//

Gertrude Bell’in Yazılarında Diyarbakır, Ergani, Maden -I

okuma süresi: 6 dk.

Bir Fotoğrafın Düşündürdükleri başlıklı yazımda Gertrude Bell’in Meryem Ana Kilisesi avlusunda çektiği fotoğrafı vermiş, sonra da kiliseyle ilgili düşüncelerimi yazmıştım(23 Şubat 2007/ Ergani Haber).

Bu yazımda ise, Gertrude Bell’in kendisini kısaca tanıttıktan sonra, Amurath to Amurath (1911) kitabında yer alan Zâkhô to Diyârbekir – Diyârbekir to Konia (Zako’dan Diyarbakır’a, Diyarbakır’dan Konya’ya) başlıklı yazısından Ergani ve Diyarbakır ile ilgili kısmı, babasına ve annesine yazdığı mektupların Türkçe çevrilerini bilgilerinize sunmak istiyorum. Ama önce Gertrude Bell’i tanıyalım.

Gertrude Bell, 1868 yılında ABD’de doğdu, fakat çok genç yaşta, ailesiyle birlikte İngiltere’ye taşındı. İlk eğitimini evde ve daha sonra bayanların üniversite eğitiminin yaygın olmadığı dönemde, Oxford Üniversitesi’nde 20 yaşında 2 yıl tarih eğitimi aldı. Sınıf birincisi derecesiyle ayrıldı. Mezuniyetten sonra, sosyal yaşamının çoğunu Londra ve Yorkshire’de geçirdi. Sık sık Avrupa ve İran’a seyahat etti.

Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz Gizli Servisi hesabına istihbarat çalışmalarında bulunmak için, erkek kılığında, arkeolojik araştırmalar yapıyor havalarında, şeyhleri ikna için Ortadoğu’da dolaşıp durdu. Arap kültürü ve kabilelerini yakından tanıdı. İngiliz Gizli Servisi Kahire Bürosu’nda uzun yıllar görev yaptı. Daha sonra, Bağdat’a üst düzey Komiser olarak atandı. Irak sınırının çizilmesinde aktif rol aldı. Irak Kralı Faysal’ın danışmalarından biri oldu. Bağdat’ta Irak Müzesi’ni kurdu. Çalışmaları esnasında, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde de çok değişik yerlerde geziler yaptı, insanlarla tanıştı, arkeolojik kazılarda bulundu. Arapça, Türkçe… öğrendi. 1926 yılında aniden öldü. Bağdat’ta görkemli bir törenle gömüldü. Kendisinden geriye 1600 civarında yazı, mektupları, 16 günlüğü ve 1900-1918 yıllarında çektiği 7000 fotoğrafı kaldı. Bunların çoğu Ortadoğu ve Anadolu’ya aittir. Yazı ve fotoğraflar arkeolojik yerlerin önemli belgeleridir.

Bu belgeler, 1982 ve1988 yılları arasında otomatik kopyalanmış, fotoğrafların bir kataloğu 1982’de, ikincisi ise 1985’te yayınlanmıştır. Kısacası yazıları, mektupları ve çektiği fotoğraflar internet ortamında kendi adına açılan bir arşivle kamuoyuna sunulmuştur. İlgi duyanlar veya daha geniş bilgi edinmek isteyenler http://www.gerty.ncl.ac.uk sitesine bakabilir. Gezi notlarının bir kısmını içeren Amurath to Amurath (1911) kitabının VIII. Ve IX. Bölümlerinde Zâkhô to Diyârbekir – Diyârbekir to Konia gezi güzergâhında kaleme aldığı yazı ve çektiği fotoğraflar yer almaktadır (s. 289-361). İngilizce olan kitabın tamamı 361 sayfadır.

Gertrude Bell Ergani’de 1909 yılında bulunmuştur.

Amurath to Amurath (1911) adlı kitabında yer alan Zâkhô to Diyârbekir – Diyârbekir to Konia (Zako’dan Diyarbakır’a, Diyarbakır’dan Konya’ya) başlıklı yazının çevrisini yapan işyerinden arkadaşım Önder Yunusoğlu’na teşekkür ederek, Türkçe çevrisini aşağıda sunuyorum:

10 Mayıs -4 Haziran
Babiller ve onlardan sonra gelenler Nasturîler ve Müslümanlar, Nuh’un Gemisi’nin sular çekildikten sonra Ararat (Ağrı) Dağı’nda değil de, Cudi Dağı’nda oturduğu düşüncesindedirler. Yaptığım Haç ziyareti ve gördüklerimden sonra bende aynı düşüncedeyim.

Zaho’da kamp sırasında gök gürleyip üzerimizde kar tanecikleri parıldamaya başladı. Bütün iddialarında direnirken ertesi gün biz de yüzümüzü onlara doğru dönerek verdikleri karara sesimizi çıkarmadık. Tanıştığımız kişi Selim adlı oranın yerlisiydi. Zaho’da 4 ayaklı taştan yapılmış bir köprü geçiyordu. Ama Dahuk’a geldiğimizde Hezil nehrinin üzerinde köprüyü gördük. Habur’un başlıca ana nehri olup, karların erimesiyle hızlı bir şekilde akmaktadır. Nehrin orta yerindeki suların botların ucuna kadar değip, elimizdeki kısrağı hırpalamaya başladı. Bu yüzden, yanımızdaki bir kızda nehrin içerisinde eğilerek az kalsın düşüveriyordu. Oranın iki yerlisi kızın düşmesine son anda mani oldular.

Biraz dinlendikten sonra, yolumuza devam ettik. Zaho’dan 4,5 saat gibi bir sürede geçtik. Az ileride kuzeye doğru aynı isimde başka köyü gören eski tepeciğe kadar çıktık. Bu tepeye çıkmamız 2,5 saatten daha fazla süre aldı. Gerik köyünün yanındaki meşe ağaçlarıyla kaplı alanda öğle yemeği yedik. Sonra izlediğimiz yol bizi otlakların yükseldiği Geurmuk ve Dadar’a kadar götürdü. Dar boğazının girişinde kayalıkların aşağısında Hasanah köyü vardı. Bulutlar gittikçe dağın tepesine toplanıyorlardı. Bizde gölün kenarına çadır kurarak geceyi burada geçirmeye karar verirken tam o esnada gök gürleyerek dağlar arasında yankı yaptı. Hasanah köyü Hristiyan bir köy olup, sakinleri kısmen Nasturî kısmen de Amerikan misyonerlerinin etkisiyle dönmelerden oluşmaktadır. Tanıştığımız, Protestan Nasturî Papazı bana bir demet pembe renkli gül uzattı. Gülü severek kabul ettim ve ona tepelere doğru çıkmamada bana rehberlik edip edemeyeceğini sordum. İsmi Kas Mattai olan bu papazın Arapça konusunda bayağı bilgisi vardı. Arapça dışında Kürtçeyi de çok iyi biliyordu. Ama şivesi Fellahça şekilde olup, köylü aksanı vardı. Kardeşi Shim de yolculuğumuzda bize eşlik ediyordu. Dağları sanki bir kedi gibi tırmanıyordu. Daha sonra etrafı çiçekler kaplı neredeyse olağanüstü bir güzelliği olan dar bir vadiye kadar yürüdük. Süryanî kralın fotoğraf makinesiyle resim alabilmek için aşınmış bir kayalığa kadar sarp yamaçlı tepeleri çıkarak geldik. Tepenin yukarısında yüksek yakın kayalıklar boy gösteriyordu. Arasında ise, küçük ormanın içerisine doğru zikzak şeklinde bir patika yol vardı. Düşen kayalıkların ve ağaçların arasında zaman zaman kaybolduk. Ama, taştan yapılmış setlerin kolayca takip edilmesinden dolayı kaybolmadan ilerleyebiliyorduk. Yalçın kayalıkların zirvesinde küçük bir kalenin kalıntıları vardı. Duvarlar ufalanmış ve kümelenmiş taşlardan dolayı güçlülükle seçilebiliyordu. Çoğu, tepeden aşağı düşmüştü. Aşağıda yoğun bir şeklide etrafa saçıldıklarından ötürü kolayca fark edilebiliyordu. Yolun sonunda, Hasanah Boğazı’nı koruyan saat-kule karşımıza çıktı. Onun karşısında ise ikinci bir yalçın kayalıklar boy gösteriyordu.

Kürt tepelerinin güney taraflarına doğru bir veya birçok dilde bilgi veren insanları görmek mümkündür. Arap nüfusun fazla olduğu Diyarbakır’da Arapça, Türkçe ve Kürtçe eşit şekilde konuşulmaktadır. Harput’tan Malatya’ya doğru yolculuk ettiğimiz zaman, Diyarbakır’ın kuzey taraflarında Arapça ve Kürtçe konuşulması kesilmiştir. Fattuh, yolculuk sırasında diğer vasıflara ek olarak, Türkçeyi çok akıcı bir şekilde konuşmaktadır. Benimle birlikte olan yoldaşların diller hakkında bilgilerinin olduğunu gördükten sonra, benimde yeteri kadar güzel ve esnek bir dile sahip olmak istemişimdir. Anadolu yaylası üzerinde Toros dağlarından karşıya geçmek için teçhizatlarımızla birlikte yola çıktık.
(Haftaya kalan yerden devam edilecek…)

Yazının devamı: Gertrude Bell’in Yazılarında Diyarbakır, Ergani, Maden -II

8 Haziran 2007
Ergani Haber Gazetesi

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.