel önyargılardan arınmaya, özel sevgi ve nefretimizden sıyrılmaya bağlıdır”. Tarihçi, “derin ve geniş bir bakış” açısına sahip değilse, tarih yazmaya kalkmamalıdır! (Gordon Childe, Kendini Yaratan İnsan, Varlık Yayınları, İst. 1978, s. 12, 10)
Yazar, Fatih’in Hocası Molla Gûrâni ve Tefsiri adlı kitabında Molla Gürani ile ilgili bilgiler verirken, maalesef “önyargı” ve “Osmanlı sevgisi”nden kurtulamıyor. Molla Gürani’nin İran ve Suriye’de bulunduğu söylenen Guran’da değil; Türkiye’de, Diyarbakır iline bağlı Ergani ilçesi köylerinden Hilar’da doğduğunu ateşli bir şekilde savunması da daha çok övünmek, “bizdendir” böbürlenmesine pay çıkarma içindir. Ama diğer yandan, ta Selçuklulardan beri coğrafi olarak Kürtlerin yoğun yaşadığı bölge içinde yer alan Hilar’da doğmuş olduğu iddia edilen Molla Gürani’nin hiçbir bilimsel kanıta dayanmadan peşinen Kürtlüğünü inkâr ederek de utangaç milliyetçiliğini sergilemektedir. Gerçek bir Müslüman aydın, ırk ayrımını değil, dini duygular temeline dayanan inanç sistemlerini esas alması gerekir diye düşünüyorum. Ama bizim “Müslüman aydın”larımızın büyük çoğunluğu ne yazık ki potansiyel birer milliyetçi, bazıları ise tam ırkçı!
Molla Gürani ister Hilar’da, ister Şehrezûr’da doğsun. Bu her iki yerleşim yeri de coğrafî olarak Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgedir. İsferâyin’e gelince, İsferâyin İran’ın Horasan bölgesinde yer almaktadır. Burada yaşayanların %90’ı Fars kökenlidir. Ancak dağlık kısmında Nadir Şah zamanında mecburi iskâna tabi tutulmuş Kürtlerde yaşamaktadır. Ayrıca İran’da Kürtlerin yoğun yaşadığı bir bölgenin adı da Goran’dır. Goran, Türkçeye Güran olarak geçmiş olabilir. Goran, Sorani lehçesinde şarkı-türkü anlamına gelmektedir. Diyarbakır (Ergani) sınırları içersinde de Güran diye bir başka yer de bulunmaktadır. Böylesine Kürtlerin yoğun yaşadığı bir bölgede doğmuş bir kişinin Kürt olma olasılığı, her zaman Türk olma olasılığından daha fazladır diye düşünüyorum.
Yazar, Ali Emirî’nin Osmanlı Vilâyet-ı Şarkıyyesi eserinden alıntı yaparak Molla İdrîs-i Bidlîsî ve daha birçok ulemânın sultanlara ne derece bağlı olduğunu, bu bölgeden yetişen (Kürtlerin yaşadığı bölge kastedilmekte.-M. Üzülmez) ulemânın tarih boyunca taşıdığı ruhtan ayrılmadığı, Osmanlı kalarak devlete daima yardımcı oldukları, imparatorluk içinde ayrı bir unsur hüviyetine bürünmediklerini önemle belirtmektedir.
Burada Molla İdrîs-i Bidlîsî’nin Osmanlılığından çok, onun “tarih boyunca taşıdığı ruhtan ayrılmadığı”, “ayrı bir unsur hüviyetine bürünmedi”ği belirtilerek Kürt kökenli oluşu örtülüp, Türkmüş gibi sunulmakta; Molla Gürani’nin Türklüğüne kanıt gösterilmektedir. Bu iddia karşısında ancak şu söylenebilir: Molla İdrîs-i Bitlîsî ne kadar Türk(!) ise, Molla Gürani de o kadar Türk’tür!
Sonuç: Yazar eğri cetvelle doğru çizmeye, safsata üzerine tarih inşa etmeye kalkışıyor. Bu tutumuyla “egemenin oluşturduğu tarihin” hizmetinde olduğunu belgeliyor. Ama unutuyor:
Başkalarının değerine sahip çıkarak zenginleşilmez, ancak yoksullaşılır!
12-19 Ekim 2007
Ergani Haber Gazetesi