“…mülk olarak almak için geçmekte olduğun memleket dağlar ve dereler diyarıdır, ve göklerin yağmurundan su içer, Allahın RABBİN kayırdığı bir memlekettir; yılın başından yılın sonuna kadar Allahın RABBİN gözleri daima onun üzerindedir.” (Tensiye 11: 11-12.)
Hz. Musa Tevrat’ta kavmine böyle seslene dursun, bugün Ortadoğu ne “RABBİN kayırdığı bir memleket”, ne de “RABBİN gözleri onun üzerinde”. Ortadoğu’da göklerden yağmur yerine bomba, derelerden su yerine kan akmaktadır. Neden?
Her şeyin bir başlangıcı, gelişimi ve sonucu vardır. Dünya’nın değişik yerlerinde ve özelliklede Ortadoğu’da, Kafkaslarda durmadan bombalar patlıyorsa, kan dökülüyorsa, sürekli gözyaşı akıyorsa, bunun altında yatan en büyük neden enerji kaynaklarına hâkim olma kavgasıdır.
Bugün, (bilinen bir gerçektir) enerji eşittir petrol ve doğalgaz demektir. Eski Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdunnasır (1918-1970), petrolü, “uygarlığın yaşam damarları” olarak tanımlamıştı. O’na göre; petrol olmaksızın “onun araçlarından hiçbiri çalışmaz; ne büyük üretim yapan işletmeler, ne kara, deniz ve hava ulaşım araçları, ne savaş için gerekli silahlar, bulutlar üzerinde süzülen U-botlar. Petrol olmaksızın bunların hepsi paslanmış, hareketsiz, hiçbir işe yaramayan demir yığınına dönüşürler.”
Enerji rezervleri kısıtlı olduğu kadar bazı bölgelerde yoğunluk arz etmektedir. Dünyada bilinen petrol rezervlerinin %70’inden fazlası ve doğal gazın %40’ı, “enerji elipsi” denilen bir havzadan, Basra Körfezi ve Hazar Denizi havzasından elde ediliyor. Hazar Denizi havzasında ve Kafkasya’da gücü eline geçiren, Yakındoğu bölgesinden sonra dünyanın ikinci büyük petrol ve doğal gaz bölgesini kazanmış olur. Bu gibi yaşam damarları üzerinde egemenlik kurmanın kendi yaşam güvenlikleri açısından değerini bilen Amerika’nın, Rusya’nın veya bir üçüncü devletin, sanayileşip kapitalist gelişimini tamamlamış emperyal dünyalarının devamı ve sistemin işlemesi için bu yaşam damarlarını elde tutmaları gerekir. Bugün Kafkaslarda yaşanan savaşın ve diplomatik fırtınanın esas nedeni enerji kaynaklarına ve güzergâhlarına hâkim olma sevdasıdır.
Yakındoğu ve Kafkaslar; Amerika’nın, Rusya’nın, Avrupa’nın ve Japonya’nın petrol deposu olarak yaşamsal öneme sahip bulunmaktadır. Bu bölgede bazen sesli, bazen de derinden sessiz bir savaş yürütülmektedir. Ortadoğu ve Kafkaslar kanın, gözyaşının, savaşın, yıkımın, yoksulluğun, ilkelliğin hüküm sürdüğü bölgelerdir. Bu kara tablonun, yaşanan bu acıların baş nedeni, yeraltında yatan muazzam petrol ve doğalgaz kaynaklarıdır.
Zamanında Sovyetler Birliği, Batı’ya karşı verdiği mücadelede, Arap ve Filistin halklarının yanında görünerek, Batı’nın karşısında konumunu güçlendirmek için sürekli olarak Kızıldeniz, Arap Yarımadası ve Basra Körfezi’ne yönelerek petrol bölgelerini kuşatma ve petrol boru hatlarını kontrol altına almayı amaçlıyordu. Sovyetler Birliği çöküp dağılmasıyla bu amacına ulaşamadı: Meydan Amerika’ya kaldı.
ABD, enerji kaynaklarının olduğu bölgelere yerleşmeye ve kontrol altına almaya, “her şey enerjiye/ petrole bağlı” realitesinden hareketle, bu müthiş gücü elinde tutuyor/ tutmaya çalışıyor. Ve bu gücü yitirmemek için de elindeki tüm imkânları kullanmaktan çekinmiyor. Askeri işgal, ekonomik ambargo, siyasi tehdit… her yol ve her yöntem kitabına uydurulup uygulamaya konuluyor. Bunun için, sadece “çıbanbaşı” ülkelere değil, Birleşmiş Milletler örgütüne bile şantaj yapıyor. 1990’lı yıllardan itibaren anlaşmalarla yüklenmiş olduğu sorumlulukları yerine getirmemekte ve Birleşmiş Milletler Daimi Komitesi tarafından belirlenmiş olan Birleşmiş Milletler üyelik aidatını ödememekte direniyor. Amerika’nın aidat borcu yaklaşık 1,7 milyar dolara ulaşmış. Bu borcunu ödemediği için Birleşmiş Milletler iflasın eşiğine gelmiştir. Aidat borcunun Birleşmiş Milletler’in tüm alacaklarının üçte ikisini bulmuş olduğu açıklanmaktadır. ABD, Birleşmiş Milletler’in altından finans kaynağını bu şekilde çekerek, Birleşmiş Milletler’in faaliyetlerini ciddi ölçüde sınırlandırılmıştır.
ABD bu tutumuyla, Birleşmiş Milletler’i sık sık Amerika Birleşik Devletleri’nin hayati çıkarlarına ters/karşı düşen işler yapan ve “sosyal ve ekonomik reform paketlerini onaylayan”, “karar mekanizmalarındaki oy çokluğu uygulaması nedeniyle ABD’nin etkisini aza indiren” bir kuruluş olarak görüp, onu cezalandırmıştır. Bu parasal cezalandırma yöntemiyle, Birleşmiş Milletler’in faaliyetlerini sınırlandırmakla kalmayıp, O’nu, yakın dönemde kendi dış politikalarının onay merci durumuna getir bir konuma sürüklemiştir. Hiç, ağanın şeyinin üstüne şey konulur mu?
Yıllardır savaşın, yıkımın, ilkelliğin, yoksulluğun, kan ve gözyaşının nedeni ve suçlusu sadece Amerika veya gelişmiş başka ülkeler midir? Hiç, Yakındoğu, Kafkas ve Ortadoğu ülke yöneticileri ve halklarının suçu yok mu? Bence asıl suçlu olan; ilkin bu bölgelerin “hain” yöneticileri, sonra da “halkları”dır.
Bu yöneticiler ki; adil bir düzen özlemi duyanlar için artık her türlü diktatörlük ve baskılar, dinsel, etnik aidiyetlere ya da kimliğe ilişkin sorunları çözmede; ekonomik, sosyal, askeri ve teknolojik gelişmelerdeki yetersizlikleri ve becerisizlikleriyle kanıtlanmıştır. Ortadoğu, Kafkaslar ve Yakındoğu’da yaşayan halklar da, kul olmaktan vazgeçmelidirler. Özgür birer vatandaş olarak ülkelerinde söz ve karar sahibi olmaları için bilgiyle donanıp, demokratik normlara dört elle sarılmalıdırlar. Demokrasiden başka bir çözüm yolunun olmadığını iyice bilmelidirler.
Şair Sezai Karakoç’un, “Gordiom’da bir İskender” yazısı, içinde bulunulan bu duruma güzel bir örnektir. Karakoç, bu yazısında İslam dünyasını analiz ederek çözüme yönelik ipuçları verir: İslam ülkelerinin problemleri bir birine dolanmış, tam bir kördüğüm haline getirilmiş. Kördüğüm sadece dıştan örülmemiş, içten de örülmüş. Şimdi bu kördüğümü çözecek bir “yiğit”, bir İskender aranmaktadır. Bu kördüğüm nasıl çözülecek? Hep, bir İskender gelsin, bir kılıç vursun ve bu düzelsin denilirse, bu zihniyet değişmezse hiçbir zaman İskender gelmeyecektir. Gelse de kimse kabul etmeyecektir. Düzmece İskenderler asıl İskender’i gölgeleyecektir. İskender’in kafası Aristo, Aristo’nun kolu İskender olduğu için kördüğüme çözüm bulunabilmişti. Uygulayıcısız düşünürler ve düşünürsüz aksiyon/ eylem adamları geldikçe kördüğüm olduğu gibi kalacaktır. Gordiom’da bir İskender gördüğünüzde iyi biliniz ki atının terkisinde bir düşünürün kitabı vardır. (Sezai Karakoç, Günlük Yazılar IV Gün Saati, II. Baskı, Diriliş Yayınları.)
Bilgisiz insan her daim köle olmaya mahkûmdur!
Bilgili ile donanıp akıllıca bir mücadele etmez ve direnmezsek kördüğümün çözüleceği yok. Kan ve gözyaşı daha çok akacak, yeşil dolar kıble olmaya devam edecektir.
01.02.2007 tarihinde www.gunlukhaberler.com sitesinde,
16.02.2007 tarihinde Ergani Haber gazetesinde,
30/06/2008 tarihinde www.kritize.net sitesinde,
02/08/2008’de www.sivildusunce.com sitesinde yayımlandı.