Mavi Neşe Gölcük’ün kaleme aldığı öykü kitabının ismidir Kar Beyrut Kar.
Kitap, İstanbul’da Agora Kitaplığı yayınları tarafından Türkçe Edebiyat dizisinde Ocak 2006’da yayınlanmış.
Mavi Neşe Gölcük, hemşerimiz olur. 13 Mart 1975 Diyarbakır’da doğmuş; Nüket Coşkun Akyol İlkokulu’nu, Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesi’ni, Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ni bitirmiştir: Ve edindiğim bilgilere göre şu anda ODTÜ Fizik Bölümü’ne devam etmekte; ikinci bir üniversiteyi bitirme gayretindedir. Kar Beyrut Kar ilk eseri olup, ikinci eseri yolda… Ve yine bildiğim kadarıyla Mavi Neşe Gölcük Çermik kökenlidir. Ergani’de faaliyet gösteren Neşe Eczanesi’nin sahibi Ecz. Şengül Gölcük’ün ablası, Ramazan Gölcük’ün de kızıdır.
Kitaptaki öyküler 1997-2005 yılları arasında İzmir, İstanbul ve Diyarbakır’da kaleme alınmıştır. Kitap; Kar, Beyrut ve yine Kar olmak üzere üç bölüm; toplam 15 öyküden oluşmaktadır.
Öyküler başka başka şeyleri anlatsa da, genelde kapitalizmin gelişmesi, sosyal ve siyasal alt-üst oluşlar, kentlerde kalabalıklar içinde insanın yalnızlığı daha doğru bir tanımlamayla “insanın insana yabancılaşması”, yaşanan psikolojik sorunlar, ruh dalgalanmaları güzel bir kurguyla anlatılmakta. Küreselleşmenin, kimlik bunalımının, cinsiyet ayrımının, ağır hayat koşulları ve kentlerin insanları nasıl ufalayıp küçülttüğü, bunalttığı, çaresizleştirdiği, içine kapanır duruma getirdiğini ve dalga gibi dipten gelen sessiz direnmeler öyküleştirilmektedir. Örneğin kitapta yer alan ilk öykü Sümbül Hanım’da yalnızlığın fırtınalı/ duru hali bakın nasıl duru ve özlü anlatılmaktadır: “Nitekim Sümbül Hanım, yıl sonu özetine”, madde madde aynen şunlar yazmaktadır; “1.ağladım, 2.balıkları özledim, 3.anladım, 4.özledim, 5.özlediğimi anladım.” (s: 10)
Bazen de Yasin öyküsünde olduğu gibi, öyküler, öykü olmayı aşmaktadır. Böylesi öykülerde toplumsal sorunların, terör ve siyasi cinayetlerin, toplumsal dalgalanmaların insanlar üzerinde yarattığı olumsuz etkiler dile getirilirken, aynı zamanda önemli tespit ve de ekolojik uyarılar da yapılmaktadır. Buna örnek şu satırları verebilirim:
“Köyler küçülmekte, yamaçlar azalmakta, şehirler büyümekte, insanlar ölmekte, kuzular ve oğlaklar -melekleri sıfatıyla hâlâ her şeyin- bayırlarda insana dönmek için otlamaktadır.
Şehirler büyüdükçe köylere dönmekte. Bir salgın, insanlar ölmekte.
Yeryüzünün büyük felaketinin yaklaşmakta olduğunun göstergeleri de büyük olmuştur.
Şehirlerde insanlar, köylerde ekinler, yamaçlar, ormanlar ve inanç yanmıştır. Kamboçya yanmıştır. Ve Bosna ve Afrika ve Kürdistan. Hep ve defalarca. Bütün bunlar defalarca yanmıştır. Yangının kokusu duyulmamış, kuzular ve oğlaklar ağlamıştır. Gene de bayırlarda otlamaktadırlar. Yangının kokusu silinmemiş, ama felaket anlaşılmamıştır.” (s. 56)
Ya Asal Sayılar’a ne demeli?
Bu öyküyü okuduğumda mühendis olmamdan mı ne, hayran kaldım. Asal sayıların asaleti ile, kadınlarımızın dramatik yazgısı bir öyküde nasıl bu kadar güzel örtüştürüp örüldüğüne hayret ettim. Şu kurgulanışa bakın:
“Asal sayıları hep sevdim. İki dışında. İki karşısında hep tedirginlik ve güçsüzlük duydum, iki kurnaz ve güçlü, imkânlı ve erişilmez, sanki her an beni kandırabilecek bir ikiz hissi verir, iki ile ne yapacağımı bilmem, sanki tuzaktır, bir gibi görünen, ama ayrılabilen ve böylelikle beni şaşırtan… Korkarım ikiden.
…’dirim kısa ölüm uzundur cehennette her hal abiler’ (Ece Ayhan)
İsimler, kadın isimleri, memleketimdeki kadın isimleri hep keder vermiştir bana. İsimler sayılar kadar soğuk değildir. Ama ne yazık ki acı çok acıdır. Bu yüzden sayıların soğuğunu isimlerin acısına tercih ederim. Ben memleketimden bahsediyorum. Memleket insanının düzüldüğü, üzüldüğü, yüzüldüğü yer, yani memleket… Memleketimde isimler hep kötü kaderlere başlık olmuştur. İsminizin keder vermemesi için ekmeğin de vicdanın da gani gani olması gerekir; ikisinin de yokluğu isminizi silmiş, ismimizi ömrümüzün habercisi yapmıştır.
Evet, cehennette dirimin kısa, kısa, çok, çok kısa, ölümümüzün uzun, uzun, çok uzun, bitimsiz, bir türlü sona ermeyecek, ölünmeyecek uzun bir ölüm olduğuna inanıyorum.
Asal sayılar için de öyle mi?
Hayır. Yeryüzünde asal sayılar için dirim kısa, çok çok kısa, ölüm uzun uzun, cehennete dek sürüyor. Yeryüzü, insan düzü asalı bölemediğinden habire çarpıyor, envai tokaçla çarpıyor.
…Çok kadının aklı alınmıştır zamanın birinde, bir bahçede, bir asal sayı oyarak kalmıştır ve zihninin ne zaman kürtaj edildiğini bilmeyecek kadar uzaktır zamana. Kadın asal sayısına bakar, saymayı bilmeden bakar. Sayı olduğunu bilir. Kaç olduğunu, bunun, öncekinin sonrakinin, hiçbir şeyin sayısını bilmez. Onun geldiği bir geçmiş yoktur, dönüp hikâyesini arayacağı bir geçmişi yoktur, özgeleceği, anacığı, hesaplaşacağı, çekip gideceği. Gelecekse karanlıktır. Görülemezdir.
Annesi yoktur, babası, kardeşi ve onlarla bir hikâyesi.
Tozlu yapraklarıyla ya da bir dut ağacıdır ya da incir ya da akasya. Hazreti İsa bile daha insandır onların yanında, çünkü onun en azından adı bilinen bir annesi vardır.
Dünyayla ilişkilendirilmesi daha mümkündür. Soyağacı veya psikanalizi çıkartılabilirdir.
Oysa bir asal sayı, kesinlikle insan bilimlerine konu edilmez bir varoluşa sahiptir.” (s. 64-68.)
Karanlık öyküsünde, örf ve adetlerin, törenin, bağnazlığın, cahilliğin karanlığı ışığı nasıl boğulduğu anlatılmaktadır. Öyküdeki babaannenin tespihe asılarak; “ne eski yazıyı ne yeni yazıyı öğrendik, hayvanlar gibi kaldık” şeklindeki iç geçirmesi, öfkesi suratımıza tokat gibi inmektedir. (s. 82)
Kitaba ismini veren Kar Beyrut Kar’da, öykünün kahramanı âşık olduğu kadının kendi yüzüne baktığı gibi, Beyrut’unda kendisine baktığını düşünür. Bazen de, “gece rüyamda kar gördüm. Karda seni ve Beyrut’u. Beyrut yanıyor, kar erimiyordu. Bu kış Diyarbakır’a henüz kar yağmadı. Her şey kirlendi”. Ve öykünün sonunda da: “Âşıkmışım sana. Geç fark ettim. Kar yağmıyor. Yağmur da yok. Binalar kirli. Beyrut yanıyor. Ayaz var, Diyarbakır var. Yağmursuz, karsız,” diye Beyrut, Diyarbakır ve sevdiği arasında flu geçişler yapıp okuyucuları derin düşüncelere sevk etmektedir. (s. 85-88)
PUB İS İN THE PAKİSTAN AND BOP İS İN THE WORLD öyküsünde ise, ahlakî çöküntünün dibe vuruşu, insanların nasıl “düzüldüğü” hikâye edilmekte; pezevenk dünyanın hali anlatılmaktadır. (s. 89-98)
***
Ben, eleştirmen değilim, bir edebi eseri eleştirmek beni aşar. Ama iyi bir okuyucu ve yazan-çizen biri olarak kitapla ilgili düşüncelerimi çok kısa şöyle özetleyebilirim: Kitapta birçok öyküde dil, kurgu ve anlatım çok iyi, ama ana temayı yakalamak bazen zor oluyor. Tüm öyküler insani içerik açısından çok canlı. Bu kitap yazarımızın ilk kitabı olduğu için, bazı öykülerinde görülen tema bulanıklığını ileride aşacağına inanıyorum.
Mavi Neşe Gölcük bu eseriyle bizleri hayal gücünün tehlikeli ve lezzetli lâbirentlerinde gezdiriyor. Neşe kardeşimi kutluyorum. Ayrıca, bizlere böylesine güzel bir eser armağan ettiği ve de tevazu gösterip kitabını imzalayıp şahsıma gönderme zarafetinde bulunduğu için kendisine teşekkür ediyor, ikinci kitabını dört gözle bekliyorum. Ve, mutlaka kitabı bulup okumanızı öneriyorum.
16 Kasım 2007
Ergani Haber Gazetesi