Tarih Öğretimi ve İşçi Tarihine Bakmak

okuma süresi: 6 dk.

Her şeyin bir tarihi vardır, ama okullarımızda veya basınımızda genellikle tarih olarak geçmişte yaşamış krallar, kraliçeler, padişahlar, sultanlar, paşalar ile uzun veya kısa sureli kurulmuş devletler ve bunların maceraları yazılmaktadır, öğretilmektedir. Bu yazılan ve öğretilen tarih, egemenin oluşturduğu bir tarihtir. Egemen düşüncenin karşısında veya dışında olan, egemenlerin “kahramanlıklarını” anlatmayan tarih görmemezlikten gelinir. Egemen anlayışın dışında var olan tarihlerin yığınlarca bilinmemesi için de bütün görünür ve görünmez araçlar kullanılır. Genel olarak eğitim, basın-yayın, TV’ler, sinema bu anlayışın hizmetindedir. Dahası, sözden anlamayanlar olduğunda sopa gösterilir. Yerine ve zamanına göre tehdit, baskı, soruşturma, cezaevi ve faili meçhul cinayetler bir yöntem olarak kullanılır.

Tarihi yazılmayan ve öğretilmeyenlerden biri de işçilerdir. Egemen düşünce böyle bir tarihin yazılmasını istememektedir. İşçiler kendi tarihlerini yazacak bilgi ve birikime sahip değildir. İşçilerin veya işçi sınıfının tarihini yazanlar genelde işçilerin dışında olan aydınlar olmuştur. Bunda şaşılacak bir durum yok: İşçi sınıfına “bilinç” dışarıdan gelir!

İşçi sınıfı tarihine ilgi duyan ve işçilere kendi “sınıf bilincini” dışarıdan götürmek isteyenlerden biri de hemşerimiz Prof. Dr. M. Şehmus Güzel’dir. M. Ş. Güzel, görünmesi istenmeyeni göstermeye çalışır. O, güçlünün, egemenin ve hele devletin kapıkulu askeri değildir: Ulûfe, bahşiş, çıkar, göze girme, yaranma gibi bir derdi yoktur. Gerçek anlamıyla bir aydındır: Aydınlık bir gelecek düşler. Umutsuzları ve yarınlara dair umudu tükenmeyenleri yazar. Yeni yayınlanan İşçi Tarihine Bakmak adlı kitabı buna iyi bir örnektir.

Kitap; “ülkemizde işçi ve sol hareketin tarihini eksiksiz biçimde kucaklamayı, bu tarihin belge ve canlı tanıklarını toplamayı, bu alana yönelik araştırmaları özendirmeyi kendine görev” edinen Sosyal Tarih Yayınları (TÜSTAV) tarafından İşçi Hareketi Dizisi’nde, Ekim 2007’de İstanbul’da yayınlanmıştır. İşçi Tarihine Bakmak kitabında; Türkiye İşçi Hareketi Tarihine Nasıl Bakılmalı?, Tarihte İşçiler, İşçi ve Devlet gibi konuları sorgulamaktadır. Kitabının sonunda, ayrıca Bülent Ecevit’le 10 Mayıs 1989’da yaptığı Dünden Bugüne İşçi Hareketi konulu bir söyleyişi yer almaktadır.

M. Ş. Güzel, Sunu’da kitapla ilgili şunları yazmaktadır:

“Türkiye’de toplumsal tarih maalesef, değişik nedenler sonucu, istenen düzeyde değildir. Bugün topluiğnenin, ipliğin tarihi yazılıyor. İşçilerin, işçi hareketinin ve Sosyalizmin Türkiye’deki geçmişinin de bilinmesinin zamanıdır.

Toplumsal tarihin bir dalı olarak işçi hareketi tarihi öksüzdür. Toplumumuz kendi tarihini tanımıyor. Hele işçi hareketi tarihi konusunda tam anlamıyla bir boşluk, bir hafıza kaybı yaşanıyor.

İşçi hareketi tarihi hafıza erozyonunu önleyebilir mi?

Giriş bölümünde bu konudaki kimi görüşlerimi açıklıyorum. Daha sonra değişik dönemlerin değişik anlarında işçilerin yaptıklarını, eylemlerini, örgütlenmelerini, mücadelelerini, mücadele biçimlerini aktarıyorum.

…Türkiye’de 1 Mayıs İşçi Bayramı hala engellenmek isteniyor. Türkiye’de işçi hareketinin geçmişini unutturmak için iş yaşamı ile ilgili rakamlar saklanmakta. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra grevler yasaklandı. 1983 tarihli iki özel yasa ile grev hakkının uygulanması binbir sınırla zorlaştırıldı. Bunlar biliniyor. Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) düzenli olarak yayınladığı İstatistik Yıllığı’nda grevlere yer vermediğini biliyor muydunuz? Daha birkaç yıl önceye kadar… rakamlara hile karıştırılıyor…

Oysa işçi hareketinin tarihi kökenleri bulunuyor: Osmanlı İmparatorluğu’ndan, Tarih’ten gelen… Bu kitapta bu kökenlere değinmek amacım. Bu arada İkinci Savaş öncesi, sırası ve sonrasındaki gelişmelere, 1946 ve 1947 sendikacılığı konusunda şimdiye dek pek bilinmeyen veya yeterince ele alınmayan yönlere açıklayıcı bilgiler getirmek istiyorum. Böylece “uzlaşmacı sendikacılığın” geçmişteki belirleyicileri gün yüzüne çıkacaktır. İşçi sendikaları, işçi sendikalarının “devlet memuru” yöneticileriyle devlet ilişkileri de…

Bülent Ecevit’le yaptığım ve tümü ilk kez burada yayınlanan söyleşi, Devlet aygıtını, mekanizmalarını, çalış(ama)masını ve yöntemlerini açıklayıcı birçok unsur taşıyor. Türkiye Cumhuriyeti başbakanı olarak İstanbul Sıkıyönetim Komutanı ile “mücadele etmek”ten söz etmesi oldukça çarpıcıdır. Bu söyleşi aynı zamanda sendikacıların Devlet aygıtı içindeki işbirliklerini de gözler önüne sermeye yarıyor. Sendikalar içinde demokrasi yokluğunu da…” (s.5-6)

Giriş’te ise; “…Bu arada işçi hareketi tarihi sahipsiz kaldı. Bu alan, sosyal politika, iş hukuku, endüstri ilişkileri, sendikacılık vb. konularda uzman ve bilim kadın ve adamları, dahası yeterli bilgisi olmayan, hatta hiç bilgisi olmayan “tarihçiler” el attılar. Bir “belge” bulan, onu yayınlayınca tarihçi oldu. Yada olduğunu sandı. Tarih ve tarihçilik konusunda bilgileri olmadan. Tarihçilik, bu alanda, tutanın hegemonyasında kaldı. En başta bu tür yetersizliklerin giderilmesi, eksiklerin tamamlanması gerekiyor. Kolaylıkların aşılması da…

Türk toplumu kendi tarihini tanımıyor. Bir yanda resmi tarih var. Kahramanlık destanlarıyla dolu. Öte yanda birçok konuda tam anlamıyla boşluk ve hafıza kaybı. İşçi hareketi tarihi bu ikinci alanın içinde.

Tarihle ilgilenen herkes tarihçi mi? İşçi hareketi tarihi adında bağımsız bir araştırma ve bilim alanı var mı? Siyasi militan, sendikacı, sendikacılık konusuna ilgi duyan bilim kadın ve adamı, politolog, iktisat tarihçisi, klasik tarihçi işçi hareketi tarihçisi midir?

İşe önce işçi, işçi hareketi ve tarihi tanımlayarak başlamak gerek. İşçi hareketi tarihi adıyla kendine özgü, denenmiş araç ve gereçleri, araştırma yöntemleri olan bağımsız bir araştırma ve bilim alanı yaratılmalı. İktisat tarihi ile ilgili bilimsel çalışmalar ve veriler birinci derecede önemli elbette. Toplumbilim, siyaset bilimi, iş hukuku, işçi-işveren ilişkileri incelemeleri de.

Tarihçi nasıl oldu ve neden öyle olduyu araştırır. Şöyle olsaydı şu sonuca ulaşılırdı kurgularından kaçınır. Şöyle olmalıydı diye yas tutmaz. Tarihi fırsatlar kaçırılmışsa, nedenlerini araştırır.

Genel olarak toplumsal tarihin, özel olarak ta işçi hareketi tarihinin resmi tarihle hesaplaşması zorunludur. Tarihi “yapan”ın Devlet-Ulus olduğunu unutmamalıyız. Yeni bir tarih yazılmalı: Merkezden kopuk, başkentlerden uzak, yerel, bölgesel, “patlamış” bir tarih yani. Sesi duyulmayan kesimlerin, işçi, “amele”, memur, kadın, çocuk, genç, eşkıya, “orospu”, “keş” ve diğerlerinin sesini duyurmalıyız. Tarih “sahnesindeki” yerlerini vermeliyiz.

İşçi hareketi tarihinde işkollarına göre, bölge ve kent düzeyinde araştırma yapmak bir zaruret. Bilim kadını ve adamlarının yapamadığını, yapmaktan kaçındığını yazarlarımız, romancılarımız yapıyor. Yaşar Kemal’in İnce Memed’i eşkıyalık, çetecilik konularında araştırma yapanların baş kaynağı. Orhan Kemal’in Grev’ini, Cemile’sini, Fahri Erdinç’in Grev Gözcüsü’nü, Aziz Nesin’in Büyük Grevi’ni, Erol Toy’un Gözbağı’nı, Hakkı Özkan’ın Grevden Sonrası’nı anmamak olur mu? Refik Halit Karay Hakkı Sükut’ta, Bursa’da ipek fabrikasında çalışan kız çocuklarını anlatır. Sabahattin Ali, Kuyucaklı Yusuf’ta, zeytinliklerde çalışan kadın ve çocukları. Kamyon ve Kanal’da işçi sorunlarını dile getirir. Hasan Hüseyin Kavel şiirini yazar. İkinci dünya savaşı yıllarında Zonguldak madencilerinin yaşam ve çalışma koşullarını kim İrfan Yalçın’ın Ölümün Ağzı’ndakinden daha iyi anlattı? “Kömür işçilerinin yazarı” Ahmet Naim’in Bir Yudum Soluk yada Kuduz Düğünü öyküleri döneminin “fotoları” değildir? Necati Cumali’nin, Kerim Korcan’ın, Osman Şahin’in yapıtlarını da anımsamalıyız. Son yıllarda işçilerin bizzat yazdığı romana örnek olarak Nejat Elibol’un Direnen Haliç’i akla geliyor” (s.7-8) diye yazmaktadır.
***
Emek ve emekçilerin tarihine ilgi duyanların kitabı bulup okumalarını öneririm.

12 Mayıs 2008’de http://www.kritize.net sitesinde yayıma konuldu.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.