“Bi ana çocığını hanki dille severse sevsin, heç fark etmez. Anaların dili onların yüreğinin sesidir.” (s. 493.)
Bu satırlar, Mıgırdiç Margosyan’ın yeni yayınlanan Tespih Taneleri kitabından alıntı. Kitabı okudum; sürükleyici ve düşündürücü. Okuyanı kendi iç dünyasında yolculuğa çıkaran, kendi geçmişiyle yüzleştiren bir yapıt. Bir Diyarbakırlı olarak, bu kitabı okurken biraz yaşadığım diyarın geçmişteki yaşamı gözümde canlandı, ama daha çok da geçmişte yaşanan acı olaylar nedeniyle yüreğim burkuldu.
Kitap güzel bir anlatımla kaleme alınmış, bir solukta okunacak türden.
Mıgırdiç Margosyan kimdir, Tespih Taneleri ne anlatmaktadır?
Mıgırdiç Margosyan, hemşerimizdir. 23 Aralık 1938’de Diyarbakır’da, Hançepek Mahallesi’nde (Gâvur Mahallesi) doğdu. Eğitimini Süleyman Nazif İlkokulu, Ziya Gökalp Ortaokulu, daha sonra İstanbul’daki Bezciyan Ortaokulu ve Getronagan Lisesi’nde sürdürdü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi. O, çeşitli işler yapsa da, hep edebi çalışmaların içinde oldu. Ermenice yazdığı öykülerinin bir bölümünü, 1984 yılında Mer Ayt Goğmerı (Bizim Oralar) adıyla kitap haline getirdi. Bu kitabıyla 1988’de Ermenice yazan yazarlara verilen Eliz Kavukyan Edebiyat Ödülü’nü (Paris-Fransa) aldı. Gâvur Mahallesi (Aras Yayınları-1992), Söyle Margos Nerelisin? (Aras Yayınları-1995), Biletimiz İstanbul’a Kesildi (Aras Yayınları-1998) adlı Türkçe kitaplarını, 1999’da ikinci Ermenice kitabı Dikrisi Aperen (Dicle Kıyılarından) izledi. Gâvur Mahallesi Avesta Yayınları tarafından Li bam e, Li wan deran (Bizim O Yöreler) adıyla Kürtçe olarak yayınlandı (1999). Evrensel gazetesinde yazdığı makalelerin bir bölümü Belge Yayınları tarafından Çengelliiğne adıyla yayınlandı (1999). Aynı gazetede “Kirveme Mektuplar” adlı köşesinde yazmayı sürdüren Margosyan’ın bu makalelerinin bir bölümü de Lis Basın-Yayın tarafından Kirveme Mektuplar adıyla kitaplaştırıldı (Diyarbakır, 2006). Tespih Taneleri, en son çıkan kitabıdır (Aras Yayınları-2006).
Tespih Taneleri kitabı, Margosyan’ın Diyarbakır’dan İstanbul’a parasız yatılı Ermeni okuluna gidişini ve bu gidişle birlikte geçmişte yaşadıklarını ve kendisinden yaşça büyük olanların anlatımlarını esas alan mükemmel bir kurgulanmış anı-roman türünde bir kitap. Kitapta tespih, Ermenileri; tespih taneleri de Diyarbakır’daki Ermeni hanelerini, evlerini simgelemektedir. Tespih Taneleri, bir anlamda, geçmişte yaşanan ve halen etkileri devam eden talihsiz olaylar sonucu, tespih taneleri gibi dünyanın dört biryanına savrulan Ermenilerin yaşanmış öykülerin bütünü.
Margosyan, Tespih Taneleri’nde nenelerini-dedelerini, analarını-babalarını, amcalarını-dayılarını, halalarını-teyzelerini, kardeşlerini-bacılarını, kızlarını-oğullarını “tehcir”de kaybeden acılı insanların dramını anlatırken, diğer yandan da o günün Diyarbakır ve İstanbul’una ait ekonomik ve sosyal yaşamına, siyasi olaylarına, köylü şehirli, Ermeni, Kürt, Türk, Süryani, Keldani, Yahudi… ilişkilerine, Ermenilerin dini yaşamlarına ait anı ve gözlemlerini bir çocuk saflığı ile, tipik bir Diyarbakırlının anlatımı tarzında sunmaktadır. “Tehcir”in insanların yaşamını nasıl parçaladığını, bütün boyutlarıyla, ama umudu yeşerten hümanist anlatımdan sapmadan gözler önüne sermektedir.
Tespih Taneleri, bir bütün olarak, Margosyan’ın babası Serkis, nam-ı değer Dişçi Ali gibi küçük yaşlarda, henüz ana kucağındayken köylerinden, evlerinden çıkartılıp “tehcir” edilenlerin kimisi hastalıktan, kimisi açlıktan veya sefaletten ölürken, kimisi de yol boyunca şu veya bu köyün civarından, şu veya bu dağın eteğinden, vadilerden “kafle”ler halinde hangi meçhule doğru yürüdüklerini bilmezken, kimi insanlar tarafından sahiplenilip evlat edinilen, yaşamlarının bu bölümünü bu kez de hiç tanımadıkları, hiç bilmedikleri bu yeni ana ve babalar sayesinde sürdürürken, terk ettikleri diyarlardan, Bakırmaden’den, Pertek’ten, Harput’tan, Muş, Bitlis, Erzincan, Sivas, Tokat, Erzurum’dan, Konya, Kütahya, Bursa, İzmit, Tekirdağ’dan, Urfa, Antep, Maraş’tan, Diyarbakır’dan, Malatya’dan, Arapkir’den yollara düşüp Arap çöllerine, Der Zor’a doğru gidenlerin hasbelkader “kılıç artığı” olarak sağda solda, orda burada kimi kaza veya bucaklarda, nahiye ya da köylerde kaldıkları için çoğunlukla ilk meslekleri çobanlık olan bu “Fılla uşağları”, daha sonraları hayat denen ince uzun yolun bir noktasında nasıl ve nedenini kendilerinin de bilmediği yepyeni koşullarda kimisi palancı, kimisi yemenici, kimisi demirci, nalbant, kalaycı, sobacı, marangoz, dokumacı, taşçı, terzi veya kuyumcu olarak birer meslek sahibi olup çoğunlukla küçük yaşta kaybettikleri için babalarını tanımazken, yine de irsi bir hastalık gibi babalarının, dedelerinin mesleklerini onların bıraktığı yerden devralıp, hayatın kahırlı gergefinde yaşamlarını sürdüren acılı bir kuşağın romanı.
Margosyan, Tespih Taneleri’nde Ergani’ye yaptıkları bir yolculuğu da anlatır:
“Ergani’ye gidiyorduk. Ergani’de bir dağa tırmanacak, oradaki Meryem Ana Kilisesi’ni ziyaret ederek şifalı suyu yüzümüze sürüp bol bol da içecek, böylece tüm günahlarımızdan kurtulup bir de dileklerimizin gerçekleşmesi için dua edecektik.
…Ergani’ye vardığımızda, ben en önde yürüyen dayımın elinden tutmuş yamaçtan ilerlerken, uzakta, dağın zirvesinden bizlere göz kırpan Meryem Ana Kilisesi’nin harabelerine ulaşmaya çalışan kafilemizin en sonunda Senem nenem tıknefes soluyarak bizlere ulaşmaya çalışıyor, arada bir de sağ elinin baş, işaret ve orta parmaklarını birleştirip yüzünde haç çıkarırken titrek dudaklarıyla dualar mırıldanıyordu. …Yolda tek tük rastladığımız yabani “alüce” ve “payam” ağaçlarından topladığı alıç ve bademleri avuçlarıma dolduran dayım benim sevincime bakıp keyifleniyor, ben de bir taş parçasıyla bademleri kırıp yerken yorgunluğumu unutuyordum.
Hepsi de Diyarbakır Gâvur Mahallesi’nden yola çıkıp uzun bir tren yolculuğundan sonra Ergani’deki tek tük Ermenilerle buluşup ikili üçlü kafileler halinde patikalardan tırmanan, kimisi yaşlı olduğu için elindeki “çögen”ine dayanan, kimisi yoruldukça bir kaya parçası üzerinde oturup biraz dinlendikten sonra tekrar yola koyulan bir sürü “baco” ve “emmo”larla nihayet dağın doruğunda, vaktiyle hâkim bir uçurumun kenarında inşa edilmiş, yarısı yıkık, içinde keçilerin otladığı harabe kilisede toplanıyorduk; ama ortalarda şarıl şarıl akan bir “katsal” görünmüyordu.
…Akşam ayazında tüm “bacolar, emmolar” kilisenin harabeleri arasında rüzgârdan korunabilecek kuytu bir köşede küm küme oturup, getirdikleri kilim ve battaniyelere sarılıyor, çıkınlarını açıp karınlarını doyuruyor ve gece boyunca dileklerini sıralayıp sabahı iple çekiyor, sonra da güneşin ilk ışıklarıyla beraber kiliseden ayrılıp gerisingeri trenle Diyarbakır’a dönüş için acele edip, tutulan dileklerin gerçekleşmesini Meryem Anamızın saf ve temiz kalbine havale ederek bu “ziyaret”i ede ediyorlardı.” (s. 134-136.)
Ha, kitapta Erganili bir Ermeni’nin hayatta olan çocuklarına dair dramatik bir öykü de var: Bill Nacaryan adlı Ermeni bir Amerikalı, ta Amerika’dan gelip, Ergani’de yaşayan erkek kardeşinin Müslüman olmuş iki oğlunu, yani yeğenlerini ABD’ye götürmek istiyor. Sonuç: Tespih Taneleri’nde… Kitabı bulup okumanızı öneririm.
Margosyan usta sen çok yaşa, ellerin dert görmesin.
27 Nisan 2007 tarihinde Ergani Haber gazetesinde ve
http://www.arasyayincilik.com/store/Getron_viewItem.asp?idProduct=51 de yayımlandı.