Kürtlerin etrafında/”Kürt Sorunu” konusunda müthiş fırtınalar esiyor/estiriliyor. Mecliste, Genelkurmayda, Bakanlıklarda, Dış Temsilciliklerde, Uluslararası Kurum ve Kuruluşlarda, Siyasi Partilerde, Medyada, Sokakta… tartışmaların, toplantıların, görüşmelerin, gösterilerin biri bitiyor biri başlıyor: Savaş çığlığı atanlar, sınır ötesi operasyon isteyenler… “Kerkük ve Musul’a uzanalım” ya da “Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’ni Türkiye’ye bağlı esnek bir federasyona dönüştürelim” diyenler… “PKK’yi terör örgütü ilan edin” diyenlere karşı “PKK Türkiye’nin gerçeğidir” ve “Üniter devlet yapısı içinde çözüm istiyoruz” diyenler…
ABD ile görüşmelerin, AB ile görüşmelerin, İran ve Suriye ile görüşmelerin odak noktasında Kürtlerin durumu/sorunu yer almakta…
Kuzey Irak/ya da Güney Kürdistan’daki Kürt Yönetimi’ne kimileri sempati duyuyor, kimileri de nefret ediyor…
Kürtler siyasi kimlikleriyle ilk defa DTP ile Meclis çatısı altına giriyor, “derin“lerde bulunanlar, Meclisteki siyasi partiler Kürt milletvekillerini Meclisten dışarı atmak istiyor…
Kısacası tansiyon her geçen gün artıyor; fırtınadan göz gözü görmüyor.
Birkaç yazımda da vurguladığım gibi, geçmişte Kürtler konusunda Ankara-Bağdat-Tahran hattı söz konusuydu. ABD, bu hattı dikkate almak zorundaydı, çünkü çıkarları bunu gerektiriyordu. Şimdi Bağdat hattı düştü. Bu hattı düşüren de ABD’nin bizatihi kendisidir. Şimdi sırada Şam ve Tahran var gibi… Eskiden ABD’nin “Kürt Sorunu” diye bir sorunu da yoktu. Kürt sorunu, sadece Kürtlerin ve Kürtlerin üzerinde yaşadıkları devletlerin sorunuydu. Artık Kürt sorunu ABD’nin bir sorunudur.
Emperyal strateji içine almayı, farklılaştırmayı, yönetmeyi hedefler. Her kim “Kürt Sorunu” konusunda düşünce veya politika üretmek istiyorsa bu olguyu dikkate almak zorundadır.
Peki, Türkiye ne yapmalı?
1. İnkârcı politikadan vazgeçmeli,
2. Kürtlere gerçek “kardeş” olduğunu göstermeli,
3. Küçük değil, büyük düşünmelidir.
Uluslararası siyasette, diplomaside, savunma ve askeri alanda başarılı olmanın yolu ekonomik olarak güçlü olmadan geçiyor.
Bunu ben değil, eli kalem tutan ve azıcık mürekkep yalamış gözleri kör, kulakları sağır olmayan herkes söylüyor. Öyleyse demokratik atılımları bir an önce yapıp, iki kardeş halkın uluslararası hak ve çıkarlarını garanti altına almak için ekonomik olarak güçlü olmanın yolları aranmalıdır.
Kuzey Irak/Güney Kürdistan Türkiye için şanstır. Türkiye bu şansı iyi değerlendirmelidir.
Kuzey Irak’ta şimdi bir yatırım yarışı var. Türkiye’den giden işadamları Kuzey’de rüzgâr gibi esiyorlar. Yatırımlarının toplamı gayri resmi rakamlara göre 2007’nin ilk 6 ayında 1 milyar doları aştığı söyleniyor. 2007 sonunda kim bilir ne olacaktır? Ankara, bu gelişmeyi hızlandıracak yerde, köstek oluyor. Habur Sınır Kapısı’nı kapatma tehditleri savuruyor. Oysa yatırımcılar tüm siyasi sorunları hızlarıyla aşabileceklerini düşünüyorlar. Örneğin; Kuzey Irak’ta petrol üretimine hazırlanan Pet Oil Şirketi’nin Yönetim Kurulu Başkanı Güntekin Köksal; “Bir kaşık suda fırtına yaratmaya çalışıyorlar. Kuzey Irak, büyük bir petrol bölgesi. Ben olsam kavga edeceğime, daha fazla arama hakkı almaya çalışırım” diyor ve ekliyor: “Ama düşünen kim…”
Hemen hatırlatmak istiyorum: Irak’ın tahmini petrol rezervi: 115 milyar varil. Kuzey Irak’ın tahmini petrol rezervi: 20–25 milyar varil.
Kuzey’de, bildiğim kadarıyla Pet Oil Şirketi ve Genel Enerji Şirketi faaliyet gösteriyor. Petrol yasası Irak Parlamentosu’ndan çıkmamasına rağmen, bu iki şirket risk alıp bu durumu fırsata dönüştürerek 1 milyar varillik petrol rezervi üzerinde cirit atıyor. Türkiye’de günde 42 bin varil petrol üretilebilirken, Kuzey Irak’ın Taktak Petrol Sahası’nda bu iki şirket, açtıkları kuyularda, günde 100 bin varillik üretim yapabilecekleri kadar petrolü güvenlik altına almış durumda. Çıkarılacak petrol, öncelikle Türkiye pazarına hitap edecek. Dünya piyasalarına arz edilecek Kuzey Irak petrolü ise, yine Türkiye’nin kontrolündeki boru hatlarından ve Ceyhun Terminali’nden geçecek. Buna karşın Türkiye, Kuzey’deki Kürt Yönetimiyle doğrudan ilişki kurmuyor, Bağdat’la ilişki kuruyor. Bağdat’taki hükümetin gücünün yetersizliği, Irak’ta iş yapan tüm şirketlerin en büyük sorunu. Bu konuda, Kuzey Irak merkezli altyapı şirketi Zağros’un ortağı Berna Türkili; “Bağdat’taki hükümet oldukça dağınık ve iç çekişmelere gömülmüş durumda. Buradaki yapı, sorunlara çözüm üretecek düzeyde değil. Ayrıca bu ülkede, bir devlet geleneğinden söz etmek de imkansız” diyor.
Kürt Yönetimi, Türkiye ile ilişkiden yana ve Türkiye şirketleriyle iş yapmak istiyor. Yeni Irak Petrol Yasası’nı kaleme alan uzmanlardan Dr. Ashti Hawrami; “Bizimle doğrudan temas Türkiye’nin çıkarına. Erken gelen öncelik alır” diyor ve ekliyor: “Kürdistan’da 20-25 milyar varil petrol rezervi var. Bizim bu kadarına ihtiyacımız yok. Siz ise 70 milyonluk büyük bir ülkesiniz. Yanı başınızda Allah’ın sunduğu bir armağan söz konusu…“
Yabancı şirketler çoktan tercihlerini yaptılar: Kuzey Irak. Örneğin Norveç’in devlete ait petrol şirketi Statoil, Kazakistan’da büyük yatırımları bulunan enerji şirketlerinden British Gas, Bölgesel Kürt yönetimini tercih ediyor. Türkiye en büyük petrol şirketi Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) ise, şimdilik beklemede. Oysa, Kanada merkezli Addax Petroleum ile ortaklaşa Kuzey Irak’ta petrol arayan Genel Enerji Şirketi’nin Genel Müdürü Orhan Duran; “Biz, bu bölgede edindiğimiz tüm tecrübeyi ve buradaki yetkililerle kurduğumuz ilişkileri TPAO ile de paylaşmaya hazırız. TPAO gibi bir şirketin Kuzey Irak’ta yatırım yapması çok faydalı olabilir ” diyor. (Kaynak: Tolgahan Özkan, “Hızlı ve Öfkeli”, BusinessWeek, Sayı: 2007/24, 17–23 Haziran 2007)
Gazeteci Cengiz Çandar; Referans gazetesindeki “Kuzey Irak’a TSK ile girmek yerine; Kürdistan’a TPAO ile girmek” (Referans -19 Mart 2007) ve “Türkler-Kürtler; Stratejik zenginlik ortakları…” (Referans -1 Aralık 2007) başlıklı yazılarında aynı konuya değinerek önemli bilgiler vermektedir.
Herkesin gözü Kuzey Irak’ta. Ben, burada sadece petrol örneğini ele aldım, artık gerisini siz düşünün! Türkiye gözünü açmalı ve akıllı davranmalı; “Sevr Sendromu“ndan kurtulmalı; Bölgede yaşanan değişim ve gelişmelerin Kuzey Irak’ın Türkiye için stratejik, politik ve ekonomik önemini artırdığını görmelidir. Cengiz Çandar’ın dediği gibi; “Büyük uluslar, sürekli kendi kendilerine büyük olduklarını tekrarlayarak değil, ‘büyük’ düşündükleri ve geleceğe ‘büyük’ bakabildikleri ve bunun gereğini yerine getirdikleri için öyledirler.” (Referans -4 Aralık 2007)
Irak’ın toprak bütünlüğü diye bir olay yok! Başta Türkiye olmak üzere, Irak’ın diğer komşuları tarafından korunması artık mümkün değil. O yüzden, Türkiye kendisini Irak’ın muhtemel bölünmesine karşı şimdiden hazırlamalı: Türkler ve Kürtler “ortak zenginlik alanı“nı oluşturmalıdırlar. “Ortak zenginlik alanı“nı oluşturmanın ilk şartı ise, “kardeş“inin temel hak ve özgürlüklerini tanımak ve Kuzey’deki Bölgesel Kürt Yönetimi’yle kardeşçe ilişkiler geliştirmektir. Kürtleri bir “güvenlik sorunu” olarak değil, “zenginlik ortağı” olarak görmektir.
10 Aralık 2007 tarihinde
http://www.kuyerel.com da yayımlandı.