/

İlk “Ergani Yürüyüşü”

okuma süresi: 13 dk.

Ergani ilçesinde 1965 yılında ilk yürüyüşte halk sokağa dökülmüştü.

Ergani ilçesindeki bu ilk yürüyüşü değerlendiren Şehmuz Güzel, ilçede ilk yürüyüşü nasıl yaptıklarını, siz değerli okuyucularımızla paylaştı.

Ergani İlçesinde 1965 yıllarında asker uğurlama sırasında onlarca kişi traktöre binip sevinç gösterisi yaparken, Traktörün devrilmesiyle onlarca kişi yaralanıyor. Onlarca kişi yaralı olarak o yıllarda sağlık ocağına götürülmek isteniliyor. Araç olmadığından kimileri kendi olanaklarıyla yaralı taşıyor. Kazanın olduğu sırada ilçe kaymakamına ait eski bir jip oradan geçerken, vatandaşlar durdurmak istemiş. Ancak kaymakamın içinde bulunmadığı, makam şoförü “araç kirlenir” deyip kaza mahallinden uzaklaşmış.

1965 yılında başlatılan ilk “Ergani Yürüyüşü” nü kaleme alan Müslüm Üzülmez ve o yıları hatırlayan Şehmuz Güzel´in kaleminden gazetemize konu oldu. 1965 yılında Ergani´de ilk yürüyüş yapıldı, kimler katıldı, neler yaşandı.

TOPLUMSAL TARİHİMİZDEN BİR SAYFA: ERGANİ YÜRÜYÜŞÜ
M. Şehmuz Güzel

Değerli hemşerim Müslüm Üzülmez´e Fotoğraf Arşivi´ndeki kıymetli ve eşi bulunmaz fotoğrafları bizlerle paylaştığı için ne kadar teşekkür etsem azdır. Hem kendi adıma hem Erganili hemşerilerim adına. “Ergani´de yapılan ilk sosyal içerikli yürüyüşlerden biri” başlıklı fotosu ve bu fotonun hikayesine ilişkin yazdıkları da son derece önemli. Ergani toplumsal tarihinde yer alan ender bir olayı anımsattığı için. Değerli hemşerimin yazdıkları şunlar: “Ergani´de Yapılan İlk Sosyal İçerikli Yürüyüşlerden biri/Fotoğrafın hikâyesine gelince: Olayı tam hatırlamıyorum. Belleğim beni yanıltmıyorsa, yıl 1965 veya 1966 olmalı. Ergani merkezi ile Tren İstasyonu arasındaki 4 km yolun orta kesiminde köylü vatandaşın birine bir traktör mü, araba mı çarpar. Köylü vatandaş ağır yaralanır. Müthiş kan kaybeder. O esnada Kaymakam Bey´in makam aracı, içinde sadece makam şoförü olmak üzere kaza mahallinden geçer. Makam aracı durdurulur, yaralının hastaneye götürülmesi istenir. Kaymakamın şoförü “Kaymakam Bey´in arabası pislenir” diye yaralıyı arabaya almaz ve arabayı sürüp gider. Bu olay duyulunca; başta Erganili gençler olmak üzere yüzlerce Erganili bir yürüyüş düzenleyerek olayı protesto ederler. Bir insanın kaymakamın arabasından daha değerli olduğu anlatılmaya çalışılır.

Olaya dair hatırladıklarım bu kadar. Belki Değerli Hocam M. Şehmus Güzel (ve tabi ki bu olayı hatırlayan hemşerilerim) bu konuda bizlere bir şeyler yazabilir.”

Evet, bu durumda olayı anımsadığım kadarıyla anlatmam gerekiyor artık.

Yıl 1965 olmalı. Belki de 1966. Yaz dinlencesi anlarında. Askere sevkiyat yapıldığı günler. Eylül mü? Daha önce mi?

1964´te Üniversite sınavları ilk kez genel düzeyde ve alınan puana göre yapılınca ilk kez Ergani´den (Diyarbakır´dan, diğer ilçelerinden ve bütün Anadolu´dan da) o zamana kadar görülenden daha çok sayıda genç İstanbul ve Ankara´daki değişik fakülteleri kazandık ve öğrencilik hayatına başladık. Tümümüz solcuyuz. Birkaç yıl önce Ankara Hukuk Fakültesi´ni kazanmış amcamoğlu Ali Güzel hem ağabeyimiz, hem öğrencilik hayatında yol göstericimiz, hem can yoldaşımız. Aramızda İstanbul´daki değişik fakültelerde okuyan Remzi Vural, Zeki Sezer, Zülküf Güneli, Yaşar Can, Hadi Özgül, Şeref Yıldız var. Hepsi İstanbul´da ve tümüne yakını Diyarbakır Yurdu´nda kalıyor. Bendeniz Siyasal Bilgiler Fakültesi´ndeyim, Ankara´dayım. SBF´de Abdülkadir Aksu gibi Diyarbakırlı birkaç hemşerim var ama Erganili bir tek ben varım. O nedenle sık sık İstanbul´a gittiğim ve bütün hemşerilerimi bulup acılı kebab (O yıllarda İstanbul´da kebab yenebilecek lokanta sayısı çok azdı), çiğ köfte yemek nasip oluyordu. Ankara´da ise amcamoğlu Ali Güzel´le SBF Yurdu´na neredeyse bitişik Hukuk Fakültesi Yurdu´nda, önündeki bahçede veya odasında, çig köfteli hemşeri günleri yapıyorduk. Tahir Kan da zaman zaman bize katılıyordu… Veya biz zaman zaman Tahir Kan´ın evine misafir oluyorduk…

Evet bütün Erganili öğrenciler hem mutluyuz hem de tümümüz solcuyuz. Tarık Ziya Ekinci ağabeyimiz Türkiye İşçi Partisi adına propaganda yapmaya veya seçim kampanyası vesilesiyle Ergani´ye geldiğinde kahvelerden birinin önünde kürsülerimizi çekip etrafını sarıp sarmalıyor ve can kulağıyla dinliyorduk. Kimi arkadaşımız hafif solcu ve daha çok kuru fasulyacı bile olsa durum buydu. Yaz dinlencesi vesilesiyle kasabamıza, o şirin ve canımız gibi sevdiğimiz küçelere dönünce arada bir Hilar, arada bir Narlık yapıyoruz, dünyayı kurtarmak üzereyiz amma henüz eyleme geçmeye karar verememişiz… Veya veremiyoruz. Veya abelerimizin kararlarını bekliyoruz…

Derken Ergani´nin bebelerini askere götürmek üzere o bildiğiniz tililili, türkülü, ağıtlı, bol yemekli ve kaçak şaraplı, “sağlam gönderiyorum, sağlam dön” merasimleri yapılıyor. Sonra avluları tıka basa dolu evlerin kapıları açılıyor ve Ergani´den İstasyon´a kadar gidecek yeni yetmelerin taşınması gerekiyordu. Kimi korkudan uçuk. Kimi kendinden geçmiş. Kaçak şarap vurdu mu fena vurar. Yolcu edenler, gidenler ve gelmeleri dört gözle beklenecekler çok kalabalık olunca otomobil, otobüs yetmiyor. Zaten otomobil tünne (yok). Otobüsler de herhalde o gün o saatte (aklımda kaldığına göre öğleden sonrası saatleri) Diyarbakır´da olmalı… O zaman traktör mraktör artık ne varsa çoluk çocuk biniliyor ve İstasyon´a doğru gidiliyor… Traktör kullanmayı bilenlerin sayısı da çok az. Kimsede ehliyet mehliyet te yok. İşte böyle az bilenlerden biri direksiyona geçiyor. Günahını almayayım ama bizim “Bıçakçı” Fahri miydi acaba? Bunları kardeşim Rahmi Güzel benden iyi anımsar mutlaka. Genç adamlar giderken yolda da şenlik, şamata ve kaçak şarap faslı sürüyor. Ve bir yerde traktör devriliyor. O kadar insan römorktan tarlaya, sağa sola ama daha çok sola savruluyor. Yaralılar var. Ama yaralıların çoğunu o sırada Ergani´deki Sağlık Ocağı´nda (Hastane henüz açılmamıştı sanıyorum) tedavi mümkün değil. Diyarbakır´a götürülmeleri lazım. Ve sanıyorum gençlerden biri ağır yaralı. O gün o saatte Ergani´de bu işi yapabilecek tek araç var o da “Kaymakam Beğin” otomobili, ama bu da yanılmıyorsam beş para etmez ve dibi kırık bir cipti. Fakat kaymakam beğ müsaade etmiyor… “Arabam pislenir” filan gibi şeyler dediği duyuluyor… Halkımız bu işe isyan etti… Gel de isyan etme bakalım. Bir tarafta ağır yaralı bir genç öte yanda beş para etmez sersefil bir çip. Sonra akıl almaz bir laf: “Arabam pislenir”…

Bunun üzerine biz üniversite öğrencileri protesto eylemi yapalım dedik. Ali Güzel, Remzi Vural, Zeki Sezer, Şeref Yıldız, Zülküf Güneli, Hadi Özgül ve ben, işte toplamımız altı kişiyiz. İsmini maalesef şimdi anımsayamadığım bir veya iki öğrenci arkadaşı ve kardeşlerimizi, yeğenlerimizi, teyze, hala ve amca çocukarımızı da de sayarsak otuza kırka yaklaşıyoruz. İzin alındı mı? Bunları Ali Abem iyi bilir. O fırsat bulursa yazsın isterim. Neyse uzatmayayım. İstanbul ve Ankara´da gösteri ve yürüyüşlere katılmışız, polislere kök söktürmüşüz (O yıllarda henüz ne “Fruko”lar piyasaya çıkmıştı, ne “Pepsi”ler ne de başka bişey), deneyimliyiz (Aman aman! Polis çemberini yarıp TBMM´ne kadar yürüyen ben, polisi Kızılay´da döven o!) ve dediğim gibi memleketi kurtarmamıza da az bişey kalmış zaten. Bugün mutlaka inanmayacaksınız, ama biz o günlerde pek yakında ülkeye sosyalizmin geleceğini bekliyorduk. O kadar açlık, yoksulluk, sefalet ve beçeriksiz siyasetci olunca akıllı sosyalistlerin iktidarı almasından daha doğal ne olabilirdi ki? Hayallerimiz masum, insancıl ve çok güzeldiler.

Ergani´de hummalı bir faaliyete başladık, alışılmış olmayan cinsinden. Ali Abemlerin evinin avlusu taştandı ve genişti. Fotografta gördüğünüz o dev bandrolu o avluda biz yazdık. Evet aynen, o bezi biz satın aldık, sonra onu orada yere serip biz yazdık. Ne özenle. Ne zahmetle. Anlatamam. Yürüyüşün nasıl yapılacağına, nerede başlayacağına, nerelerden geçeceğine, nasıl bitirileceğine biz karar verdik. Her şeyi önceden ince eleyip sık dokuduk. Hazırdık artık.

Ve yürüyüş saati geldi. Biz hazırdık ama kaç kişi bize katılacaktı? “Güvenlik güçleri”nin tavrı ne olacaktı? Hiç bilmiyoruz. Ergani´de daha önce böyle bir gösteri ve yürüyüş te yapılmamış. Yanılmıyorsam Hükümet Konağı´nın yani Kaymakamlık binasının önünden yürüyüşe başladık. Biz daha oraya vardığımızda gördüğümüz manzara bizi çoşkuyla heyecanlandırdı: Gözünü sevdiğimin Erganili hemşerilerimiz bizi bekliyorlardı. Biz gururluyuz onlar gururlu. Başlarımız gökyüzüne değdi değecek. Makam Dağı bile daha görkemliydi o saatte. Büyüklerimizden de birkaç kişi var ki bu bize hem güç katıyor hem de güven veriyordu. Mahallelerimizin bütün bebeleri çoşku ve şenlikle önde, yanlarda ve arkada koşarak moşarak katılıyorlar… Adil Abe hem fotograf çekiyor hem de kendisi fotograf oluyordu… Benim fotograf makinamla fotoğrafları o gün kim çekti? Kardeşim Kahraman Gündüz Güzel mi?

Fotografta gördüğünüz gibi epey kalabalık bir kitle yürüyor… Önünden geçtiğimiz evlerde kadınlar, bizim kadınlarımız, başlarında tülbentleri, kalpleri sıkışık belli oluyor, ama gönülleri bizimle harbiden, eşiklerde bizi alkışlıyorlar. He lo bizi alkışlıyorlar. Bize alkış tutuyorlar. Kadınlarımız. Biz sessiz yürüyüş yapıyoruz onlar bizi alkışlıyorlar. Bu halka kurban olunmaz da ne yapılır? Sizin o iki ela gözlerinizden öperem canlarım benim. Kurbanınız olam. Kadanızı belanızı alam…

Evet o gün Ergani´de yürüdük… Bütün küçelerini, ana ve baba caddelerini geçtik ve kaymakam beğin yaptığının insanlığa sığmadığını anlattık… Halkevi, yani Adil Abe´nin sinema binası önünde bir konuşma ile gösteri ve yürüyüşümüzü bitirdik. Bu konuşmayı Ali Güzel Abemin yaptığını sanıyorum, Küçüklerimiz ve büyüklerimiz herkes o gün bizimleydi. Bu Şeker Bayramı vesilesiyle de onların hepsine tekrar tekrar selam ederem, küçüklerin gözlerinden büyüklerin ellerinden öperem.

Bu konuda daha yazılacaklar vardır mutlaka. Bunu da artık Ali Güzel, Tahir Kan, Şeref Yıldız, Zülküf Güneli, Rahmi Güzel, Hadi Özgül, Kahraman Gündüz Güzel ve o gün orada bizlerle yürüyen hemşerilerim yazmalı. Aramızdan ayrılanları ise o günlerin çoşkusuyla anıyorum. Remzi Vural askerde yedeksubayken öldü, tüfekle öldü(rüldü). “İntihar etti” dediler. Buna hiç kimse inanmadı. Hala inanmıyorum. Yaşar Can gözünü sevdiğimin “Bagürlü”sü. İstanbul Hukuk Fakültesi´nden diplomasını cebine koydu, Ergani´ye gelip avukat bürosunu açtı ve hemşerilerine hizmet etti, mütevazi yaşadı 7-8 yıl önce sessizce aramızdan ayrıldı. Çok güzel anılar bıraktı arkasında. Zeki Sezer kendi tarzıyla yaşamını sürdürdü ve kendine ayrılan zamanı doldurup “Bana müsaade” deyip bizi bıraktı. Kalanların başı sağolsun. Yakınlarına, çocuklarına ve eşlerine, ki onlar da ortaokul arkadaşımız bir içim su güzellikte kız arkadaşlarımızdır, en içten sevgi ve selamlarımı iletiyorum.

Fotoğraftakilerden isimlerini anımsadıklarım şunlardır:

Fotografta soldan sağa doğru: Yürüyüş kolunun başında ve kolkola girmişlerin en başında Ali Güzel, onun yanında Remzi Vural, onun yanında bendeniz M. Şehmus Güzel (Ama hemen önümdeki, benden birkaç yaş küçük ama boyu ve bosuyla benden epey büyük ve benden yakışıklı kardeşim Rahmi, bana “gölge etmiş” ve yakışıklı görüntümü bölmüş. Fakat merak edilecek bir durum yok, o gün çekilen ve yürüyüşü başından sonuna ölümsüzleştiren fotolar dizisi bende var. Diğer arkadaşlarımda da mutlaka vardır. Şu anda yanımda olmadığı için sizlerle paylaşamıyorum ama bulursam hemen paylaşmaya da söz veriyorum) Zeki Sezer, Zeki´nin yanındaki arkadaşımız Hadi Özgül ( Hadi Etibank´tan emekli olduktan sonra Ankara´da yaşıyormuş, bulunduğu yerden lütfen bir işaret verse çok sevineceğim), sonra gelen arkadaşımız için değerli hemşerimiz Müslüm Üzülmez Tahir Kan olduğunu yazdı, ben Zülküf Güneli olduğunu sandım. Ama meseleyi kendisine sorduğum değerli amcamoğlu Ali Güzel son sözü söyledi: O arkadaş Yaşar Can´dır. Böylesi de iyi oldu, çünkü uzun zamandır sesini duyamadığım Yaşar Can´ı anmak olanağı buldum.? Peki o zaman Zülküf Güneli yürüyüşüyte değil miydi? Zülo oğlum iki satır yazar mısın? Daha sonra gelen ve yürüyüşün ilk kolunu tamamlayan ise Şeref Yıldız´dır. Şeref´i boyu bosu ve güzelim yüzüyle tanımamak nâ-mümkün. Yürüyüş kolunun ilk sırası bu kadar. Ama yanımızda ve arkamızda dünya kadar insan var. Bütün Ergani neredeyse. En önde elinde Atatürk fotoğrafı ile yürüyen ve böylece “güvenlik güçlerinin” olası müdahalesine karşı bir tür kalkan taşıyan ve kendisi de kalkan görevini üstlenen Rahmi Güzel´dir. Hepimizin kardeşleri de oradaydı. “Böylesi günde yalnız bırakmak olmazdı”.

Gerçekten Ergani´de ilk kez böyle bir gösteri ve yürüyüş yapıldığı için ne olacağını, nasıl biteceğini önceden tahmin etmek mümkün değildi. Annelerimiz de nitekim hepimizin yıkanıp tertemiz giyinmemizi sağlamıştı. Hergünkü gibi ama hergünkünden sanki biraz daha fazla. Ergani´nin medar-ı iftiharlarıydık o günlerde. Ne demek koskoca Üniversite öğrencisiydik. Ve herkes bize geleceğin avukatı, yargıçı, mühendisi, öğretim üyesi, milletvekili ve kimbilir bakanı ve hatta annelerimize bıraksak cumhurbaşkanı, olarak bakıyordu. Fotoğrafta belli oluyor. Herkes pırıl pırıl. Hani “karakolluk veya hapislik olursak” tertemiz girelim tertemiz çıkalım diye. Annelerimiz oğullarına kötü söz söylenmesine, kötü muamele yapılmasına asla tahammül edemez türden annelerdi. Annem Ganime Güzel, Hapishane´nin ne olduğunu çok iyi biliyordu… Ağabeylerim İhsan Güzel (değişik hadiselerden) ve Tahsin Güzel (Çoğunlukla polis ve devlet memuru dövmekten) pek sık “hapse düşerdi” ve annem onlara yatak, yorgan ve her gün üç öğün yemek gönderirdi, ben de giderdim. Evden hapishaneye yemek götürülüşü düğün kervanı gibi bişeydi ve her çocuğun da taşıyacağı bişeyler bulunurdu. Yani hapishaneyi içiyle ve dışıyla, avlusu ve koğuşuyla, şusuyla ve busuyla biliyorduk. Ve bize bişey olursa en önce ve en önde analarımızın bayrağı devralacağını da… O nedenle göğsümüz kabarık, gönlümüz zengindi. Cesur ve gözünü budaktan ayırmayan gençlerdik. Haksızlığa dur demeliydik. Haksızlığa uğrayanların yanında yer almalıydık. Bunu bize böyle öğretmişti atalarımız. Bunun lamı cimi olamazdı.

O gün gösteride bizimle yürüyenlerden biri de kardeşim Kahraman Gündüz Güzel´di: Kolkola girmişlerin hizasında önde yürüyen genç. Esnaf, tüccar takımından da doğrudan doğruya aramıza katılmadan, kaldırımda veya yolun kenarında bizimle yürüyenler vardı: Örneğin Ali Güzel´in ağabeyi amcamoğlu yeri doldurulamaz Kemal Güzel. Böylece bize destek olduğu gibi, birilerinin müdahale etmemesi için de bir anlamda garanti edici görevini gönüllü olarak üstlenmiş oluyordu. Ve bu sayede, o gün o yürüyüş boyunca, “güvenlik güçlerinin” üniforması, rengi, kokusu bile görülmedi, duyulmadı. Ama biz sadece altı veya yedi üniversite öğrencisi olarak kalsaydık, bizi mutlaka derdest edebilirlerdi. Yakınlarımızın bizlerle olması, halkımızın bizi desteklemesi, çokluğumuz onları korkuttu. Müdahale edemediler. O günden aklımda kalan “ders” te bu oldu. Bu da bana yeter. Daha ne olsun?

(Hazırlayan ve Fotoğraf: Müslüm Üzülmez)

30-31 Eylül 2009 tarihlerinde Yeni Yurt gazetesinde,
2 Ekim 2009 tarihinde Ergani Haber gazetesinde yayımlandı.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.