Bu yazı, Çayönü’nden Ergani’ye Uzun bir yürüyüş kitabımda var olan bir eksikliği gidermek için kaleme alınmıştır. Kitabımda babamın amcası Zekerya Üzülmez’den Şeyh Sait İsyanı ile ilgili duyduklarımı yazmaya çalışmıştım. Zekarya Üzülmez’in Şeyh Sait İsyanı ile ilgili anlattığı olaylardan biri de “Şevki Bey’in öldürülmesi” olaydı. Sonradan, bu olayın sadece babamın amcasının anlatımlarına dayanarak tek taraflı bir anlatımının doğru olmadığını ve çok yönlü araştırılması gerektiğini hayatın kendisi öğretmiş oldu.
Şevki Bey dediğimiz, bugünkü Fenerbahçe Spor Kulübü başkanı Aziz Yıldırım’ın dedeleri oluyor. Ergani’de ilk belediye başkanlığını yapmış bir kişidir. 1920’li yıllarda tam bir derebeyi, astığı astık kestiği kestik; yiğit ve gözü kara bir beydir.
Zekeriya Amcamın anlatımına dayanarak Şevki Bey’in öldürülüşü hakkında Ergani kitabımda şunları yazmıştım:
“Şeyh Sait kuvvetleri Ergani’den geri çekildikten ve çok geçmeden yakalandıktan sonra, Şevki Bey, Ergani’de çarşıda silahlı olarak otururken askerlerce yakalanıp götürülür.
Güvenlik kuvvetleri Şevki Bey’i yakalandıktan sonra Kahraman Efendi’nin konağının önünde, insanlara ibret olsun diye elleri bağlı, ayakları zincirli bir sandalyeye oturturlar. Tüm Erganililere seyir ettirilerek gözdağı vermek, yüreklerine korku salmak isterler. İnsanların bir kısmı (çok meraklılar) yakından, bir kısmı da (birazı acıdığından, birazı da ne olur ne olmaz, uzak durmakta fayda var diyenler) uzaktan seyir, temaşa eder. Şevki Bey’in bu haline seyir edenleri bir kısmı üzülür, bir kısmı da sevinir.
Şevki Bey’in sandalye üzerinde mağrur ve başı dik bir vaziyette, kelepçeli elleriyle siyah ve parlak, uzun ve uçları yukarıya doğru burulmuş bıyıklarını bükerek, dosta düşmana karşı olacakları bilen, ama korkmuyor görüntüsü veren bir duruşu vardı. O, yiğit bir adamdı.
Gece sabaha kadar askerler O’na sırayla dayak atarlar. Falakada yediği sopalardan ayak tabanları patlar, ayakları davul gibi şişer. Sabah olunca da, “Maden’e mahkemeye götürüyoruz!” bahanesiyle, eşeğe ters bindirilip götürdüler. Elleri zincirle bağlı; birçok hakaret, aşağılama, küfür ve dayak gibi muamele görmesi ve eşeğe ters bindirilmesine karşın; başı dik ve teslim olmamış duruşuyla bedeni esir olsa da, ruhunun halen isyankâr olduğunu sanki göstermek için çevresindekilere ve askerlere yukarıdan bakıyordu. Ergani’den çıkıldıktan sonra, Ergani-Maden karayolunun kuzey tarafında, Zülküf Dağı’nın batı eteğinde bulunan Pürüt’ün tarlasında, şimdiki Radar’ın önlerinde kurşuna dizdiler. Kurşuna dizmeden önce sopa ve mavzer dipçiğiyle her tarafı mosmor edilir. Ağır işkenceler edilir. Sonra da; “Kaçarken vurduk!” derler. Değil kaçmak ayakları şiş olduğu için yürümesi bile imkânsızdı. Vurulduğu yere şimdi Şevkibey Dersi denilmektedir.
Bu kurşuna dizilme “Şeyh Sait Olayı”ndan ardından olduğu için, birçok insan Şevki Beyin Şeyh Sait kuvvetlerini desteklediği için kurşuna dizildiğini söylemektedir. Alakası yok!”
Kitap yayınlandıktan sonra, Abdurrahman Üzülmez kitapla ilgili gönderdiği mektupta, “keşke Şevki Bey konusunu daha geniş ele alabilseydin. Uğur Mumcu’nun Kürt-İslam Ayaklanması kitabında Şevki Beyle ilgili Şeyh Sait’e sorulan soruya verdiği yanıt var, yararlanabilirdin”; arkadaşım Cengiz Yıldız ise, “Cegerxwîn’un Hayat Hikâyem kitabını okudun mu? Cegerxwîn bu kitabında kendisini etkileyen kişinin Şevki Bey olduğunu yazmaktadır” şeklinde açıklamada bulundular. İşin doğrusu, çok önceleri Uğur Mumcu’nun kitabını okumuştum, ama Ergani kitabında Şeyh Sait Olayı’nı yazarken kitap ve kitaptaki Şevki Bey ile ilgili kısım aklıma gelmedi. Cegerxwîn’un kitabını ise okumamıştım. Şimdi bu kitaplarda Şevki Bey hakkında yer alan bilgileri bilgilerinize sunarak, kitabımdaki eksikliği gidermek istiyorum.
1. Uğur Mumcu’nun Kürt-İslam Ayaklanması kitabında yer alan Şeyh Sait, Şark İstiklal Mahkemesi’nde sorgulanırken Ali Saip Bey ile Şeyh Sait arasında geçen konuşma:
“-Siz yalnız Kürtlerle mi iş görmek istiyordunuz? Eğil taraflarında Türkler ve büyük adamlar da var. Onlarla neden görüşüp işbirliği yapmıyordunuz?
-Eğil tarafına, Ergani’ye gittim. Türkleri de çağırdım. Dinimize çalışalım, diyordum.
-Onlar sizinle birlikte ayaklandılar mı?
-Tutan tutuyor; tutmayan tutmuyordu sözümü.
-Ergani’den kimler vardı?
-Ergani’den Şevki Efendi vardı, Hamit Ağa vardı, Hacı Hüsnü Efendi vardı, Türktüler. Mesela onlar katıldılar.” (Kürt-İslam Ayaklanması (1919-1925) , Tekin Yayınevi, 13. Basım, İstanbul 1994, s: 142.)
2. Modern Kürt şiirinin öncüsü sayılan Cegerxwîn, bir şair ve eylemci olarak, Kürt tarihi içinde özel bir yer tutan pek çok olaya ya bizzat katılmış, tanık olmuş, ya da olayın kahramanlarıyla sohbet olanağı bulmuştur. Hayat Hikâyem adlı kitabında bunlara bir bir değinir ve Şevki Beyin kendisinde Kürt ulusal bilincinin oluşmasını nasıl sağladığını şöyle anlatır: “Ben şahsen o sıralarda her şeyden habersizdim; kendi halimde karnımı doyurmanın ve camilerde eğitim görmenin ötesini bilmiyordum. Kürt nedir, neler olup bitiyor bihaberdim. Bu uykudan 1923 veya 1924’te Karacadağ’da Erganili Şewqi Bey tarafından uyandırıldım.” (s. 68.) Daha sonraki sayfalarda olayın ayrıntısını verir. Karacadağ’da Çuço Ağa’ya misafirken Şewqi Bey’le tanışmalarını yazar. Tanışmalarını şöyle anlatır: “bir akşamüzeri iki atlı gelip Ağa’nın kapısına dayandı. İnsanlar heyecanla konuşurken atlılar indiler. Atlılara kalın döşekler serip onları oturttular. Gelen atlılar Şewqi Bey ve Evdıla Bey adlı iki kardeştiler. Erganiliydiler. Askerlerle çatışmış, bu nedenle kaçarak Karacadağ’a sığınmışlardı. Atları da aynı renk, aynı boydu. Duruşlarından, hal ve hareketlerinden ağır ve muteber insanlar olduğu anlaşılıyordu. “Bey” adı onlara gerçekten yakışıyordu. Usulünce bir merhaba ile yanlarına gittim:
-Hoş geldiniz Beyler. Nereden gelirsiniz; ne ararsınız?..
Üstümdeki giysiler sırmalı idi. Odaya gelince arkadaşlarım ayağa kalktığından, beni de isyancı bir ağaya benzetmişlerdi. O yüzden bana bir şeyler anlatıyor, ama ben anlamakta zorlanıyordum.
Beylerden biri sabahleyin elimi sıktıktan sonra, “Zamanın varsa biraz dışarı çıkalım. Seninle konuşmak istiyorum,” dedi. İkimiz köyden biraz uzaklaşarak bir pınar başında kilimlerin üzerine oturduk. Şewqi Bey anlatmaya başladı:
-Allah sizin evinizi de, aklınızı da viran etmiş. Neden biliyor musunuz? Çünkü birbirinizi kırmaktan başka bir şey yapmıyorsunuz. Bilmiyorsunuz ki en büyük düşman işgalcidir. Allah bilir ya onlar Ermenilere yaptıklarından beterini Kürtlere yapacaklar, bizi bitirecekler, adımızı bu topraklardan silecekler. Yeter! Gözünüzü açın, birleşin, kurtuluş kavganızı verin.
-Neden Beyim?
-Neden mi? Elbet ülkemizi düşmanın elinden kurtarmak için. Bunun için önce ülkemizin bağımsızlığını istemeliyiz. Ölünceye kadar bu boyunduruğu mu taşıyacağız?
-Düşman kim ki Şewqi Bey?
-Düşman işgalcilerdir. Kaç yüz yıldır ki başkasının egemenliğindeyiz. Peki kendi topraklarımızın sahibi olmak bizim de hakkımız değil mi? Bu topraklar için ölmek zamanı değil mi?
Ben her ne kadar ağa olmadığımı söylediysem de anlatamadım. “Kendini saklama ve inkâr etme. Ben de senin gibi kaçağım ve dağlardayım,” diyordu.
-Vallahi ben ağa değilim. Ancak Allah’ın adına yemin ederim ki ülkemin kurtulmasını senden çok istiyorum. Bunun için senden daha çok çalışacağım. Elimden geleni ardıma koymayacağım; korkmak ve kaçmak bana haram olsun.
1924 yılında yaşadığım bu olay ile Erganili Şewqi Bey sayesinde uyandığımı, Kürtlük bilincimin olgunlaştığını hatırlıyorum. Bilincim giderek perçinleşti, yurtsever düşüncelerle tanıştım. Şewqi Bey ile tanışmamdan sonra artık Arapça şiir yazmadım. Tüm şiirlerimi Kürtçe yazmaya başladım.”(Hayat Hikâyem, Evrensel Basım Yayın, İstanbul 2003, s.132-133.)
***
Şevki Bey konusu bence araştırılmaya değer bir konu.
30 Mayıs 2008
Ergani Haber Gazetesi