“Bağırsakları ince olan insanın kalbi kinli, bağırsakları kalın olanın ise kalbi dar olur!”
Beslenme ve sağlık sorunlarının başında açlık ve şişmanlık gelmektedir. Bu iki bela, yani açlık ve şişmanlık, çağımızın en önemli sorunlarından biri olarak baş ağrıtmaktadır. Bir çelişki gibi gelse de, gerçek olan, açlık yeterli beslenememeden, şişmanlık ise aşırı, fazla beslenmeden meydana gelmektedir.
Açlık, yeteri kadar üretim araçlarının gelişmemesi, bilgi ve üretim kaynaklarının kıtlığı ve yeterli üretimin olmayışı sonucu insanların avare, boş boş gezmeleri veya genel tanımıyla işsizlikten kaynaklanmaktadır. Şişmanlık ise, modern üretim araçları ve ileri teknoloji sayesinde gerçekleşen fazla üretim sonucu insanların aşırı tüketimi; bedenen az çalışması, masa başında, televizyon veya bilgisayar karşısında fazlaca oturmasından oluşmaktadır. Evden işe, işten eve; bakkala, markete, kahveye arabayla gidip gelmeler… ve işyerinde ve apartmanlarda katlar arasında iniş çıkışlarda merdiven yerine asansör kullanma, bedenleri hareketsiz kalmaktadır. El, ayak, kafa küçülmekte; beden ise, enine genişlemektedir. Küçülen kafa ve büyüyen bedenle insanlar ördekleşmekte: Modern hayatın değişen bu durumuna göre yeni yaşam biçimlerine uymak için, insanlar ruhları ve bedenleriyle didişmekteler.
Açlık, yeteri kadar ekonomik ve teknolojik gelişememenin, sanayileşememenin, daha doğrusu kentleşememenin nasıl bir sonucuysa, şişmanlık ta kentleşmenin bir sonucudur. Dağlarda, çöllerde yaşayan göçebe ve köylülerin siz hiç şişman olduğunu gördünüz mü? Göremezsiniz; hem beslenme kaynakları fazla değildir, hem de sürekli beden hareket halindedir. Kırsalda yaşayanlar, göçebeler, ayrıca öyle hastalıkla, doktorla da fazla uğraşmazlar. Bir Kürt atasözü bu duruma çok güzel bir örnek oluşturmaktadır: “Her şeyin incesi dayanıksızdır, ama insanın kalını”. Kırsalda yaşayanlar, göçebeler gereğinden fazla besin almadıkları için; birahane/ meyhane, kahvehane… gibi alışkanlıkları olmadığı için daha sağlıklıdırlar, ama kentte oturanlar, hem gereğinden fazla kalorisi yüksek besinler aldığı için, hem bedenen hareket etmedikleri için ve hem de meyhane/ birahane, kahvehane, restoran alışkanlıkları olduğu için, şişman olmanın yanında birçok hastalıkla da cebelleşmekteler.
Kısacası, açlık ve şişmanlık cinsiyet farkı gözetmeksizin bedende fiziksel ve biyolojik değişimlere, psikolojik sorunlara neden olmakta; bununla da kalmayıp, estetik çirkinliği beraberinde getirmektedir.
Peki, ne yapmalıyız?
Ekonomik ve teknolojik gelişmenin önünde duramayız, ona karşı gelemeyiz. Karşı gelmemiz bir sonuç vermeyeceği gibi, zaten, doğru da değildir. Doğru olan; ekonomik ve sosyal gelişmeden, kentleşmeden yana olmaktır: Medenileşmektir. Doğru olan, kent yaşam biçiminin gelişmesi için mücadele etmektir: Çağdaş olmaktır. Bugün açlık, Somali, Etiyopya… gibi birçok ülkenin nasıl en önemli bir sorunuysa, şişmanlıkta Amerika Birleşik Devletleri, Almanya… gibi gelişmiş birçok ülkenin önemli sorunlarından biridir. Biz de ise, bir çelişki, hem de yaman bir çelişki yaşanmaktadır. Gelir dağılımının adaletsiz ve dengesiz dağılımı sonucu yüz binlerce insan açlık sınırlarının altında yaşamakta, ama aynı zamanda Sağlık Bakanlığı’nın açıklamalarına göre, -aşırı veya fazla beslenmeden- kadınlarımızın yarıya yakını, erkeklerin ise üçte biri şişman. Şişmanlığın önümüzdeki yıllarda tehlikeli bir durum alacağı da ifade edilmektedir.
Bu tehlikeli gidişe dur demek için açlık ve şişmanlıkla ilgili yapılması gerekenleri kısaca şöyle sıralıya biliriz:
*Üretilenden fazla tüketilmemelidir.
*Gelir dağılımındaki adil olmayan durum düzeltilmeli, herkese aş ve iş olanağı sağlanmalıdır.
*Ölçülü ve sağlıklı beslenilmeli, aşırı ve tek yönlü beslenme alışkanlıkları terk edilmelidir.
*Beden hareketsiz bırakılmamalı, zorunlu olmadıkça ulaşım araçları, asansör kullanılmamalıdır. vs…
Unutmayalım: Yeterli beslenmeyenin midesi, midesi çalışmayanın kafası; kafası çalışmayanın da midesi çalışmaz. Sadece midesi çalışanların ise, ne kafası, ne bedeni ve nede kuşu çalışır.
Tüm hemşerilerime sağlıklı bir yaşam dilerim. Selam ve sevgiler…
***
Paris’te yaşayan değerli yazarımız Prof. Dr. M. Şehmus Güzel’in peş peşe kitapları yayınlanıyor. Şimdiye kadar yayınlanan kitaplarına, Pêrî Yayınları tarafından yayınlanan iki kitabı daha eklendi.
1. Kadın Sineması:
Anne-çocuk, baba-çocuk ilişkileri, faaliyetleri. Tarihe kadın yaklaşımı; anılara sahip çıkabilmek için film üretmek; uzak ve yakın “topraklarda”, kişisel ve ortak hafızalarda yol almak/ yolculuk yapmak, yaşanılan çağa tanıklık etmek için… Türkiye, Bulgaristan, Arnavutluk, Rusya, Yunanistan, İngiltere, Brezilya, Güney Kore, Japonya, Fransa, Nikaragua, Norveç, Yeni Zelanda, Zimbabwe kadın sinema ustalarını biraz daha yakından tanımak için Kadın Sineması okunmaya değer bir kitap.
2. Gurbette Bile Bir Gökyüzü Varmış:
Kitabın tanıtım yazısından aşağıya alacağım kısa alıntının azda olsa kitap hakkında ipucu vereceğini düşünüyorum.
“Paris’i ‘ışıklandıranlar’ sadece Parisliler değildir; sadece Fransızlar değildir. Birçok yabancı, göçmen, gönüllü ve gönülsüz sürgünün de bu işte/ bu eylemde payı vardır; inkar edilmez bir boyutta hem de. Paris, gurbette yaşamanın Türkçesidir. Bu kent ister başkent olsun, ister isyanların doğduğu ve hedefine asla ulaşamadan tarihe karıştığı isyankent olsun, hiç fark etmez; gurbettesinizdir. Ve sıla hasreti dayatır. Ama canımızı sıkmaya da değmez. Çünkü bir sanatçımız kopar gelir oralardan. Ve ‘lambasını’ asar gökyüzümüze: ve o zaman işte ve sadece o zaman fark ederiz ki bu mekanda da bir gökyüzü varmış. İş, koşturmaca, kağıt ve bürokrasiden başka şey görmeyen gözlerimiz takılır: bir resme, bir afişe, bir heykele… ve işte deriz: sıla gurbete gelmiş, ‘misafir’ bile olsa.”
30 Mart 2007
Ergani Haber Gazetesi