/

“Kendi Halkını Yiyenlerin Toprağı”

okuma süresi: 5 dk.

“Fırat ve Dicle’nin harap kıyılarını,
Zararlı otlar kaplamış.
Hiç kimse sokağa adım atmıyor artık,
Ve neşeyle dolaşmaya çıkmıyor.
Çayırdaki sığırlar,
Ne süt ne de yağ veriyor,
Anaç koyunlar doğurmuyor,
Tüm ülke korku içinde.”

MÖ. 2000’li yıllarda Sümerlerce yazılmış Gılgameş Destanı’nda, günümüzde sıkça Ortadoğu diye anılan, ama tarihte Mezopotamya olarak bilinen Dicle ve Fırat arasında yaşanan Tufan bu dizelerle anlatılmaktadır.

Destanda anlatılan tufan, doğal bir tufandır. Günümüzde ise, Ortadoğu veya Mezopotamya’da başka bir tufan var. Bu tufan, doğaya ihanetin yanında, yöneticilerin halkına ihanetinin sonucu yaşanmaktadır: İnsan, doğa ile uyum içinde yaşadığı ölçüde; yöneticiler, halkının çıkarlarını koruduğu sürece var olur.

Tarih boyunca; elinde ıslık çalan keskin kılıcı, altında hızlı kuş gibi uçan atı, arkasında bol “yiğit” adamı ve silah kullanmadan başka becerisi olmayan liderler aç kurt sürüleri gibi Mezopotamya’ya saldırmış. Neden?

Mezopotamya’nın tarihine baktığımızda: Mezopotamya’da toprak verimli ve bu verimli topraklarda insanlar çalışıyor, ekiyor, biçiyor… At, eşek, katır; öküz, deve yetiştiriyor, besliyor yük taşıma, çift sürmede gücünden yararlanmak için… Koyun, keçi, inek yetiştiriyor, besliyor etinden, sütünden, derisinden, yününden, kılından yararlanmak için… Bol bol ibadethaneler/okullar açıyor, kitaplar yazılıyor/basılıyor kent yaşamını zenginleştirmek ve sosyal gelişmeyi ilerletmek için…

Mezopotamya tarihinde bunlar olurken, aynı zamanda üretilen her şeye el koymak için her daim mal, ürün ve bilgi üretenlerin karşısına üretmeyenler musallat olmuştur. Üretenler ile üretilen değerlere el koymak isteyenler arasındaki ilişkilerde kaba kuvvet, güç, silah başrolü oynamıştır. Kaba kuvvet ve güç kullanımı çoğu kez savaşlara neden olmuştur. Bu nedenle, Mezopotamya bir anlamıyla da av ve avcıların coğrafyasıdır: Mezopotamya tarihine av ve avcıların tarihidir de diyebiliriz.

Güç kullanımı ve savaşları fetihler, yakmalar, yıkmalar, öldürmeler, esir almalar, çalma-çırpmalar, talanlar izlemiştir. Savaşlarda kazanan taraf sadece toprak, maden, tahıl, para-pul ve insanları değil, yazı ve sözü de egemenliği altına almıştır. Egemenler ve karşıtları, tarih diye belirlenmiş, belli çıkarlar doğrultusunda yontulup yönlendirilmiş, yanlı, hesaplı bir kronoloji sunmuş, resmi tarihler oluşturulmuştur.

***
Mezopotamya, ateş ve kanın yurdu; Ortadoğu, “kendi halkını yiyenlerin toprağı”dır.

Kitabı Mukaddes’te (Sayılar 23: 24) bu durum şiirsel bir dille çok güzel anlatılmıştır:

“Şimdi Yakubla İsrail hakkında:
Allah neler yaptı! denilecektir.
İşte, kavm dişi aslan gibi kalkıyor,
ve kendisini aslan gibi kaldırıyor;
şikârını yiyinceye kadar,
ve öldürülmüş olanların kanını
içinceye kadar yatmayacaktır.”

Tüm kutsal metinleri okumak lazım: Gılgameş Destanı’nı, Her Şeyin Yazılı Olduğu Ölüler Kitabı’nı, Avesta’yı; Tevrat, Zebur, İncil gibi kutsal metinleri içeren Kitabı Mukaddes’i ve de Kuran-ı Kerim’i. Bunları okuyarak, bunların birbirleriyle benzeşen ve farklı yanlarını görüp analitik çözümlemeler yapmanın yararlı olacağını düşünüyorum. Okumasak, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu nereden bileceğiz?

Kitabı Mukaddes’i karıştırırken, tesadüfen, ta MÖ. 500’lü yıllarda, Kenan diyarı için, yani bir anlamda Ortadoğu için yapılan “kendi halkını yiyenlerin toprağı” (Sayılar 13: 32) tanımlamasını görünce hayrete düştüm. Bu kadar doğru bir tanımlama olamaz diye düşünüyorum. Gerçekten Ortadoğu hep “kendi halkını yiyenlerin toprağı” olmuştur.

Bugün Irak ve Ortadoğu geneline veya İslam âlemine baktığımızda, bu tanımlamanın ne kadar doğru olduğuna bir kez daha tanık olmaktayız. Irak’ta; ABD-İngiltere İttifakının halen işgali sürüyor… Silahlar doğuya, petrol batıya akıyor… Her gün bombalar patlıyor ve insanlar ölüyor… Sünni-Şii savaşı bütün şiddetiyle devam ediyor, kan gövdeyi götürüyor. Bu kargaşa içinde, Kürt halkı bölgesel yönetimiyle bir yandan yaralarını sarıyor, diğer yandan da Türkiye, İran, Suriye ve Irak’taki Sünni ve Şiilere karşı yürüttüğü diplomatik ve politik mücadeleyle haklarını garantiye alma, uluslararası güvenceleri sağlamaya çalışıyor.

Irak işgali, Sünni-Şii çatışması, liderlerin yüceltilmesi, ikiyüzlü riyakâr yöneticilerin işbaşında olması İslam’ın sıkışmışlığının sonuçlarıdır. Bugün Irak’ın birliği veya diğer Arap devletlerinin bütünlüğü önemini yitirmiştir. Zaten bu devletler kurulurken ulusal temelde kurulmamışlardı. Ne böylesine bir bilinç, ne de böyle bir talepleri vardı. İngiliz ve Fransızların kurduğu/kurdurduğu devletçiklerdi. Kendi iç dinamiğiyle kendisini yenilemeyen, geliştirmeyen Ortadoğu halkları ve İslam âlemi; ABD ve İngiliz müdahalesiyle, daha doğrusu dış dinamikler yardımıyla iç dinamiklerini harekete geçirebilir, kendisiyle hesaplaşabilir, gerçek anlamda milliyetçi-yurtsever değerlere sahip olmayı belki başarabilir diye düşünüyorum. Ama Müslümanlar yüzlerini doğaya dönmediği sürece, İslam kendi içinden, kendi önderlerince ileriye taşınmadığı sürece daha uzun süre bu kaos devam edecektir gibime geliyor.

Kürtlere gelince…

Çelişki ve çatışmanın her gün arttığı, dağılma ve parçalanmanın odağında bulunan Ortadoğu yeniden farklı gelişmelere, yeni ittifaklara ve birleşmelere gebe. Bu gelişmelerde, Ortadoğu’da artık “kilit taşı” Kürtlerdir. Bu süreç, Irak’ın işgaliyle başladı. Şimdi Kürtlerin ve ABD’nin çıkarları örtüşüyor. Eğer Kürtler bu süreçte akıllı bir politika geliştirip yürütebilirlerse, bu konjonktürel durumdan kazançlı çıkabilirler.

Eskiden Kürtler konusunda Ankara-Bağdat-Tahran hattı söz konusuydu. ABD, bu hattı dikkate almak zorundaydı, çünkü çıkarları bunu gerektiriyordu. Şimdi Bağdat hattı düştü. Bu hattı düşüren de ABD’nin bizatihi kendisidir. Sıra şimdi Tahran ve Şam da gibi… Türkiye’nin ABD ile çatışma noktasını da bu strateji oluşturuyor. Çünkü eskiden ABD’nin “Kürt Sorunu” diye bir sorunu yoktu. Kürt sorunu artık ABD’nin bir sorunu. ABD-İsrail ittifakı Tahran ve Şam’ı saf dışı ederse, Birleşik Kürdistan’ın temelleri atılmış olabileceğinden endişe edilmektedir. Kürtler, değişen dengeler nedeniyle Kuzey Irak’ta, başka bir ifadeyle Güney Kürdistan’da şu anda önemli mevziler kazandı. Bunu sezinleyen Türkiye, ABD ile bu nedenle çatışmakta. Bu gelişmeden de gizli bir ürküntü duymakta ve Kürt sorunu, ABD ve Ortadoğu konularında kafalar fazlasıyla karışık.

Türkiye şimdi bir yol ayrımında. Ya Doğu’yla ilişkisini koparmadan Batı’ya açılıp Avrupa Birliği içersinde yer alarak demokratik açılımını yapıp Kürtlerin haklarını güvence altına alacak, ya da yolunu kaybedecek, kişilik bölünmesi yaşayacak, Kürt halkını bastıracak ve dolaysıyla Osmanlı gibi “hasta adam”a dönüşecektir.

Günler neyi gösterecek, göreceğiz.

24 Temmuz 2008 tarihinde www.kuyerel.com
ve www.sivildusunce.com sitelerinde yayımlandı.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.