Urfa’nın sürekli peygamberler şehri olduğu söylenir. Meğer boşuna değilmiş, dahası varmış: Urfa il sınırları içinde yer alan Göbekli Tepe, günümüzden 12 bin yıl önce bir inanç merkezi, insanoğlunun ilk hac yerlerinden biriymiş.
Göbekli Tepe gizemli olduğu kadar, hikâyesi de ilginçtir. Şavak adında bir çiftçi, bir gün tarlasını sürerken bir heykel bulur. Çevresinin yönlendirmesiyle bulduğu heykeli para eder düşüncesiyle müzeye götürür. Müzedeki yetkililer heykelin tarihi bir özelliği olmadığı savıyla heykeli müze ambarına atarlar. Yıllar sonra müzeye gelen uzman kişiler tarafından incelenen heykelin gerçek değeri anlaşılır; heykelin bulunduğu tepenin, birkaç metre derinliğine inilince, saklı muhteşem tarih gün yüzüne çıkar.
Kazılarla gün yüzüne çıkan ve ünlenen Göbekli Tepe, Urfa’nın 20 km kuzeydoğusunda yer almaktadır. Denizden yüksekliği 834 metredir. Urfa’dan bakıldığında görülebilecek bir yerde, geniş görüş mesafelerini görebilecek hâkim bir noktadadır. Bu coğrafi konumu, Göbekli Tepe’nin önemli özelliklerinden biridir. Tepe’de, bugün bir ziyaret, bir dilek ağacı ve eski bir mezarlık bulunmaktadır. İnsanoğlunun en büyük adımlarından biri olan Neolitik Devrim’in, yani tarımın başlamasının, hayvanların evcilleştirilmesinin, ilk kurulan köylerle birlikte yerleşik yaşama geçişin, sınıflaşmanın nüvelerinin oluşmasının; kısacası uygarlığın ilk adımlarının atılmasının gerçekleştiği çekirdek bölgelerden biri, belki de en önemlisi olan Bereketli Hilal topraklarında yer almaktadır. Neolitik Dönem’in (Taş Çağı’nın) önemli yerleşim yerlerinden biridir.
Önemli oluşunun nedeni, son avcı-toplayıcı topluluklara dair bilgiler barındırması, tarihsel olarak, yerleşik yaşama geçiş aşamasını temsil etmesi ve günümüzden 12 binyıl öncesine ışık tutmasındandır. Alman arkeolog Klaus Schmidt ve ekibi 12 yıldır Göbekli Tepe’de kazı ve incelemeler yapıyor. Elde edilen bulgulardan ortaya çıkan şaşırtıcı gerçek şu: Göbekli Tepe, son avcı-toplayıcı toplulukların inşa ettiği, son derece görkemli bir kült (tapınma) merkezi, bir tapınaklar dağı. Büyük bir değişimin arifesinde olan, geçiş döneminin tüm sancılarını yaşayan avcı-toplayıcı topluluklar, bir anlamda, en azından tapınaklarıyla yerleşik yaşama geçmişler. Üstelik sandığımızdan çok daha gelişmiş ve karmaşık sayılabilecek bir semboller dünyasına ve inanç sistemine sahip olarak.
Göbekli Tepe, yerleşim yerinden öte, bir tapınak merkezidir.
Bulunan mimari yapılar günlük yaşama yönelik değil, aksine özel amaçlar (Hac) için yapılmış kült yapılardır. Nevali Çori, Karahantepe (Keçeli Tepe), Sefer Tepe gibi yerler ayni kültüre ait daha küçük boyutlu uydu yerleşim yerleri olarak varsayılmaktadır. Çayönü (Qortê Ber Çem) yerleşmesinde Neolitik Dönem’e ait törensel binaların, özellikle yuvarlak yapılar ve ızgara planlı yapılar evresi Göbekli Tepe ile çağdaş olması nedeniyle, bu evrelerde yaşanan ortak bir kültürden, dönemin Çayönü insanlarının Göbekli Tepe ile ilişki içerisinde olduğu, birbirilerinden haberdar oldukları düşünülmektedir.
Göbekli Tepe, Neolitik Dönem’de kullanılmış ve sonrada terk edilmiştir. Göbekli Tepe’nin anıtsal yapıları, onu yapan Neolitik Dönem insanları tarafından bilinçli olarak doldurulmuş, bir nevi gömülmüştür. Bu dönemde yaşam biçimlerini de değiştirmeye başlayan son avcılar, eski kimliklerini, avcı-toplayıcı yaşamlarında onlar için önemli olan inanışlarını, sembol dünyalarını tahrip etmeden kapatarak terk etmişlerdir. Bu nedenle son avcıların buluşma merkezi olan eşsiz tapınaklar dağı, ıssız, ırak, sessiz doğal ortamda, tahrip edilmeden günümüze kadar ulaşabilmiştir. (Nalân Mahsereci, Prof. Dr. Klaus Schmidt ile söyleşi/Son avcı-toplayıcı toplulukların görkemli izi: Göbekli Tepe, Bilim ve Gelecek dergisi, Aralık 2007, sayı: 46.)
***
Göbekli Tepe’de kazı çalışmalarını yürüten Prof. Dr. Klaus Schmidt’in kazılardan elde ettiği bulgular ve literatüründen edindiği bilgiler Taş Çağı Avcılarının Gizemli Kutsal Alanı GÖBEKLİ TEPE -En Eski Tapınağı Yapanlar adıyla, İstanbul’da (2006’da) Arkeoloji ve Sanat Yayınları tarafından kitap olarak yayınlanmıştır. Kitap, bilimsel yayın amacıyla değil, bilgilendirme ve Göbekli Tepe’yi okuyucuya tanıtmak amacıyla kaleme alınmıştır. Kitabın merkezinde, yazarın deyimiyle “Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu’sunda Göbekli Tepe buluntu alanı yer almaktadır”. Göbekli Tepe, “özel şeyleri” içinde barındırmaktadır.
Önsöz’de; “Bu kitabı, ömürleri boyunca ürettikleri eserlerle, genç kuşakların araştırmalarına -hiç kuşkusuz çok önemli şekilde- yön veren Linda ve Robert Braidwood’a sunmayı çok isterdim. Ama artık mümkün değil; bu kitabı daha önce bitirmeliydim, çünkü Robert ve Linda’nın ömürleri 90’lı yaşlarında sone erdi. Robert’in, Steven Spielberg için Indiana Jones’un prototipini oluşturup oluşturmadığı da bu arada söz konusu edildi. Hiç kuşkusuz o, yanında uyumlu eşi Linda Hanım’la, arkeoloji camiasının sıra dışı bir temsilcisiydi. 1964 yılında Halet Çambel ile birlikte başlatılan Çayönü kazıları, Çatalhöyük gibi kısa zamanda popüler olmadı ama Çayönü, sonuçları itibariyle yavaşça, ancak güçlenerek artan etkisiyle bugün ulaştığımız araştırma seviyesine giden yolda önemli mil taşlarından biri oldu.
Bir Türk-Alman ortak çalışması olan ‘Fırat Projesi’ kurucusu ve destekleyicisi, İstanbul Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün (DAI) eski müdürü Harald Hauptmann’ın attığı temel olmadan bu kitap yazılamazdı. O, 1983 yılında başlayan Nevali Çori kazısıyla, Çayönü ile açılan yolu arkeolojinin yeni yurtlarına doğru devam ettirdi. Taş Çağı’ndan bilinen figüratif nesnelerin hepsini gölgede bırakan, kireçtaşından yapılma büyük boyuttaki heykeller ilk kez gün ışığına çıkmaktaydı” diye yazmaktadır. (s.15-16)
Kitabın ilerleyen sayfalarında ise, önemli tespitler yapmaktadır:
“Fırat ve Dicle arasındaki yukarı bölgenin, Bereketli Hilal’in ya da diğer taraftan formüle edildiği gibi ‘Altın Üçgen’in karnı olduğu bir resim gibi ortaya çıkmaktadır. Bu bölge çok geniş ve arkeolojik açıdan çok az araştırılmıştır. İşte tam burada, heykeller ve kabartmaların şimdiye kadar hiç bilinmeyen dünyasına işaret eden Urfa ve görkemli yapılarıyla Göbekli Tepe yer almakta. Bu yapılar, ürkütücü bekçi figürlerinin yanı sıra henüz bilinmeyen bir resim dilinin repuartarı ve içeriğine ait, karışık ve kısmen gerçekdışı gibi gelen betimlere sahiptir. Nerdeyse, Hieronymus Bosch’un allegorik (mecazi) resimlerinden birindeki garip bir resimler senaryosunun kendini yayması gibi; yapıldığında orada olanlar tarafından okunması oldukça kolay ama bilmeyenler için tehlikeli, ürkütücü, korkunç ya da barışsal anlam içeriklerini aktaran bir durum söz konusudur. Burada bir başka dünyanın içeriği en azından onun hayvanlar tarafından temsili, ilk olarak bitirildiğinde orada olmayan kişiler için de netleşmektedir. Ancak tanrısal özün (numen) daha Göbekli Tepe’de henüz isme (nomen) dönüşüp dönüşmediğini; burada sadece ruhlar, cinler ya da diğer transzendental (aşkınsal) güçlerin sahneye çıkıp çıkmadığını; ya da tanrılar ve tanrıçaların da bunun içine karışıp karışmadıklarını, taş kaynaklarımızın özellikleri nedeniyle belki de hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Ancak burada tapılanların gerçek yapısı gizli kalsa da, yine de tapınak kavramının, bu Taş Çağı özel yapıları için uygun olduğunu düşünmekteyim. Bizler, Üst Paleolitiğin tüm tanrılarını (pantheon) bilememekteyiz ve büyük olasılıkla da bunu hiç bir zaman öğrenemeyeceğiz; ancak Göbekli Tepe araştırmaları sırasında saptadığımız, bu tapmaklarda kendini gösteren kült ve dinin; Yakındoğu’daki Neolitik dönemin gelişimin güçlü dürtüleri olduğu, gittikçe güçlenmektedir. Bu da insanlık tarihini ve atalarımızın özünü biraz daha açıklığa kavuşturmayı vaat etmektedir ve bu nedenle de Taş Çağı avcılarının kutsal dağında bundan sonra yapılacak çalışmaların dönem hakkında bilgi dağarcığımızı geliştirmekte önemli bir rol oynayacağı kesindir.” (s.285)
***
Yakındoğu’da en eski tapınağı yapanlar Göbekli Tepeliler; ilk yerleşik hayata geçenler ise Çayönü/Qortê Ber Çem (Ergani), Nevala Çori (Hilvan), Hallan Çem (Silvan) gibi yerleşim yerlerinde yaşayanlardır. Ona göre yaşadığımız coğrafyanın tarihi zenginliğinin ve farklılığının kıymetini bilelim.
Dünya uygarlığının ortak mirası olan tarihi eserlerimizi tanıyalım, tanıtalım ve gözbebeğimizcesine koruyalım.
18 Ağustos 2008 tarihinde www.sivildusunce.com sitesinde,
28 Ağustos 2008 tarihinde Yeni Yurt gazetesinde yayımlandı.