“Sürgün her yerde yalnızdır!”-Victor Hugo
Amidalılar/ Sürgündeki Diyarbekirliler, hemşerimiz Şeyhmus Diken’in İletişim Yayınları’nca yayınlanan yeni kitabının adı. Kitap, 6 yıl önce başlanan ve üç kitap dizisi olarak tasarlanan kitapların sonuncusu: İlki Diyarbekir Diyarım Yitirmişim Yanarım, ikincisi İsyan Sürgünleri, üçüncüsü de Amidalılar.
Şeyhmus Diken, Amidalılar’da 12 Eylül sürgünü ve Diyarbekirli olmayı ölçüt alarak yerel ve sözlü tarihin doğaçlama yöntemini kullanıp 12 Eylül sonrasında veya arifesinde Diyarbakır’dan “gitmek” zorunda kalan veya çoğu 20 yıla aşkın süre gurbette yaşayan Kürt siyasi mültecilerle, başka bir ifadeyle Diyarbekirli olan sürgün şahsiyetlerle, siyasal tercih ya da her hangi bir ayrım gözetmeksizin ulaşabildikleriyle yaptığı söyleşileri bir araya getirmiş. “Görüşmelerde ağırlıklı olarak sürgüne gidişin psikolojisi üzerinde durulmuş, yaşam öyküleri bunun etrafında örülmüştür.” Kitabın girişinde yazdığı “Teşekkür” yazısında görüşmeyi kabul edip, ama görüşemediklerinin yanında ulaşamadıklarının da olduğunu bildirmektedir.
Siyasi sürgünler/ mülteciler önce çocukluklarının, gençliklerinin Diyarbekir’ine (ve Lice’sine, Silvan’ına, Ergani’sine, Pîran’ına…) dair hatırladıklarını anlatıyorlar. Sonra, 1960’ların sonlarından 1970’lere uzanan yoğun siyasal hareketlilik döneminin aktivistleri olarak, bu döneme ilişkin tanıklıklarını aktarıyorlar. Nihayet, 12 Eylül 1980 darbesi sonrasındaki atmosferi ve gerek Ortadoğu’da, gerek Avrupa’daki sürgünlük yaşantılarını hikâye ediyorlar.
Sürgünlük günlerini hikâye edenler: Tarık Ziya Ekinci, Fevzi Karadeniz, Aziz Alış, J. İhsan Espar, Mehdi Zana, Mahmud Önder, Zerruk Vakıfahmetoğlu, Malmîsanij, Gani Cansever (Heval), Keya İzol, Yaşar Karadoğan, Amed Tîgrîs (A. Meki Dalaba), Abid Dündar, Goran Candan, Haydar Diljen, Bayram Ayaz, Nedim Dağdeviren, Zekerya Çelik, Kutbettin Alış, Sait Güven, Vildan Saim Tanrıkulu.
Sürgün hayatı yaşayan bu hemşerilerimizin birçoğu ya arkadaşım veya şahsen tanıdıklarım. Bir kısmı eskiden aynı örgütsel yapı içinde yer aldığım, bir kısmı ise farklı örgütsel yapılar içinde olmamıza rağmen çok konuda aynı duygu ve düşünceleri paylaştığım dostlarım.
Belgesel nitelikli böylesine güzel bir eseri bizlere armağan ettiği için, Diyarbakırlılar olarak Şeyhmus Diken’e teşekkür borçluyuz.
***
Şeyhmus Diken, “Sürgün Her Yerde Yalnızdır” başlıklı giriş yazısında önemli ve ilginç saptamalarda bulunmaktadır:
“Sürgünlerle ilgili ilk yüzleşmeyi 2000 yılında İsveç’e Stockholm’e gittiğimde yaşamıştım. Orada kaldığım bir haftalık zaman diliminde her anım onları izleyip gözlerken kendimle hesaplaşarak geçmişti. Tartışmıştım sürekli sürgün Kürtlerle. Israrla dönmelerini istemiştim kendilerinden. Çünkü fark etmiştim ki 20 yıldan fazla zaman geçmesine rağmen oralı olamamışlardı. Ayrık otu gibi duruyorlardı. Filmi kaçıp göçtükleri 12 Eylül 1980 öncesinde durdurmuşlar ve o andan öteye geçememişlerdi. Sürekli birbirlerinin gardını ölçen küçük guruplar halinde yaşıyorlardı. Hayatın her ayrıntısına siyasal bir gönderme yapmak adeta varlık nedenleriydi.
Sürgün(lük) ortamı zaman zaman gözlerine daha geniş, daha özgürlükçü gibi görünse de; birey olarak sürgünlüğü yaşadıkları ülkede her halleriyle ciddi bir altüst oluş içinde oldukları belliydi. Bu bir zihinsel karmaşa mıydı? Sorun neydi? Sorunlu olmaklıklarını kendilerine itiraf edemiyorlar mıydı? Ama hikâyelerini dinlediğimizde ne kadar da büyük bir umutla direndiklerini fark etmemek elde değildi.” (s.13-14.)
“Sürgünlük geri dönüşsüz hayatlara doğru çıkılan uzun yolculukların, kendi coğrafyasından kopuverişin hikâyesidir. Sürgün insanı yola çıkarken sadece gidiş biletini alır. Bu bilet tek başına ağır bir kırılma/ yarılmadır.
Sürgün ülkede yürüdüğünüz sokaklar hiçbir zaman sizin olmayan, sizin olmayacak olan bir şehrin sokaklarıdır. Her şey ‘sizden önce birileri tarafından düzene’ konulmuştur. Sizden, sizin ruhunuzdan hiçbir iz o ‘donuk yüzlü’ gölgeli soluk mekânlara yansımamıştır. Size kalan, bir yabancı gibi, sadece ‘seyretmektir’.” (s.17.)
Değerli yazarımız Mehmet Uzun da, “Amida Sürgünleri ve Şeyhmus Diken” başlıklı yazısında şu tespiti yapmaktadır:
“Bence sürgün, bir ayrılıktır; hüzünlü, sıkıntılı, kasvetli bir ayrılık. Sürgün, köklerden koparılmaktır; zorla, baskıyla ya da mecburen.
Sürgün, gidip dönmemektir.
Sürgün insanı ise mecbur insandır; mecburen gitmiştir, mecburen orada yaşamaktadır.
Türkiyeli Kürtlerin sürgün tarihleri uzun, sürgüne ilişkin hafızaları ise kısadır. Yüzyıllar boyu süren bu sürgün tarihinden geride ne kaldı diye baktığımızda fazla bir şey göremiyoruz.
Yazık…
Oysa böyle canlı, dinamik bir hafızanın geleceğe ilişkin önemi büyük.
Şeyhmus Diken’in yeni çalışmasını böyle bir hafızanın yaratılması konusunda atılmış önemli bir adım olarak görüyorum.” (s. 21.)
Tarık Ziya Ekinci ise, “Sürgünler ve Sürgün Hayatı” başlıklı uzun sunuş yazısında Dünyadan ve Türkiye’den örnekler vererek sürgün olayını irdelemekte ve daha sonra sürgünlük ve kitapla ilgili şunları yazmaktadır:
“Sürgün kişi, genelde, hemen döneceği umudu ve beklentisiyle bu acılı yaşama başlar. Ne var ki, yıllar geçer, koşullar değişmez, umutlar ertelenir ama bitmez. Bu yıl olmazsa, gelecek yıl dönerim diye düş kurar sürgün. Sürgünü ayakta tutan ve içine girdiği cehennemî hayatı dayanılır kılan bu dönüş umududur. Dönüş umudunu kaybeden sürgün yaşam gücünü de yitirir. Bu umudu kaybeden nice sürgün vatan hasretinden kurtulamamış, yad ellerde heba olmuştur.
Sürgün hasret doludur.” (s. 38.)
“Elinizde tuttuğunuz bu kitapta, Amidalılar’da da sürgün hayatların doğumundan itibaren akıbetini sorgulamış. Birçoğu henüz hiçbir yerde yazılı olarak kayıt altına alınmamış, ilk defa bu kitapla gün yüzüne çıkacak yaşanmışlıkların tarihe not düşülmesi olmuş Diken’in Amidalılar çalışması.” (s. 40.)
***
Sevgili arkadaşım, sağ ol. Böylesine güzel bir kitabı bizlere armağan ettiğin için ellerin dert görmesin. Hep gönlün zengin, ferasetin açık, kalemin tükenmez olsun!
İyi ki sizin gibi üretken ve duyarlı bir yazarımız var.
30 Temmuz 2007 tarihinde Yeni Yurt (Diyarbakır) gazetesinde,
03 Ağustos 2007 tarihinde Ergani Haber gazetesinde yayınlamdı.