Bizleri yılan ve akreple dolu karanlık odalarda terbiye etmek istiyorlar. Plan üstüne planlar yapılıp yaşamımızda ışık ve gül olmasını istemiyorlar. Kafeslenip mahkûm edilerek, dünyamız karartılarak, zindanda yaşamamızı istiyorlar. Işığın özgürlük, gülün barış olmasından dolayı ışıktan korkuyorlar, gülden nefret ediyorlar. Kana ekmek doğruyorlar. Kanı kanla yıkamaya çalışıyorlar. İnsanları kafeslerde yaşatmak istiyorlar.
Bir avuç elit ülke nimetlerinden sadece kendileri nasiplenmek istiyor. Üretmeden, tüketmek; asalakça, üretenlerin kazancına ortak olmak istiyorlar. Ve mal üreteni, hizmet üreteni, bilgi üreteni de küçümsüyorlar. Her şeyin eskisi gibi sürmesini istiyorlar. Değişime karşı direnerek, hem kurumları, hem toplumu çürütüyorlar. Bunun için entrikaya, yalana dolana sarılıyor; karşısındakini karalıyor ve zehir saçıyorlar. Utanmadan yalanın doğru, çirkinin güzel, kötünün iyi olduğunu söylüyorlar. Ama unutuyorlar: Dünya değişti, Türkiye değişti. Azımsanmayacak çoğunlukta artık iyilikten, güzellikten, özgürlükten, adaletten ve gelişmeden yana olanlar var. Bunlar bilgiyle beslenip evrensel yasaları içselleştirerek yaşamın güzelliklerini, zevk ve renklerini ışık gibi etrafa saçıyorlar.
Çürümeden, karanlıktan yana saf tutanlar, ruhunu şeytana satan ifrit yaratılışlı olanlar, “Garnizon Kültürü“nden beslenenler ise olabilecek güzel şeylere iftira ediyor, kirletiyorlar. Güzellikleri kötülüklere kurban ediyorlar. Işığa düşmanlıklarından, gerçeklerin gün yüzüne çıkmasına karşı çıkıyorlar. Gözlerine “perde” inmiş, ışıktan korkuyorlar. Ama günah, şeytanın sofrasından nasıl beslenirse, iyiliğin de kötülüğün koynunda beslendiğini unutuyorlar.
Işık yol göstericidir, ışık harekettir, ışık aydınlıktır. Işık yaşamın, karanlık ölümün simgesidir. Güneş, ışığın ve hareketin kaynağıdır. Kutsaldır. Bitkiler, hayvanlar, insanlar, tüm canlılar yaşamlarını ışığa borçludurlar. Işık ve hareketin olmadığı yerde karanlık; karanlığın olduğu yerde de cansızlık, ölü bir yaşam vardır. Karanlığın olduğu yerde yılan, akrep, çıyan, baykuş; ışığın olduğu yerde gül, karanfil, nergis ve bunlara âşık bülbüller vardır. Güzel olan, iyi olan ışıktır. Işık, yaşama renk katmakla kalmaz, yaşamı kalıcı ve sürekli kılar.
Karanlığa ve kötülüğe karşı mücadele edenlerde peygamber sabrı olmalı. Sağlam bir irade olmalı. Kartal olmayanların dağların doruklarında yuva yapması doğru değildir. Yarasa yol gösterici olduğunda bilinmelidir ki gidilecek yer karanlık bir zindandır. Kötülük erdem sayılırsa çürümüşlük sistemleşir, zulüm egemen olur. Halk kötülerin içinde, kötülerden birini seçmeyle karşı karşıya kalır. Fazla ışıktan gözleri kararanlar da olur. Önlerini göremez, ışıktan korkar olurlar. Akılları körleşir, karanlıkta yaşamayı tercih ederler. İyiyi kötü, kötüyü iyi gösterirler. Dilbaz oldukları içinde bunda başarılı olurlar. Kötülükte kendi aralarında yarışırlar.
Adalet, yaşamı bir birine bağlayan yapı taşıdır, ama aynı zamanda toplumun “zayıf halkası“dır. Yaşamın yapı taşını yerinden oynatıyorlar, terazisine tankları koyuyorlar. Eğer bir toplumda adalet duygusu zedelenirse, adli kurumlar kirlenirse yaşamın bağları çözülmeye başlar. Çözülmenin panzehiri adalet duygusunu geliştirmektir. Vicdanı nasır bağlamış, tanka selam durmuş, resmi ideolojinin esiri olmuş yargıçların adil olması mümkün mü? Hâşâ. Kadim bir bilge; “Karanlığın yolunda gidenlerin gözleri kör, yürekleri kabuk bağlamıştır” boşuna mı demekte. Böylesi durumlarda yenilik ve güzellikten, barış ve kardeşlikten yana olanların kaderleri yalnızlık; acı, elem yaşamlarının parçası olur. Ağır bedel öderler. Karanlık tüm çirkinliklere şal olur. Yasak her şeyin ilacı olur.
İnsan, ışık ve karanlık eğilimi içinde birlikte taşır. Bir yanında karanlık (kötülük), bir yanında ışık (iyilik) vardır. Kiminin yüreğinde ışık, kiminin aklında şeytanlık (karanlık) vardır. Işığı rehber edinenler, kendi şeytanlarıyla birlikte tüm şeytanları kovar: Mina’da şeytanı taşlar gibi değil ama, şeytanı aklından ve yüreğinden söküp atar.
Yaşam bize iki tür insan olduğunu kanıtlamıştır. Et yığını olanlar -ki bunlar salt tüketenlerdir. Değişime direnenlerdir. Taş üstüne taş koymazlar. Birde su kaynağı olanlar vardır. Bunlar su gibi yaşadığı topluma hayat verir, hem kendilerinin, hem başkalarının beslenmesi, barınması, neslini devam ettirebilmesi için mal üretir, hizmet üretir, bilgi üretir. Akan su gibi canlıya can, toprağa kan olur. Üreten insan elmas gibi parıldar, salt tüketen ise ceset gibi kokar. Biri insanlığın gelişimine ve insanın yücelişine katkı sunar, diğeri pranga/zincir vurar.
İnsanlığa yapılacak en büyük kötülük toplumsal gelişmenin önüne set çekmektir, bent kurmaktır. Akmayan su çürür. Kokar. Toplumun önüne, üretici güçlerin önüne set çekilirse çürüme başlar, koku her tarafı sarar. Toplumun özgür ve gani bir yaşam sürmesine, gelişmesine destek vermeyenler, hiç değilse köstek olmamalı. Vicdanlarının sesine kulak vermelidirler.
İki yol var: Ya iyilerin barış ve kardeşlik yolundan gideceğiz ya da kötülerin savaş ve zulüm yolundan. Ha, birde yolunu kaybedenlerin yolu var.
Siz hangi yolun yolcususunuz?
31 Aralık 2009 tarihinde http://www.kuyerel.com sitesinde,
04 Ocak 2010 tarihinde http://www.kritize.net sitesinde,
04 Ocak 2010 tarihinde http://www.erganisoz.com sitesinde yayımlandı.