12 Eylül’ün Şair Ettiği Bir Hemşerimiz: İsa Tekin

okuma süresi: 4 dk.

“Bire bin veren kınalı toprak/ Gömdüm umudumu bağrına.”

Ergani, yazın ve düşün bakımından bereketli bir coğrafyada bulunmaktadır.

İlçe olarak taşrada, sıradan bir kasaba olmasına rağmen Sezai Karakoç, Enver Atılgan, M. Şehmus Güzel, Enver Yorulmaz gibi şair ve yazarlarıyla yazın dünyasına; Adnan Aral, Şeref Yıldız, Nusret Yılmaz, Fevzi Karadeniz, Abdurrahman Demir, Müslüm Üzülmez, Aytekin Yılmaz gibi politik şahsiyetleriyle düşünce dünyasına katkı sunabilmiştir. Ama bu katkıda şairlerin yeri bir başkadır. Çünkü şair toprağıdır Ergani: Ünlü, ünsüz birçok şairi bağrından çıkartmıştır. Birçok şair havasını solumuş, suyunu içmiştir: Sezai Karakoç, Enver Atılgan, Muzaffer Ünal, Vecdi Subaşı, Naci Gümüş, Resul Üstün, Hayri Çakmak, Eşref Üzülmez ilk aklıma gelen şairlerimizden sadece birkaçı.

İsa Tekin de, Erganili şairlerimizden biridir.

Kimi insanı gül ve çiçeklerin sarhoş edici kokusu/güzelliği, kimilerini kanyonlardan çağlayan suyun ses ve görüntüsü, kuşların cıvıltısı; kimilerini de mavi denizin engin sonsuzluğu, geceleri deniz üzerindeki yakamozlar şair eder. Bizim yaşadığımız coğrafyada ise devlet baskısı, ekonomik baskı, sosyal baskı, doğal felaketlerin yarattığı baskı ve bu baskılara başkaldırı ve direnmedir insanları şair yapan.

Sevgili dostum İsa’yı da şair yapan 12 Eylül dönemi ve sonrasındaki baskılardır.

12 Eylül 1980; siyasi, askeri, ekonomik yenilginin yanında, insanların birçoğunun beden ve ruhlarını teslim ettiği bir dönemdir. 12 Eylül, yenilginin olduğu kadar, direnmenin de bir namus borcu olduğu dönemdir. İsa, Serçe Yüreğim’deki dizeleriyle, bu yenilgi ve teslimiyet ortamında direnmenin gerekliliğini; teslimiyetin tükeniş, dayatılanları kabullenmenin onursuzluk olduğunu kendince anlatmaya çalışmıştır. O’nu şair yapan, ne karasevda, ne de doğanın doyumsuz güzelliğidir: 12 Eylül’ün ta kendisidir.

Bunun en güzel kanıtı, İsa’nın Nisan 2004’te Cil Yayıncılık tarafından yayınlanan SERÇE YÜREĞİM adlı şiir kitabıdır.

Şairimiz kitabına yazdığı giriş yazısıyla benim bu savımı doğrulamaktadır. Kitabındaki giriş yazısında:

“Ben de 12 Eylül 1980 öncesi sesli düşünen ve düşüncelerini değişik platformlarda dile getiren insanlardan biriydim. Ve o düşünceler uğruna belli bedeller ödedim. Zindanlarda yattım, işkence gördüm, ezildim, horlandım, ihanet1ere uğradım diğer arkadaşlarım gibi.

Sizlere iletmeye çalıştığım bu şiirlerim kısaca o sürecin izlerini taşımaktadır. O günden bu güne yazdığım şiirlerimden bir kısmını sizlerle paylaşmak ve sesli dile getirmek istiyorum.

Elbette 12 Eylül ile ilgili çok şeyler yazıldı, yazılmaktadır da. Ama halende o süreç bir türlü bitmedi. Değişik isimlerle devam etmektedir. O dönemde benim gibi binlerce hatta on binlerce insan o vahşeti yaşadı. Ülkemde halende o vahşetin değişik versiyonları devam etmektedir.

Her insanın hayatı boyunca yaşamış olduğu çok güzel ve bir o kadar acılı günleri olmuştur. Bazen kederlenmiş, hüzünlenmiş bazen de gülmüş, eğlenmiştir. Genel olarak bu coğrafyada acılar daha ağırlıklı olmuştur. Öyle acılar yaşamıştır ki; yaşadığı bu acıyı yüz ifadesinde bulmak mümkündür. Kimi insan bunu içine gömmüştür, ya bir şarkı sözünde bulmuştur hüznünü ve acılı ifadesini, ya da bir ressamın tuvalinde resm ettiği şekilde bulmuştur yaşadıklarını. Çünkü bu coğrafyada sessiz düşünmüştür insanlarımız. Çünkü sesli düşünmek veya konuşmak vakitsiz öten horoza benzemiştir sonu. Ne olup bittiğini bilmeden derdini anlatamadan, yazmadan, çizmeden, konuşmadan çekip gitmiştir herkesin gittiği yere.

Bu sessiz düşündüğüm sürede içimden sessizce gelen bazı duygularımı sesli bir şekilde paylaşmak için yazmaya çalıştım.

…Beyni, iskeleti parçalanmış, değer yargıları yerle bir olmuş, kültürü, dili, tarihi tahrip olmuş bir toplumun insanı olarak, manevi anlamda düşündüğüm ve inandığım istek ve özlemlerimi bu karanlık ve pusulu süreçte az da olsa sizlerle paylaşmaya çalıştım” diye açıklamada bulunmuştur.
Ve bir incelik göstererek kitabında yer alan şiirleri; “umutlarıyla birçok karanlığı yarıp bugüne meşale olanlara”, “umutlarını terk etmeyen ve diri tutan arkadaşları”na adamıştır.

İsa, sevdanın harında yanan biri olarak şiirlerinde bazen sanki Makam Dağı’nda Kuşkayası’na oturmuş ve Karacadağ zozanında buğday biçen sevgiliye seslenmekte; bazen de tavuk kümesi gibi evlerin var olduğu yoksul ve yoksun bir köyde “büyük insanlığı” bekleyen okul sıralarındaki çocuklara karatahta önünde ders vermektedir.

Şiirlerinde anlam bütünselliği, yapı sağlamlığı ve imgeleri kullanmada yeterince ustalık gösteremese bile, kitap daha güzel eserlerin müjdecisi gibi.

Bizlere güzel bir kitap armağan ettiği için sevgili dostum İsa Tekin’i kutluyor, eline ve yüreğine sağlık diyorum. Ve bu vesileyle uğursuz 12 Eylül’ü burada, bu yıl dönümünde bir kez daha lanetliyorum.

Kitaba ismini veren “Serçe Yüreğim” şiirini sizlerle paylaşmak istiyorum:

“Dayan serçe yüreğim
Geceler uzun
Geceler zifiri karanlık
Kapkaranlık yosun kokan hücre
Serçe yüreğim daralıyor.
Gitmiyor yüreğimden keder
Yüreğim sancıyor.
Tutsak etmiş beni hasretin
Ben bu özleme demlemişim gönlümü
Yudum yudum içiyorum
Geceler hüzün
Geceler hasret
Geceler kâbus
Tutsak olmuş gönlüm sevdana
Serçe yüreğim ürkek kafeste sanki
Ve bu sevda yaralar beni bitirir.
Kanatır serçe yüreğimi
Ben bu sevdan uğruna
Tutsak düştüm, vurgun yedim.
Dayan serçe yüreğim dayan
Bu sevda daha seni çok yaralar.” (s.32)

7 Eylül 2007
Ergani Haber Gazetesi

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.