“Yasaklı levhalar anlatır gerçeği” -M. Hicri
Urfa; tarihin, uygarlıkların, inançların, kimliklerin harmanlandığı gizemli kadim bir kenttir.
Gizemli kadim bu kenti, Misbah Hicri’nin kaleme aldığı Tarihin Adı: Urfa adlı eserle tanımaya çalışmak, hem zevkli ve hem de öğretici: Kitap, “Mezopotamya’nın tarih kokan, kanla sulanmış, medeniyet ve uygarlıkların can bulduğu toprakları, ağıt, ezgi ve hawarları yanında güzelliğini, görkemini, kadim sevdasını” anlatıyor.
Misbah Hicri, on parmağında on marifet olan bir arkadaşımız: Şairdir, yazardır, gazetecidir. Çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yazmaktadır. Bildiğim kadarıyla Tarihin Adı: Urfa kitabının dışında, Mutluluk Uğruna (Şiir), Harran Şiirleri-I (Antoloji), Harran Şiirler-II (Antoloji) ve Çığlığa Duran Sözler (Şiir) adlı yayınlanmış eserleri bulunmaktadır. Tarihin Adı: Urfa (Kent Yayınları) adlı eserinde, sayfalar arasında okuyucuyu eski zamanların ve günümüzün Urfa’sında gezdirmekte; Urfa’nın geçmişteki sosyal yaşamına dair önemli bilgiler vermektedir. Urfa çarşılarında, sokaklarında, tarihî ve doğal mekânlarında yazarımız bizleri gezdirirken; aynı zamanda bakırcılık, kalaycılık, dokumacılık, nalbantlık, hancılık, ayran satıcılığı gibi bazı yok olan meslekleri, kayıp nesneleri, gözümüzün önünde her gün yok olan tarihî eserlerimizi, kapalı toplumun bir yansıması olan sıcak insan ilişkilerini bizlere anlatmakta ve bunların yitip gitmesine, “Mezopotamya’nın kadim sevdasını taşıyan eşsiz varlıkların” yıkılışına içten içe üzülmektedir.
Üzülmekle haklıdır. Çünkü sanatçılar, yazarlar ve gazeteciler yaşadıkları dönemin tanıklarıdır. Bu tanıklık, sanatçı ve yazarın uçsuz bucaksız düşsel dünyasında anı, fotoğraf ve yazılarında kalıcılaşınca çok farklı bir anlam kazanmaktadır. Sanatçılar, yazarlar ve gazeteciler topluma karşı sorumlu olduklarından biraz da buna mecburdurlar diye düşünüyorum. Dünyanın çok hızlı dönüşü, teknolojinin akıllara durgunluk verecek şekilde gelişimi ve ilerleyişi alışkanlıkları, yaşam biçimlerini, tüketim kalıplarını sürekli değişime zorluyor, değiştiriyor. Hızla değişen yaşamın an’larını yakalayıp gelecek nesillere aktarmak, ancak sanatçı, yazar ve gazetecilerin sayesinde mümkündür. Misbah arkadaşım işte bu sorumlulukla yaşama tanıklık ediyor ve bu tanıklılığını yazarak duygu ve düşüncelerini hem bizlerle paylaşıyor ve hem de tanıklığını ölümsüzleştiriyor.
Yok olan, eskiyen meslekleri ve sanatkârlarını yakından tanımak tarihsel gerçeklik olduğu kadar, sosyolojik ve psikolojik/duygusal zenginliktir. Marx’ın da önemle vurguladığı gibi, sosyal güçlerin ve bilimsel uygulamaların tarihsel değişimdeki en önemli belirleyicisi ekonomik koşullardır. Bu meslek ve nesnelerin kayboluşunun nedeni, ekonomik koşulların değişmesinden kaynaklanıyor. Yok olan meslekler için seçilen sade mekânlar, bu mekânlarda dökülen göz nuru ve alınterinin mübarekliğiyle harmanlanan yoğun emek, her zaman anılmaya değerdir. Dün olmadan bugün, bugün olmadan yarın var olabilir mi? Akıl hünerinin birer nişanesi olan bu mesleklere karşı nankör olmamalıyız: Zarafet, ince işçilik, dikkat ve titizlik isteyen bu meslekler, bizleri eski zamanlara bağlayan çok önemli bağlardan biridir. Bu meslekler eski kültürümüzün birer birikimidir: İçlerinde çok şeyi saklamaktadırlar.
Yazarımızın üzüldüğü bir diğer olay, taş işçiliğinin harika birer örneği olan cami, havra, kilise, han, hamam, kervansaray, konak, köprü ve kışla gibi özgün ve güzel mimari yapıların, tarihî eserlerin çoğunun harabeye dönüşü, talan edilişi, daha doğrusu korunmaması veya korunamamasıdır. Oysa bunları koruyabilir ve birçoğunu müze, kütüphane, okul, öğretmen evi gibi kamusal alanda birer hizmet binaları yapabilirdik. Misbah Hicri arkadaşımız, taş işçiliğinin ve mimari özgünlüğün emsalsiz örnekleri olan güzelim tarihî yapıların yok oluşuna, harabeye dönmesine, virane oluşuna üzülmekte, kederlenmekte. Yetileri ölçüsünde, hiç değilse geriye kalanların koruma altına alınması, onarılması için çaba sarf etmektedir. Çeşitli gazete ve dergilere konuyla ilgili yazılar yazmakta, kitaplar yayınlamakta. İnsanları, özelliklede yöneticileri duyarlı davranmaya davet etmektedir. Bu gayretlerinden dolayı arkadaşımızı yürekten kutlarken; Urfa başta olmak üzere, Dicle-Fırat arasında, daha doğrusu Kürt coğrafyasında Süryanilere, Keldanilere, Ermenilere, Yahudilere, Kürtlere, Araplara ve Türklere ait var olan tarihî eserlerimizin bir bir yok oluşuna değinmekte yarar olduğunu düşünüyorum. Misbah Hicri’nin “Teketek Dağları ve Kaybolan Güzellikler” başlıklı yazısında yazdığı gibi, tarihî eser ve doğal mekanları “[t]arihten gelen görkemleri ile bu topraklar canlanıp müjdeler sunacağına, suskun virane bir halde durmaları insan ve elinden darbeler yemesi üzüyor. Ama ben yinede onların boş durmadıklarına inanıyorum. Toprağın inleyişi, rüzgarın suskunluğu, suyun sessizliği, kuraklığın yakıcılığı; hepsi, acıların, yoksulluğun, kimsesizliğin, çaresizliğin, zavallılığın, yıkılmışlığın yok olmamanın mücadelesi için direniyorlar”. (s. 133)
Tarihî eserlerin tahribat nedenlerini, savaşların, talanların ve doğal afetlerin dışında; Doğal Aşınma, Kaçak Kazı ve Define Arayıcılığı, Köylülerin Tarihî Eserlere Sahip Çıkmaması, “Öteki”ne Ait Olan Tüm Değerleri Tarihten Silme Mantığı başlıkları altında sıralayabiliriz.
Bunlardan Kaçak Kazı ve Define Arayıcılığı, Köylülerin Tarihî Eserlere Sahip Çıkmaması ve “Öteki”ne Ait Olan Tüm Değerleri Tarihten Silme Mantığı hakkında kısa da olsa değinmekte yarar var. (Yazının devamı Birinci Kısım’da yer alan “Kürt Coğrafyasında Tarihî Eserlerin Tahribi ve Nedenleri” başlıklı yazımda daha ayrıntılı yazıldığı için, tekrar olmasın diye buraya alınmamıştır.-M. Üzülmez)
***
Yazarımız kitabında hep bardağın dolu tarafından bakıyor. İyi ve hoş şeyler anlatıyor. Ben, yazarların olaylara ve olgulara eleştirel bakmaları gerekir diye düşünüyorum. Ölçülü, kimseyi kırmadan, kimseyi incitmeden eksik yanlarımızı, kusurlu yanlarımızı, yanlışlarımızı da yazmalıyız. Örneğin, kitapta “Sıra Geceleri” çok tatlı bir dille anlatılmış. Sıra Geceleri dayanışmanın, yardımlaşmanın, stres atmanın, bilgilenmenin, usul ve erkân öğrenmenin bir vasıtası olarak sunulmuştur. Benim bildiğim, Sıra Geceleri erkek erkeğe (kadınlar ancak mutfakta erkeklere hizmet için vardırlar), insanların belli günlerde bir araya gelip yiyip-içtikleri, müzik eşliğinde eğlendikleri gecelerdir. Hali vakti yerinde olanların, yani “beyaz” Urfalıların gecesidir. Her Urfalının gecesi değildir. Fakir-fukaranın, işçi-köylünün bu gecelerde ne yeri var, ne de konumu müsaittir. Orada, ancak olsa olsa eğlenecek beylere hizmet için bulunurlar. İnşallah yanılıyorum!
***
Tarihin Adı: Urfa, bildiğimiz şehir rehberlerinin çok ötesinde bir eser. Şiirsel, edebi bir dille kaleme alınmış; bazen türkü tadında, bazen de ağıt acılığını taşımakta. Anlatım güzel, konulara vakıf olma ise kitabın bir başka güzelliği. Bölge ve Urfa hakkında bilgi edinmek, araştırma yapmak isteyenlere, merak edenlere, tarihe ilgi duyanlara ve kitap okumayı sevenlere kitabı bulup okumalarını öneririm.
Misbah arkadaşım, eline sağlık. Ferasetin her daim açık olsun. Yeni, güzel kitaplarını dört gözle bekliyorum.
13 Ekim 2008 tarihinde www.sivildusunce.com sitesinde,
14 Ekim 2008 tarihinde Yeni Yurt gazetesinde yayımlandı.