“Duy şikâyet etmede her an bu ney,
Anlatır hep ayrılıklardan bu ney.
Der ki feryadım kamışlıktan gelir,
Duysa her kim, gözlerinden kan gelir.
Ayrılıktan parçalanmış bir yürek
İsterim ben, derdimi dökmem gerek.
Kim ki aslından ayırmış canını,
Öyle bekler, öyle vuslat anını.
…
Ney sesi tekmil hava oldu ateş,
Hem yok olsun, kimde yoksa bu ateş!”
(Mevlana Celaleddin Rumi)
Mevlana’nın neyle ilgili bu güzel şiirinden sonra, birazcık ney ve neyzen hakkında bilgi verip sonra da bir neyzenimizi tanıtmaya çalışacağım.
Ney sözcüğünün etimolojisi ve tarihçesine baktığımızda şunu görürüz: Sümerce’ den Farsça’ya geçen “nâ” veya “nay”; kamış, kargı anlamlarına da gelen çalgının en eski adıdır. Arap toplumunda üflemeli çalgıların hemen tümü için kullanılan “mizmâr” sözcüğü, (nefes borusu, ses organı anlamında) ney için de kullanılmıştır. Türkçe’de ise hemen her zaman “ney” olarak anılmıştır. Neyzen ise, Farsça çalan, icrâ eden anlamına gelen “zeden” sözcüğünden takılanarak oluşturulan “neyzeden” bozularak, ney icrâcısı anlamında günümüzde de kullanılan “neyzen”e dönüşmüştür.
Ney’in Sümerlerde MÖ. 5000 yıllarından itibaren kullanıldığı sanılmaktadır. Bu çalgıya ait elimizdeki en eski bulgu, MÖ. 2800-3000 yıllarından kalan bugün Amerika’da Phledelphia Üniversitesi Müzesi’nde sergilenen neydir. Çalgının o dönemlerde de dinsel törenlerde kullanıldığı sanılmaktadır. Assomption rahiplerinden Thibaut’un “esrârengiz, cezbedici, tatlı ve âhenkli bir ses” diye tanımladığı ve “Kamışların üzerinden geçerken/Kuşları uyandırmaya korkan tatlı bir meltemin kanat çırpınışları” şekilde şiirleştirdiği ney sedâsı, her dönemde insanları derinden etkilemiş, özellikle dinsel duyguları çağrıştırmıştır. Sedâsından gelen bu özelliğiyle, ilişkide bulunduğu her toplumda neye önem verilmiştir. Türklerin ve Kürtlerin İslâmiyeti kabulüyle birlikte Anadolu’da kullanmaya başlanan ney, XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu’da İslâm tasavvufunun sembolü haline gelmiştir. Bunda, bu yüzyılda yaşamış bilge Mevlana’nın da büyük rolü olmuştur diyebilirim.
Ney için -bir müzik aleti için kullanılan çalmak yerine- üflemek tabiri kullanılır. Bazıları üflemeye, kaynağını İslam’da Allah’ın insanı yaratırken ruhu üflemiş olmasından alan bir mecazi anlamda yüklemektedir. İster beşeri, ister dini duygulara hitap etsin; ney, ruhunun derinliklerine nüfuz eden güzel bir çalgıdır. Ney üflemek herkesin harcı değildir. Ney üflemek maharet ister, sabır ister, sevda ister, gönül hoşluğu ister.
Bilenimiz var mı acaba? Bizim de mahir, sevdalı ve gönlü hoş, güzel ney üfleyen bir hemşerimiz var: Neyzen Ergün Sönmez.
Ergün Sönmez kimdir?
Ergün Sönmez, babasının iddiasına göre 1936, annesinin iddiasına göre 1938 yılında Diyarbakır-Ergani’de doğdu.
İlkokulu, ortaokulu Ergani’de, liseyi Diyarbakır’da Ziya Gökalp Lisesi’nde tamamladı. Sonra, 1958 yılında İstanbul İktisat Fakültesi’ne girdi ve okurken 1960 yılında İstanbul Yüksek Gazetecilik Enstitüsü’nün sınavını kazanarak iki okulda birden okumaya başladı. 1962-1964 yıllarında Yedek Subay Öğretmen olarak askerliğini yaptı. 1964 yılında İstanbul Yüksek Gazetecilik Enstitüsü’nü bitirdi. 1965 yılında İktisat Fakültesi’ni bitirdi.
1965 yılında Türkiye İş Bankası İstanbul Şişli Şubesi’nde bir yıl çalıştı. Sonra Almanya’ya giderek çeşitli işlerde çalıştı. 1971 yılında Alman Devlet’i tarafından Türk çocuklarına eğitim vermek üzere öğretmen olarak tayin edildi, ilkokuldan meslek okullarına kadar çeşitli okullarda 26 yıl öğretmenlik görevini severek sürdürdü.
1971 yılında Almanya’da mastır yapmak için dil eğitimine başladı. İki yıl dil eğitimi aldıktan sonra 1973 yılında mastıra başladı ve 1975 yılında mastırını bitirdi. 1979 yılında ise doktorasını verdi.
Almanya’da bulunduğu sürede çeşitli sendika dernek ve partilerde görev aldı.
Türkiye ve Avrupa Birliği, Türkiye Atatürk’ten Bu Güne Kadar isimli kitapları Almanca yayımladı.
Dr. Mustafa Demir’le birlikte 40 Yıllık Türkiyeli İşçilerin Tarihi, 40 Yıllık Türkiye’li Öğrencilerin Eğitim ve Öğrenim Sefaleti isimli kitapları Almanca yayımladılar.
Halen Berlin’de kitap yazma çalışmalarını sürdüren Ergün Sönmez evli ve Devrim isimli bir kız babasıdır.
Ergün Sönmez’in müzik yaşamına gelince…
Anlatıldığına göre, eskiden kurban bayramlarında, yöre sakinleri Ergani’de Zülküf Dağına çıkarak kurban kesip eğlenirlermiş. Ergün Sönmez, 1947 yılında Kurban Bayramı’nda Zülküf Dağı’na çıkarak yapılan bir eğlenceye katılır. Eğlencede arabana ismi verilen 7 ayrı büyüklükte vurmalı çalgılar eşliğinde kavalla halay müziği çalınıyormuş. Hayatında ilk kez kadınlarla erkeklerin kol kola girerek halay çektiklerini görür. Bu durumdan çok etkilenir, kadınla erkeği kol kola bir araya getiren büyünün müzik olduğunu düşünerek, babasına uzun süren yalvarmalar sonucunda bir kaval aldırır. Ergani’nin ünlü kavalcısı Baygür’lü Hafız Zülfo’dan, babasından çaldığı buğdayları vererek, 5-6 yıl kaval dersleri alır. Ayrıca akrabası olan Kavalcı Hanifi Subaşı’ndan da 4-5 yıl istifade eder.
Çok sonraları, 1990 yılında Berlin’de Neyzen Dündar Atalay ile tanışır, dinlediği ney onu çok etkiler ve geçen zamanda ney üflemediği için üzülür. Başlar Neyzen Dündar Altay’dan nota ve solfej dersleri almaya.
1996 yılında Almanya’dan özel olarak İzmir’e gelip Ney Yapımcısı Mehmet Yücel’den bir Mansur bir de Kız ney alarak neyzen olabilmek için ilk adımını atar, ney üfleme çalışmalarına başlar. Şu anda Almanya, İsviçre Türkiye üçgeninde ney çalışmalarına devam etmektedir.
Yaşadığımız coğrafyadan çıkan tüm değerlerimize, tüm sanatçılarımıza değer vermeliyiz diye düşünüyorum. Değer vereceğimiz hemşerilerimizden biri de Ergün Sönmez’dir. Kendisini kutluyor ve hem müzik çalışmalarında ve hem de kitap yazmalarında kendisine başarılar diliyorum. Hemşerim, nefesin ve ferasetin tükenmesin!
Kaynak: http://www.neyzen.com/genc_neyzen_02.htm
Müslüm Üzülmez ve Ergün Sönmez. İstanbul/ Beyoğlu. 26 Mayıs 2010
(Yazıda fotoğraf bulunmamaktadır, fotoğraf sonradan eklenmiştir.)
15 Mart 2008 tarihinde
http://ergani.gen.tr sitesinde yayımlandı.