Silvanlı Bir Şairimiz: Sadık Toraman

okuma süresi: 4 dk.

“Kalem şiire kıymasa da yüreksiz mısralarda,
Şiir dediğin, bir tokat gibi çarpmalı adamı.”

Erganili yazarlarımızı, şairlerimizi ve bunların yayınlamış oldukları kitapları zaman zaman tanıtmaya çalışıyorum. Bu yazımda Silvanlı bir şairimizi, Sadık Toraman’ı tanıtmak istiyorum.

Sadık Toraman’ın yayınlanmış iki şiir kitabı var: Kimsesizliğimin Kimsesiyim ve Kendimi Sende Seviyorum. Bu iki kitabı da okudum. Şiirleri fena değil, güzel. Şiirlerinde genel olarak sevgi-ihanet, aşk-nefret, vefa-vefasızlık, ayrılık-özlem, umut-umutsuzluk, yalnızlık-isyan dizeleştirilip işlenmiştir. Biçim ve estetik, anlatım ve kurgu, dile hâkimiyet güzel, ama son dönem genç şairlerin çoğunda görülen süslü, ağdalı veya abartılı dizeler Sadık Toraman’ın şiirlerinde de var. Böylesi dizeler, bence anlam bulanıklığına neden olmaktadır. Şiirde abartılı, süslü dizelerden arınıldığı zaman, şiirin zenginliği ortaya çıkacak ve anlam bütünselliği sağlanacaktır diye düşünüyorum. Ayrıca sol siyasi terminolojiden, cezaevi ve “varoş” jargonundan kurtulmak lazım. Çok kullanıldığı için, artık kabak tadı vermeye başladı. Daha da önemlisi klonlanmış/kopyalanmış gibi tüm şiirler birbirine benzer oldu. Sözcükler sade ve yalın olunduğunda, olaylar ve olgular kendi doğallıkları içinde anlatıldığı zaman, şiir daha bir anlam kazanır ve uzun soluklu var olur. Toplumsal yaşam ve doğadaki muazzam işleyiş ve ahenk toplumsal gerçekçilik bakış açısıyla işlendiğinde, hayatın içinde olunduğunda, şiirler içki masalarında meze olarak tüketilmez; bir günlük, bir aylık ve bilemedin bir yıllık şiirler olmaz, kalıcı eserler olur. Nazım Hikmet’in, Hasan Hüseyin Korkmazgil’in, Enver Gökçe’nin, Arif Damar’ın ve Ahmet Arif’in şiirlerine baktığımızda; ne abartılı, ağdalı, süslü sözcük dizilimini ve ne de aşırı oranda sol terminoloji veya cezaevi, “varoş” jargonunu görürüz. Şiirler oldukça yalındır. Ve bu şiirler, bir atımlık şiirler değil, her dönem el üstünde tutulan şiirlerdir.

Sadık Toraman’ın şiirlerinde az da olsa var olan bu olumsuzlukları aşacağına, kendi yatağında akan berrak bir su gibi kendi yatağını bulup özgün tarzını yaratacağına ve bizlere en güzelinden şiirler sunacağına inanıyorum.

Çünkü “hala o yorgun şair” olsa da, “çiçekleri ezip geçen postallar”a isyan edendir. Dağları özleyen, özgürlük isteyendir. Mayıs güneşinin aydınlığını, Newroz ateşinin dağlardan yaylalara inmesini arzulayan: “Dağlardan yaylalara selam olsun yemyeşil dünyaya…/ Semahlar dönelim pir aşkına” diyendir.

Çünkü O, hep “öteki”dir. Hakları yenilenlerin, kimsesizlerin, hapiste olanların, garibanların, bir baltaya sap olamayanların, sokak çocuklarının, savaş çocuklarının, sokak kızlarının; işsizlerin, yerinden yurdundan kopan veya koparılanların acılarını, sorunlarını yüreğinde duyandır: Bunların yaşamı, dizelerinde sustalı bıçak olur; okuyanın kanatır yüreğini.

Çünkü O, “Ne senin için; ne de kendim için yazıyorum/ Kaybolanlara, volta atanlara, çocuklara…/ Aç kalanlara, yalnızlığın dokunduğu tüm yüreklere…” diyerek kimler için yazdığını açıkça haykırandır. Geceleri, “Çoğu zaman da alımlı bir kız tebessümü gibisin” dediği dolunaya, bazen de “Ay ışığının zindanın demirlerini aşıp,/ Hücremde özgürce dolaştığı an”da ışığına vurgundur. Bu nedenle, zaman zaman bazen güzel düşler kurar: “Bir resim düşlüyorum/ Tüm sınırların aşka ve özgürlüğe açıldığı…/ İnsanın her renginin bir çiçek gibi göründüğü…” dizelerinde olduğu gibi…

Çünkü O, baskının, şiddetin, savaşın yıkımını ayrımsız yüreğinde duyandır. Üzülmekle kalmaz, savaşsız dünyanın savaşını verendir. Kapitalizmin gelişimine paralel maddi çıkarın ön plana geçmesi sonucu değerlerin aşınması/ yitirilmesi yüreğini sızlatır: “Eskiden insanlar, yalın ayak gezerken/ aşklar, adamakıllıydı/ Şimdi insanlar yalın ayak değil,/ Ama aşklar yarım ayak” diyerek üzüntüsünü dile getirendir.

Çünkü O, doğduğu yeri unutmayan; Silvan’ı, Diyarbakır’ı gözünde tüttüren: “Olanlara” isyan edendir. Bazen “sevgisizlik duvarının altında/ Can verdi umutlarımız” diyerek umutsuzluğunu dile getiren ve bazen de her şeye karşın umudunu yitirmeyendir.

***
Genç şairimizi kutluyorum. Yeni yeni güzel şiir kitaplarıyla kültür yaşamımızı zenginleştirmesini diliyorum.

***
Sadık Toraman kimdir?

Sadık Toraman, 1979’da Diyarbakır/ Silvan’ın Yüksek köyünde doğdu. İlköğretimini doğduğu köyde tamamladı. Öğretmeni Mehmet Çeliker’in özendirilmesiyle edebiyata yöneldi.

Dokuz nüfuslu bir ailenin en büyük çocuğu olarak on iki yaşında hayata atıldı. Silvan’da lokantada çalıştı. Ayakkabı boyacılığı yaptı. Aile, 1990’da Ankara’ya göçtü. İlk şiirini 1992’de yazdı. İlk şiir kitabı Kimsesizliğimin Kimsesiyim’ini 2004’te kendi olanaklarıyla; ikinci kitabı Kendimi Sende Seviyorum 2007’de Gündüz Yayınları’nca Ankara’da yayınlandı.

Halen Ankara’da yaşamını sürdürmekte olan S. Toraman, şiir çalışmalarını radyo, gazete ve çeşitli sanat etkinlikleriyle topluma sunmaktadır.

Şairimiz hakkında daha geniş bilgi edinmek, şiirlerini okumak isteyenler;
www.sadiktoraman.com

http://www.antoloji.com/sadik_toraman sitelerine bakabilirler.
***
Sadık Toraman’ın şiirlerinden örnekler:

Diyarbakır Yolunda

Yollarına anılarımı serdim Dicle’nin…
Uzak dağ köyleri,
Yalnızlığımı üflüyordu çoban kavalında.
Bu sene de yoksulluk tütüyordu bacamızda;
Can çıkar;
Umut terk etmezdi bedenimizi
Barut kokusu gecelerde,
Sarıldık çocukluğumuza.
Sonra, damdan düşerdik.
Sevdalarımız, gözlerimiz kadar karaydı,
Silvan’da yoğurt satar,
Acı doldururduk yırtık ceplerimize.
Hiç olmadı, kitaplarımız, uçurtmalarımız…
Hayat, sayfa sayfa okuyordu canımıza.

7 Mayıs 2008 tarihli Yeni Yurt gazetesinde,
6 Haziran 2008 tarihinde Ergani Haber gazetesinde yayımlandı.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.