Bu hafta, Hayri Çakmak’ın gönderdiği “Bir Gün Mutlaka” yazısını sunmak istiyorum.
“Bir Gün Mutlaka“, umudunu tüketmeyenlerin haykırışıdır. Ve inanma arzusunu en iyi dile getiren bir ifadedir.
İnanma arzusu, insanlarda en derin arzu türüdür. İnsanlar, bir gün her şeyin “mutlaka” daha iyi olacağına inanmak ister. Bu arzu, insanları zorluklar karşısında, imkânsızlıklar karşısında ayakta tutar. Bu, insanın doğasında olan bir şeydir. İradeye bağlı eylemler, davranışlar, arzu, niyet ve amaçlar kontrol altında tutabilir, ama inanmadan edemez insan. Tanrıya, anaya, babaya, öğretmene, imama, komutana, partiye, lidere, adalete, hukuka, devrime, dosta, arkadaşa, sevgiliye… inanır veya en azından inanmak ister. Bu nedenle olacak ki, La Fontaine; “Herkes korktuğuna ve arzuladığına çok kolay inanır” der. Çünkü belirsizlik, ne olacağını bilememe, kuşku insanı rahatsız eder. Oysa bilmek ve inanmak, insana özgüveni arttıran pozitif bir enerji verir.
Bir de herkesin inandığına inanma vardır. Hayri Çakmak, böylelerinden değil; onunki, “büyük heyecanlar veren” bir aşka inanmadır. Her şeyin, “bir gün mutlaka” iyi olacağına inanmadır: Geleceğe yöneliktir. İyi olan şeylerin, güzelin bekleyişidir. O, sevdalıların buluşacağı, özgürlüğün bayram olarak kutlanacağı günü, kırlangıcın kanadında baharın müjdesini beklemektedir.
Bilgi, acı ve mutluluk sessizdir. Hayri’nin şiir ve yazıları ise, sessiz bir çığlıktır.
Ben, “Bir Gün Mutlaka“yı severek okudum. Sizlerin de seveceğinizi umuyorum. İşte:
“Bir Gün Mutlaka
Her canlının kendine özgü hayata tutunma nedenleri vardır, bilirsiniz. Tohumlar toprağa tutunur, başaklar dala, gövde köklere tutunur… insan, insana ve güzel olan her şeye (geçmişe, geleceğe, bilinmezliğe)…
Her insanın ve yaşın kendine göre hayata tutunma, asılma nedenleri vardır, bilirsiniz. Bebe iken çocuk olmak için didinip durursunuz, annenize tutunursunuz, annenizin ak memesine… Bir an önce büyümek, duvarları aşıp arkadaşlarınızla parklarda oyunlar oynamak istersiniz. Tüm oyunlarda (hayatlarda) oynamak için büyümek istersiniz belki de… Anne ve babanızın gözünde büyümeseniz, her zaman çocuk kalsanız da, kendinize büyümek istersiniz, sadece…
Yıllarca yürüdüğünüz yollar, oynadığınız sokaklar, tırmandığınız ağaçlar, o uzak kendinize. Ve yalnız kasabalar sıkar sizi, dar gelir kalp atışlarınıza. Yollar uzamaz. Sokaklar, kasabalar büyümez, sadece siz büyürsünüz. Dar gelir giydiğiniz elbiseler, oturduğunuz evler, oyunlar… büyümek isterseniz. An be an büyürken, tüketirken ömrünüzü, ölüme daha yakın olacağınızı bile bile büyümek istersiniz. Kocaman bir bilinmezlik vardır belki de büyüme-k arzunuzda.
Büyüdükçe bugün sahip olamadığınız her şeyin sahibi olacağınızı düşünürsünüz… büyümek istersiniz. Büyük bir sabırsızlıkla durmaksızın büyümek isterseniz Başınızı büyümeyle olan savaştan kaldırmadan, büyümek istersiniz. Yorulduktan, yeterince yenildikten sonra büyüdüğünüzü fark edersiniz ansızın. Elbiseler sarmaz sizi, teniniz dar gelir çabucak büyüyen bedeninize. Gün geçtikçe iyiden iyiye fark edersiniz cinsel kimliğinizi. Yaşadığınız yer dar gelir, boğulur gibi olursunuz, büyümek istersiniz. “Ten, insanın ihanetidir” der M. Mungan, zaman adım adım, sinsi sinsi gölgeler düşürür mahcup teninize. Sivilceler oluşur esmer, kumral, beyaz yüzünüzde. Ya bir genç kız oluvermişsiniz, yada esmer bir oğlan…
Her canlının kendine özgü hayata tutunma nedenleri vardır, bilirsiniz… Gençsiniz, yakışıklı ya da güzelsiniz, beyninizle, bedeninizle, tüm benliğinizle. Gençsiniz, mevsimlerden en çok bahara benzersiniz… Kavak yelleri eser başınızda, rüzgarlar yurt arar sanki yürek atışlarınızda, damarlarınızda. Rengarenk çiçekler açar ışık yüklü yüzlerinizde, gülüşlerinizde, aniden açıveren çağla çiçeklerine benzersiniz. Neşe, hüzün, üzüntü, yalnızlık, kararsızlık, çaresizlik, kıskançlık, endişe vb. duygular arasında debelenip durursunuz bir parya gibi. Durmadan değişen farklı duyguların mihrabına dönersiniz apansız. Bilmediğiniz bir çok şey birdenbire girer naif hayatınıza, yeni insanlar, duygular, düşünceler, ilişkiler… Onca yeni şeyle bir anda tanışmanın verdiği bir endişe ve telaş vardır içinizde, yorularak büyürsünüz.
“Kadınlar yüze ve bedene rağbet eder” der Stendhal. Güzel bir yüzün, saçların, gözlerin, bedenin büyüsüne kapılırsınız… Çırpınır durur çocuk yüreğiniz yaralı bir kuş gibi, bir huzursuzluk başlar içinizde, apansız yerden kesilir ayaklarınız… Aşktır ayaklarınızı yerden kesen. Ona ulaşmak için bütün yolları denersiniz. Kitap okur, sinemaya, tiyatroya gider, en olmadık yerlerde bulunur, bütün insanları tanımak, anlamak isteği ile dolarsınız.
Bildiğiniz, bilmediğiniz en güzel yerlere ona gitmek için gidersiniz, onunla yürek yüreğe. Hayata tutunma gerekçeleriniz siz büyüdükçe büyür, çoğalır, değişir… Bir gerekçe daha eklersiniz hayatınıza. “Aşk” için, bir kişilik yer açarsınız ömrünüzün gayri “resmi aşk geçidinde”.
Durmadan büyümek istersiniz her yengi ve yenilginizde, her yenilgide kurban edersiniz küçüklüğünüzü. Gençsiniz, yeni adımlara bilenirsiniz. İlk atışlarda ıskalarsınız; acemisiniz çünkü. “Bir kez ıskalarsanız, her zaman ıskalarsınız” der A. Altan, ıskalarsınız. Size anlamsız gelen birçok şeyden korkulardan, endişelerden “aşk”ı ıskalarsınız.
Yükselen suların çekilmesini beklersiniz, kanayan, ağrıyan bir yerler ararsınız bedeninizde. Durmadan, dinlenmeden yar-a-lar ararsınız bedeninizde. Sular, çekilir, acılar diner.
Yeni bir güne, yüze, yüreğe dönersiniz günebakanlar gibi, bilenirsiniz. Tüm yolları dener, her şeyden vazgeçersiniz sevmek, sevilmek, ona varmak için.
Terli yürek küreklerinizi masmavi bir denizde aşka doğru çekersiniz bir daha. Sevmek, sevilmek için çırpınıp durursunuz, içinizde bir korku, bin endişe. Ya ıskalarsanız..! Ya hep ıskalarsanız. Yüreğiniz bir orman gibi yeşil, bedeniniz gergin ipte yürüyen bir cambazın ayakları gibi gergin. Bu kez olacak, olmalı dersiniz kendinize.
Gün gelir, işler yoluna girer gibi olur. Yükselir kalp atışlarınız, çırpınıp durursunuz alıcı bir kuş gibi. Pençeleriniz kanatır içinizi. Peri masallarındaki kahramanlar gibi kısa bir zaman diliminde büyük mutluluklar eklersiniz ömrünüze. Aşk için yıllarca çalışıp biriktirdiklerinizi büyük bir savurganlıkla, sigara dağıtır gibi pervasızca dağıtırsınız. Ona yakınlığınızı göstermek için sahip olduğunuz her şeyi bir anda ona vermek istersiniz. Bütün hikayelerinizi, şiirlerinizi, esprilerinizi, yaşadıklarınızı tüketirsiniz. Yoğunluğunuz, yorgunluğunuz ağır gelmeye başlar, korkutur onu. O büyük sevdanız, ağır gelir o nazlı yüreğe. Korkutur onu aşkı yaşatıp, taşımak için dalıp gitmeleriniz, korkutur yüzünüzdeki parçalı bulutlu hava raporu görüntüsü. İçinizde ise an be an onu kaybetme korkusu… Korkular depreşir. Aşk “verimsiz yüreklerde bitmez” der bir şair. Herkes aşkını, sevincini, kederini, kendini taşır gittiği yere, siz korkularınızı yetmezliklerinizi. Ayrılıklarla bağlanırsınız, ayrıldığınız hayatlara. Kaybolup, koparsınız. Aşk iki etaptan oluşan, ve her etabı en az öteki kadar önemli bir koşudur. Aşka ulaşmak için harcadığınız çaba, tükettiğiniz cephane aşkı yaşatmaya yetmez oysa. Yıllar boyunca yaptığınız aşka gitme provaları, aşkı ıskalamak için yapmışsınız sanki. Oysa aşk apansız, çırılçıplak yakalanmaktır biraz da. Provalar, aşka giden yolları kolaylaştırsa da, aşkın kendisini kolaylaştırmaz, derinleştirir, güçleştirir.
Her yaşın hayata tutunma gerekçeleri vardır, bilirsiniz. Siz bütün acılara, ayrılıklara, hayal kırıklıklarına, yorgunluklara rağmen yine de umutla, gitmesini hiç istemediğiniz gençliğinizle, bağlanırsınız devasa hayata. Bu kez aşkla gitmekten çok, aşkı yakalamaya, yaşamaya ayarlarsınız yürek atışlarınızı…
13 Temmuz 2007
Ergani Haber Gazetesi