“Yokluk halkasına gir, kral ol.
İçinin yüzünü yıka, kiri pası arıt.
Meyhane sokağında ibadet edene şunu de:
İlkin kendini bil,
Sonra ne halt edersen et.” -Ömer Hayyam
İçkinin tarihi çok eskidir, kökeninde kutlama yatar.
Eskiden tapınaklarda, mabetlerde tanrı ve tanrıçalara içkiler sunulur, kutlamalar yapılırmış. Sonraları bir zafer ya da başarı elde edilince; rakip veya düşmanın atı, sürüsü, toprağı, karısı, kızı, malı, mülkü, tahtı… ele geçirince, zafer içki ile taçlandırılmaya başlanmıştır. Kanımca, içki içilirken, içki dolu bardakları/kadehleri havaya kaldırıp vuruşturarak “şerefe” demenin kökeninde bu olay yatmaktadır. Ha, bir de derler ki, kadehleri vuruşturmanın kökeninde zehirlenme korkusu yatmaktadır. İki kişi kadehlerini birbiriyle tokuşturduğunda içkiler karışır, o şiddetten ve eğer bir zehir varsa ötekine de karışır. Bunu da kimse göze alamadığından içki korkusuzca içilirmiş.
İçki, daha doğrusu bira ilk defa Mezopotamya’da elde edilmiştir. Hatta bazı araştırmacılar ekmekten önce biranın elde edildiğini yazmaktadır. İçki, dünyaya Mezopotamya’dan yayılmıştır.
Bugün dünyanın her tarafında, çeşitli içkiler değişik mekânlarda değişik biçimlerde içilmektedir.
İçki iki amaçla içilir.
Birincisi, sarhoş olmak için; ikincisi, yaşama renk katmak için.
Sarhoş olmak için içenlere bir diyeceğim yok. Onlar gerçek yaşamdan kopmak, dertleri unutmak, sanal bir dünyada yaşamak; ruhlarını, duygularını, sevgi ve nefretlerini, bedenlerini bir anlığına olsa da alkolün etkisiyle dondurmak veya daha doğru bir tanımlamayla uyutmak istiyorlar. Yaşama renk katmak isteyenler ise, içkiyle birlikte güzel yemekler tatmak, dostlarıyla muhabbet etmek ve azıcık da kafayı bulmak için içerler. Efkâr dağıtmak, günün yorgunluğunu atıp dinlenmek, sinirlerini yatıştırmak için insan bazen yalnızken de içer. Yalnız, tek başına içerken, en iyisi ölçüyü kaçırmadan hafif bir müzik eşliğinde ya anılarda yolculuğa çıkılmalı ya da geleceğe dair düşler kurulmalıdır. İçki, uygun koşullarda ölçülü içildiğinde bellekteki fırtınaları çoğaltmaya ya da dindirmeye yarar.
İçki denilince sadece bir tek tür akla gelmemelidir.
Çeşit çeşit içki vardır: Rakı, şarap, votka, viski, bira, rom, cin gibi. Ve bu içkilerin her birinin de kendine has bir içim tarzı vardır. Her içki her yerde içilmez, bu bir. İkincisi, içmesini, demlenmesini sevenler hangi mezeyle, hangi yemekle hangi içkinin içileceğini çok iyi bilmelidir. Bu konuda bir Bektaşi öğüdü yol gösterebilir: “İçkinin azı az zarar, çoğu çok zarardır”. Öyleyse içki içerken bazı kurallara uyulmalı: Doğru yerde, doğru kişilerle ve yeterli ve uygun mezeyle ölçülü içmelidir.
Rakı fabrikasında çalışmış eski bir tekelci olarak, bu konuda bildiklerimi özet halinde sizlerle paylaşmak istiyorum:
1. Aç karnına kesinlikle içki içilmemeliyiz,
2. İçkiyi ölçülü içmeliyiz,
3. İçkiyi yalnız değil, sevdiklerimizle içmeliyiz,
4. Demlenirken muhabbeti eksik etmemeliyiz.
Bunlar, içki içmenin ana kurallarıdır. Bu kurallara uymayacaksak, içkiden uzak durmalıyız. Yoksa biz içkiyi değil, içki bizi içer. Zaten, Şarap Tanrısı da bu konuda kısıtlama getirmiştir; sadece üç tas içilmesi gibi. Birinci tas, sağlığın; ikinci aşk ve zevkin; üçüncüsü uykunun şerefine içilir. Dördüncüsü şiddetin, beşincisi gürültü ve curcunanın, altıncı sarhoşa cümbüşün, yedinci morarmış gözlerin, sekizinci polisin, dokuzuncu safranın ve onuncu deliliğin şerefinedir. (Karlos Parada, Geneological Guide to Grek Mythology.)
Birleşmiş Milletler, 1950’li yıllarda içki konusunda uzman olan Prof. Dr. Jellinek başkanlığında bir heyete dünya çapında geniş bir içki araştırması yaptırmış. Bu araştırmanın en önemli sonuçlarından biri, yemekle içmenin nasıl bağdaştırılması gerektiği üzerineydi. Araştırmaya göre, kesinlikle aç karnına içilmemeli, aç karnına içmenin kötü olduğu, bu nedenle içmeden önce ufaktan bir şeyler atıştırılmalı. Vs…
Bizim kültürümüze uygun bir şekilde söyleyecek olursam: Fırından yeni çıkmış sıcak lavaş ekmek, beyaz peynir veya tulum peyniri, tereyağı, kavun, karpuz gibi aperatiflerle bir şeyler atıştırmalı. Ve 5–10 dakika sonra rakı içilmeye başlanmalıdır. Aç karnına içilen içki boğaza, yemek borusuna ve de mideye zarar verir. Rahmetli babam rakı içmeden önce ağzına bir miktar bal atardı.
Rakı sofralarında veya meyhanelerde porsiyon porsiyon yemek ısmarlanmamalı. Daha çok soğuk mezelerle idare edilmeli; sıcak yemekler (et, balık…) porsiyon olarak değil, tadımlık olarak masada ortaya gelmelidir. Lop lop yeme yerine, lokma alma kuralına sadık kalınmalıdır. Meze ve yemekler yavaş yavaş ve düzenli yemeli. Rakı yudumu, seyrek alınmalı. Yerken ve içerken arkadaşlar ve muhabbet unutmamalıdır.
Rakı sofraları anlık olmamalı, saatlerce sürmelidir. Bu nedenle, keyiflerin kaçmaması, muhabbetin berbat olmaması için ölçülü içilmelidir. Kendini tutmasını bilmeyen, içkide ve mezede sınırı aşarsa hem kendini ve hem de arkadaşlarını hırpalar. Vezirken rezil olunur.
Bir önemli nokta da rakıya buz atılması konusudur. Rakı içilirken, bardakta dolu olan rakıya sek halindeyken veya sulandırılmış haldeyken kesinlikle içerisine buz atılmamalıdır. Çünkü buz eridikçe, lezzet ve yoğunluk değişir. Buzdan dolayı rakının içindeki anason esansı donup kristalize olur ve tadı bozulur. Bunları dikkate almayan birçok kişi sulandırılmış rakının içine buz atar, bu doğru değildir. Ama rakı sıcak da içilmez. Bu nedenle, hem rakının içine katılan su ve hem de rakıya eşlik eden içilecek su soğuk olmalıdır. Soğutma içerden değil, hariçten yapılmalıdır. Diğer bir yanlışlık rakının sek içilmesidir. Sek içme ağız, yemek borusu, mide ve akciğerde tahribat yapar; sinir dokuları da çok çabuk uyuştuğundan erken sarhoş olunur. Rakıyla birlikte şalgam ve ayran içimi de diğer bir yanlışlıktır; demcilerin/ akşamcıların literatüründe şalgam ve ayran yoktur. Kent yaşamına köylü alışkanlıkların girmesi sonucu yakın zamanda bunlar rakı masalarında görülmeye başlandı.
Bir kötü alışkanlığımız da toplumumuzda içkinin daha çok erkek erkeğe içilir oluşudur. İçki yaşamımıza renk katmak için içiliyorsa eğer, yaşamın en güzel rengi olan kadınlar neden ihmal ediliyor.
Bence en güzel içki, bir kadının elinden içilen içkidir.
26 Şubat 2007 tarihinde http://www.gunlukhaberler.com sitesinde,
9 Mart 2007 tarihinde Ergani Haber gazetesinde yayımlandı.