Meryem Ana Kilisesi’nden söz etmek istiyorum. Çünkü içler acısı, virane bu kilisenin yıkılmamış, sağlam durumdayken, avlusunda atların bağlı olduğu bir fotoğrafı elime geçti. Fotoğrafa bakınca, içimden; “Hey gidi günler hey, bu tarihî görkemli eser böyle mi olacaktı” dedim.
Fotoğraf, Gertrude Bell’e (1868-1926) ait.
Gertrude Bell, bir İngiliz Gizli Servis ajanıdır. 1899 yılından başlayarak 1911 yılına kadar, birçok kez Osmanlı İmparatorluğu’nda gezi ve araştırmalar yapar. Çok sonraları yaptığı araştırma ve gezilere ait bilgilerin bir kısmı kendi adına oluşturulan bir arşivde açıklanır. Arşiv, Gertrude Bell’in yazılarını, mektuplarını ve çektiği fotoğrafları içermektedir. İlgi duyanlar http://www.gerty.ncl.ac.uk sitesine bakabilir.
Bu sitedeki arşivin dışında, Gertrude Bell’in gezi notlarını içeren bilgiler, ayrıca, 1911’de yazdığı Amurath to Amurath (Murat’tan Murat’a) adlı eserinde yer almaktadır. Bu kitabın 289-361 sayfaları arasında Zâkhô To Diyârbekr – Diyârbekr To Konia (Zaho’dan Diyarbakır’a – Diyarbakır’dan Konya’ya) gezi güzergâhında kaleme aldığı yazı ve çektiği fotoğraflar bulunmaktadır. İngilizce olan kitabın tamamı 361 sayfadır.
Gertrude Bell, Ergani’de 1909 yılında bulunmuştur.
Gertrude Bell’in çektiği Meryem Ana Kilisesi’nin fotoğrafını görüyorsunuz. Fotoğraf altındaki açıklayıcı bilgilere baktığımızda, fotoğrafın Ocak 1909 tarihinde Gertrude Bell tarafından çekildiği, kilisenin sapasağlam ayakta olduğu, avlusunda iki atın bağlı olduğu, kilisenin yapı bakımından da durumunun “iyi” olduğu belirtilmekte. Zaten fotoğrafa bir göz attığımızda, kilisenin ne kadar iyi bir durumda olduğunu görmekteyiz.
Bu fotoğrafa bakıp ta hüzünlenmemek/ üzülmemek mümkün mü?
Albüm No: N 112, Çekiliş Tarihi: Ocak 1909
Fotoğrafı Çeken: Gertrude Bell
Yer: Arghana-Türkiye,
Yerin Modern Adı: Ergani-Manastır
Durumu: İyi.
Kilise hakkında da biraz bilgi vermek istiyorum.
Meryem Ana Kilisesi, Zülküf Dağı’nın zirvesinin doğusunda, Dicle’ye bakan büyük kayanın üzerinde yapılmıştır. Ne zaman yapıldığı tam bilinmese de, Ermeni Rahip Ğugas İnciciyan kilise ile ilgili yine de bazı bilgiler vermektedir. Kilise, Ergani’den bakıldığında bulutların arasında kartal yuvası gibi heybetli durmaktadır: Meryem Ana Kilisesi isminden olacak ki, Zülküf dağının diğer adı Meryem Ana Dağı (Çiyayê Meryema)’dır.
Zirvedeki kilise, zamanında Ergani’de bulunan büyük manastırın bir parçasıydı. Zamanında muhteşem bir yapıymış. İbadethaneleri ve eğitim kısımlarının dışında misafirhaneleri, yemekhaneleri, fırınları, ahırları olan büyük bir manastırmış. Kısacası, büyük bir mabetmiş; mimari ve kullanılan malzeme yönünden tarihî bir şahesermiş. Bu kilisenin duvarlarının zamanında mükemmel çinilerle kaplı olduğu söylenmektedir. 1960’lı yıllarda bile duvarlarda cini kalıntıları bulunmaktaydı. Kilisenin Piran’a (Dicle’ye) bakan tarafında merdivenlerle inilen derin ve büyük su mahzenleri varmış. Büyük bir odaya benzeyen bu mahzen, kemerlerle ikiye bölünürmüş. Bunun sonunda aynı biçimde, fakat kemersiz kar deposu varmış; sıvalı, mükemmel bir oda biçimindeymiş. Bunların dışında kilise harabelerinin ortasında yine derin ve kavisli, eğiri bağımsız şekilde bir sarnıç daha varmış.
Kiliseyle ilgili elimize ulaşan en detaylı bilgi daha önce de değindiğim gibi Ğugas İnciciyan’ın eski Ermenice olarak yazdığı Aşkharakrutyun, Çorits Masants Aşkharhi (Dünya Coğrafyası) adlı kitabında bulunmaktadır.
İlgili bölümün yaptırdığım Türkçe çevrisini aktarıyorum:
“Yalçın Asdvadzadzin: Yukarda zikredilen dağın tepesindeki manastır. Yüksekliği nedeniyle yazınımızda bu adla anılmıştır. Kilisesi Asdvadzadzin [Aziz Meryem] adına Hz. İsa’nın talebelerinden Tateos adına kurulmuştur. Fakat 14. yüzyılda Rahip Nağaş Mıgırdıç buranın virane oluşunu görerek burada rahip yetiştirmeye başlamıştır./ Daha sonra yıkılıyor, daha sonra tekrar yapılıyor vs./ Manastırın kapısının içinde bir yazıt vardır. Bu da buranın bir kutsal mekân olduğunu belgeler.
Kutsal ekmeğin eda ediliş yerinin bulunduğu bölümde çok eskilerden kalma bir Hz. Meryem resmi vardır. Bu bir örnektir. Bu resim ziyaret konusudur. Hatta Arğınimaden köyünden Rum ziyaretçiler de ailece gelip adaklar adarlar. Bu resim 17. yüzyılda Johhannes rahibin Lehistandaki [Polonya’daki] takdis edilişinin resmidir. Arğınili rahip 17. Yüzyılda Polonya’dan beraberinde getirmiştir bunu.
Manastırın temeli 1663’te, Yeğiazar Gatoğigos tarafından henüz katolikosul tahtına çıkmadan konulmuş, kilise ise daha önceden varmış. Dini önder Pağeşli [Bitlisli] Nurdinyan Aprahman zamanında (mezarı kilisenin kapısı önündedir) manastırın fırını, mutfağı ve kileri yandı. Daha sonra, onun öğrencisi rahip Garabed, Sultan Mustafa zamanında bunları yeniden yaptırdı. Bu manastır Diyarbakır Patiriklinin devamıydı, daha sonra manastır Diyarbakır Patrikliğinden ayrıldı. Eskiden bu manastır Diyarbakır dini önderinin merkeziymiş, özelliklede yazları.”
1612 yılında Ergani’ye gelen Ermeni Seyyah Tıbır Simeon da gezi notlarında; “Şehrin en üst kesiminde, Yüce Meryem Ana adını taşıyan kargır ve kubbeli büyük bir kilise vardı. Dağın eteğinde bulunan zengin köyde de ayrıca diğer bir kilise varsa da, yukarıdaki kilisenin havari binası ve mucize yaratan pek kutsal bir tapınak olduğu rivayet ediliyordu” diyerek, Meryem Ana Kilise’si hakkında bilgi vermektedir.
Bugün, bu kilise içler acısı bir durumdadır. Karşı dinin, “öteki”nin, “gâvur”un ibadethanesi olduğu için sahiplenmeme; ölü ve mezar soyucu define avcılarının tahribatı, tarih bilincinin yoksunluğu, ilgisizlik, hümanist değerlerin olmayışı; tamir ve onarım yapılmayışı; kar, yağmur, don ve rüzgârın karşı konulmaz yıpratıcılığı nedenleriyle bir taş yığını haline gelmiştir. İçten içe, buna sevinenler bile olduğundan hiç kuşku duymamaktayım.
Ergani Belediyesi’nin yayınlarında ve Ergani üzerine yazılan kitaplarda, yazılarda Meryem Ana Kilisesi’nin 360 odalı olduğu hep yazılmaktadır. Kilisenin 360 odalı olduğunu ben hiçbir kaynakta göremedim. 360 odalı olma olayının nereden çıkartıldığını da bilemiyorum, ama yine de iyi ki kilisenin büyüklüğüyle övünüyoruz diyorum: Ya yıkma veya yıkılmasına seyirci kalmamızla övünseydik!?.
Ayrıca Ergani Belediyesi’nin eski eşekli çöpçüsü Beşiktaşlı Kıtmır Ali (Dolu)’nin Meryem Ana Kilisesi’nde çocukken seyislik/çobanlık yapmış insanlardan biri olduğunu söylenmektedir.
***
Eskiden, çok değil, benim çocukluğumda, daha doğrusu 1960’lı yıllarda, Zülküf Dağı’nın tepesinde bulunan Meryem Ana Kilisesi’ni değişik yerlerden gruplar halinde gelen Ermenilerce ziyaret edildiğini çok iyi hatırlıyorum.
Baharın başlangıcında, Paskalya Bayramı’nın 40. günü İsa Mesih’in göğe yükselişi yortusu olan Hampartsum’da, -bizim Sultan Newroz’da, Hıdrellez’de olduğu gibi -insanlar bağlık, bahçelik ve çayırlara gidilerek şenlikler düzenler, şarkılar söyler, oyunlar oynar… ve bölgenin sayılı kutsal yerlerinden biri olduğu için, aynı zamanda yaşlısından gencine, kadınlı-erkekli ama çoğunlukla kadınlar, kızlar ve çocuklar, gruplar halinde Meryem Ana Kilisesi’ne gelirlerdi.
Hampartsum’da, ziyaret için gelenler, bizim akrabaların bahçelerinde ağaçlarının altında ya da Minto Nenenin Suyu’nda, ceviz ağaçlarının altında gruplar halinde otururlardı. Annelerimizle ve biz çocuklarla hemen çok sıcak ilişkiye girerdiler. Biz çocuklara çörek, börek, kurabiye, kuru pasta, peksimet vs. verirlerdi. Annelerimiz ve akrabalarımızın hanımları onlara ceviz, pestil, yoğurt, yeşil soğan, maydanoz gibi yiyecekler verirlerdi.
Geldiklerinde, gece Meryem Ana Kilisesi’nde kalırlardı. Gece sabahlara kadar yıkık kilisenin etrafında mum yakıp ibadet ederlerdi. Ellerinde mum dönerlerdi. Gökyüzünün parlak olduğu geceler, Üçevler’de evimizden, Ergani’den bakıldığında kilisenin etrafında, gökteki yıldızların dışında, dağın zirvesinde yıldızlaşmış yanan ve hareket eden ışıkları, yıldızların altında dağın tepesinde ışıkların dans ettiklerini görürdük, ama duaların sesini duymazdık. Sadece, çok yavaş ışıkların hareket ettiklerini görürdük.
Kilise etrafında dönen o insanlar ve akrabaları nerede şimdi acaba?
***
Eski Ergani’de, yani Ergani Zülküf Dağı (Makam Dağı’nın) eteğinde iken, Ermeniler ve Müslümanlar birlikte yaşıyorlarmış. Aile büyüklerimiz böyle anlatırlardı. Ermeni nüfusu Müslümanlar kadar olmasa da, yine de oldukça fazlaymış. Yukarı şehirde iki mahalle varmış: Aşağı Mahalle, Yukarı Mahalle. Ermenilerin çok azı Yukarı Mahalle’nin doğu tarafında, çoğu ise Aşağı Mahalle’nin batı tarafında ve yer yerde karışık oturuyorlarmış. Ama en çok Zukar Efendinin Bahçesi’nin altında Karaçortan’ın yanında, sadece Ermeniler otururmuş. Ermeni köyleri veya köylerde Ermeniler var mıydı, bu konuda aile büyüklerimin bir şeyler anlattıklarını hiç hatırlamıyorum. Ama Yavuz Selim Kanunnâmeleri’nden olan Ergani Sancağı Kanunnâmesi’nde, Ergani’deki 14 adet Ermeni köyünün ismi, isim isim verilmektedir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi arasında bulunan Tahrir Defterleri’nde de Ermeni köylerinin isimleri yazılmaktadır.
***
Eskiden Meryem Ana Kilisesi, Ergani’nin simgelerinden biriydi.
Ergani denilince sembolleşen üç şey akıla gelirdi: Zülküf Peygamberin Makamı, Meryem Ana Kilisesi ve Dicle Köy Enstitüsü.
Türkiye genelinde, Köy Enstitülerini kapattık. Meryem Ana Kilisesini yıktık veya yıkımına seyirci kaldık. Şimdi geriye bir tek elimizde Zülküf Peygamber’in Makamı kaldı. İnşallah Makam’ın başına bir şey gelmez! (Bir şey olmaz demeyin; 1926’daki yıkılışını hatırlayın!)
Meryem Ana Kilisesi’nin 2001 yılındaki hali. -Foto: Müslüm Üzülmez Arşivi
Kilise benim gençlik dönemimde, Zülküf Dağı’nın tam zirvesinde harabe olmasına karşın yine de bir azamet ve ihtişamla dururdu. Ergani’nin neresinden bakılırsa bakılsın, o kayabaşına konmuş bir kartal gibi dağın başında tüm ihtişamı ile görünürdü. Ben, harabe halini çok gezdim. Duvarlarında yer yer mozaikler, freskler kırık dökük de olsa vardı. Duvarlar ayaktaydı. Şimdi bir taş yığını.
İnsanoğlunun acımadığına doğa acır mı?
23 Şubat-02 Mart 2007 tarihlerinde
Ergani Haber gazetesinde, ve 15. 01. 2010 tarihinde http://akunq.net/tr/?p=695 sitesinde yayımlandı.