Çermik ve Çermik Sancağı Kanunnâmeleri

okuma süresi: 18 dk.

Çermik çok eski, tarihi bir yerleşim yeridir. Birçok uygarlık Çermik’te hüküm sürmüştür: Huriler, Mittanniler, Asurlular, Urartular, İskitler, Medler, Persler, Makedonlar, Selevkoslar, Partlar, Ermeniler, Romalılar, Bizanslılar, Araplar, Emevîler, Abbasiler, Şeyh-Oğulları, Hamdanîler, Mervânîler, Selçuklular, İnanoğulları, Nisanoğulları, Anadolu Selçukluları, Artuklular, Osmanlılar belli dönemlerde sırasıyla Çermik’e egemen olmuşlardır.

1515 yılında Diyârbekir’in Osmanlı İmparatorluğu’na katılmasıyla; Çermik, Diyârbekir Eyâleti’ne bağlı Çermik Sancağı (Livası) adıyla idari yapı içinde yer almıştır. Cumhuriyetten sonra, 1926 yılında 1924 Anayasası’na dayanılarak 1926 tarih ve 877 sayılı kanunla sancaklar kaldırıldı. Vilayet, kaza, nahiye, kasaba, köy şeklinde yeni idari düzenlemeler getirildi. Bu yasaya bağlı olarak Çermik Sancağı da kaldırıldı; ilçe olarak Diyarbakır’a bağlandı.

Çermik’le ilgili çok sayıda belgenin var olduğunu düşünüyorum. Bu belgeleri bulup ortaya çıkararak politika üretecek olanlara, araştırma yapacak olanlara, Çermik’in tarihine ilgi duyanlara yardımcı olmanın bir görev olarak önümüzde durduğuna inanıyorum. Cumhuriyet dönemi ve öncesine ait ne kadar çok bilgi ve belgeyi gün yüzüne çıkartırsak, tarihî zenginliğimizin o kadar artacağını düşünüyorum.

Ben, bu anlayışla, yarı bir Çermikli olarak (annem Çermiklidir) elime geçen Osmanlı Arşiv Belgelerinden olan Kanunnâmelerde yer alan Çermikle ilgili bilgilerin derli toplu bir arada okuyucuların bilgisine sunmanın yararlı olacağını düşündüm.

Çermik Sancağı
Kanunnâmelere geçmeden, Osmanlı idari yapısında önemli bir yeri olan Sancaklar ve Çermik Sancağı hakkında çok kısa bazı bilgilerin bilinmesinde yarar vardır.

Osmanlı Devleti’ne bağlı sancaklar 3 gruba ayrılmaktadır:
1. Klasik Osmanlı Sancakları
2. Yurt ve Ocak Türündeki Sancaklar
3. Kürt (Erkâd) Sancakları.

Çermik, 922/1516 yılında Osmanlı Devletine katılıp iltihâk etmiş, Osmanlı İmparatorluğu’na katıldığı tarihinden itibaren de Diyârbekir Eyâleti’ne bağlı sancaklar arasında yer almıştır.

Çermik Sancağı, yurt ve ocak türünde Diyârbekir Eyâleti’ne bağlı bağımsız sancaklardandır. Bu tür sancaklar Klasik Osmanlı Sancakları ile Hükümet adı verilen tamamen bağımsız Kürt Sancakları arasında bir özellik gösterirler. Diyârbekir Eyâleti’ne bağlı bu türde 13 adet sancak bulunmaktadır: Çermik, Pertek, Kulp, Siirt ve Atak gibi…

Bu sancaklar, fetih esnasında bazı beylere hizmet ve itaatleri karşılığında ve de yapılan pazarlıklar sonucu devamlı olarak sancak ve has şeklinde olmak üzere oluşturulan sancaklardır. Bu sancaklar Klasik Osmanlı Sancakları’ndan farklıdır. Bunlar imtiyazlı sancaklardır. Sancakların idaresi genellikle bölgeye eskiden beri hâkim olagelen nüfuzlu, güçlü eski yerel beyler veya hânedanlara verilmiştir. Yaşam boyu sancak beyi olan bu idareciler ölümleri durumunda ancak değiştirilmektedir. Bu sancaklar, savaş ve seferlerde Beylerbeyinin hizmetine girmek zorundadırlar. Arazileri, tımar nizamına tabi’dir. Kadıları, Saray tarafından atanır. Veliyyûddin Efendi, 1969 nolu kaza listesinde; Çermik Kazası, Çüngüş, Hisârân (Hasaran) ve Ebu Tâhir nahiyelerinin birlikte Çermik Kadılığını teşkil ettiğini belirtmektedir.

Çermik Sancağı’nın ilk Sancak Bey’i Ali Beğ’dir; Çermik’in fethinde önemli rol oynadığı için bu görev kendisine ikram olarak verilmiştir.

Çermik Sancağı, Çüngüş’e 20 km. uzaklıkta bulunmasına karşın, 1518 tarihli tahrirde (yazımda), Çüngüş, Çermik’e değil, klasik türde bir sancak olan Ergani Sancağı’na bağlanmıştır. Çermik’in kısmen bağımsız hükümet türünde bir sancak oluşundan dolayı politik davranılmış ve Çüngüş, Çermik Sancağı’na bağlanmamıştır.

Kanunnâmeler
Osmanlılar fethettikleri memleketlerdeki örf, adet ve yasal düzenlemeler ile halkın alışık olduğu vergi şekillerine uzun müddet uymuştur. Sonradan lüzum duyuldukça (paraya sıkışınca yani) onları değiştirmiş veya yenilerini yayınlamıştır.

İlk zamanlarda emir ve fermanlar çıkarmak suretiyle mahalline gönderilen buyruklar Fatih zamanında Kanunname-i Al-i Osman adıyla çıkartılmaya başlanmıştır.

Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman zamanında çıkartılan kanunnameler de, Fatih Kanunnamesi gibi, üç bölümden meydana gelmektedir. Birinci bölümde, ceza kanunları genişletilmiş ve sistematik bir şekilde düzenlenmiştir. İkinci bölüm sipahilerin yükümlülüklerini ve sipahilerle ilgili kanunlara yer verilmiş, sipahilerin reaya üzerindeki haklarıyla onlardan alacakları vergiler, has ve tımar arazilerinden alınan baçlar, yayalarla müsellemlere ilişkin kanunlar da bu bölümde ele alınmıştır. Üçüncü bölümde ise, reayanın hak ve görevleriyle, toprakların kullanımına dair hükümler ve askerlik vazifesi yapan reayanın özel kanunları vardır.

Kanunnâmeler Öncesi Kürdistan ve Çermik’te Siyasi Durum
Akkoyunlu Devleti’nin yıkılmasından sonra, Kürdistan Osmanlı Devleti ile Sefevi Devleti arasında savaş ve rekabet sahası haline gelmiştir.

Safevi (İran) ve Osmanlı arasındaki savaşlarda, Kürt coğrafyası savaşan devletlerin etki alanında olması nedeniyle önem kazanmıştır. “Tampon bölge” oluşturulması için, bölge, hem Safeviler tarafından, hem Osmanlılar tarafından zaman zaman zoraki boşatılmış; düşman tarafından ele geçecek ganimet ve lojistik destek verecek bütün unsurlar imha edilmiştir. Karşılıklı olarak savaş alanı içersinde bulunan şehirler, kasabalar, köyler tahrip edilmiş, tarım alanları ve hayvanlar yağmalanmış, yerleşik çiftçiler orduların önünde kaçmaya zorlanmışlardır. En büyük yıkım ise, 1514’te Çaldıran Savaşı’nda yaşanmıştır.

1514’teki Çaldıran Savaşı’ndan 1639 yılında imzalanan Kasr-ı Şirin Anlaşması’na kadar, Safevi ve Osmanlı İmparatorluğu Kuzey ve Batı Kürdistan’da feci sonuçlar doğuran yakma, yıkma ve göç ettirme politikaları uygulamışlardır. Anlaşma sonrası ise, her iki tarafta bu bölgeye güvensiz bir bölge gözüyle bakmışlardır. Hiçbir yatırım ve sosyal yaşamı iyileştirici yatırımlar yapmamışlardır. Göç politikası uygulanarak, tarımsal üretim araçları yok edilerek, köyler boşaltılarak belli bir bölgeyi düşmanın askeri geçişi için tamamen elverişsiz hale getirip “yakılmış toprak hattı” politikası oluşturmak amaçlanmıştır.

Bu durum bölgenin fiziksel ve ekonomik yıkımına neden olmuştur. Mehrdad R. Izady, Bir El Kitabı KÜRTLER adlı kitabında bu konuyla ilgili şunları yazmaktadır: “Kürdistan’da ve Kafkasya’da Osmanlılarla aralarında bulunan sınır boylarındaki nüfusun göç ettirilmesi Safeviler için stratejik bir öneme sahipti. Onlar muhtemelen bunu İmparatorluk için bir ölüm kalım meselesi olarak değerlendiriyordu. Yüz binlerce Kürt, onların yanı sıra kalabalık Ermeni, Azeri, ve Türkmen grupları zorla sınır bölgelerinden göç ettirilerek Pers İmparatorluğunun iç kesimlerinde iskân edilmişlerdi. Sınırlar giderek doğuya kaydıkça, Osmanlılar Pers bölgelerinin giderek daha derinlerine girdikçe, Anadolu’daki tüm Kürt bölgeleri şu veya bu ölçüde korkunç talan ve göç ettirme olaylarına sahne oluyordu.”

“Safevi yıkımının büyüklüğü Safevi saray tarihçilerinin eserlerine bakılarak görülebilir.”

“Osmanlılar Safevi Pers İmparatorluğu ile olan çatışmalarında galip gelmelerine rağmen, hiçbir şekilde böylesi yıkıcı eylemlerden uzak değillerdi. Onların dayattıkları göç ettirmeler, Safeviler tarafından yapılanlar kadar kitlesel olmamakla beraber, çok daha önce başlamıştı. Çaldıran savaşının ardından Batı Kürdistan’ın Osmanlı topraklarına katılmasından hemen sonra, Sultan I. Selim (acımasız) birkaç kalabalık Kürt aşiretini göç ettirerek, iç Anadolu’ya, modern Ankara’nın güneyine sürmüştü.”

“Bu olaylar bölgenin tarıma dayalı ekonomisini çökertti ve etrafa yayılarak topraktan yoksun bir yaşam sürdüren tek grup olarak Kurmanclar geriye kaldı.” (M. R. Izady, Bir El Kitabı KÜRTLER , Doz Yayınları, İstanbul-2004, s.202-203.)

İsmail Beşikçi ise, Devletlerarası Sömürge Kürdistan adlı kitabında: “Kürdistan’ın Batı’dan Doğu’ya, Doğu’dan Batı’ya yapılan istilalarda önemli geçiş yolları üzerinde bulunması, derlenip toparlanma ve merkezileşme eğilimlerini de yok ediyordu. 7. yüzyılda Arap istilası, 11. yüzyılda Oğuz Türklerinin istilası, 13. yüzyılda Moğol istilası, 15. yüzyılın başlarında Timur istilası, Kürdistan’daki ekonomik, toplumsal ve siyasal yapıları çok yakından etkiliyordu. 1514’te Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Seferi’nin esas amacı, Kürdistan idi. Bundan sonraki, Osmanlı-İran savaşlarının trajik bir yönü de var. Bir kere bu savaşlar, hep Kürdistan’da yani Kürtlerin ülkesinde yapılıyor. Her ikisi de Kürtlerden devşirdiği ordularla savaşmaya çalışıyor. Bütün bunlar Kürt toplumunun yapısında kuşkusuz önemli sonuçlar ortaya çıkarıyor” diyerek, konuya daha geniş ele alıp politik açıdan “bölünmenin ve paylaşılmanın maddi temelleriyle ilgili bazı varsayımlar geliştirmeye” çalışmıştır. (İsmail Beşikçi, Devletlerarası Sömürge, Yurt Kitap-Yayın, Şubat 1990, s.222.)

Bu durum, bölgede asayişsizliği, zorbalığı, rüşveti beraberinde getirmiştir. Örneğin Diyârbekir ile Erzurum arasında yaylak-kışlak hayatı sürdüren aşiretler, yerel idarecilerin (siz zorba diye okuyun) insafına kalmış: Aşiretler yaylağa çıkarken veya kışlığa dönerken her vesile ile yerel idareciler vergi/haraç ödeme zorunda bırakılmışlardır. “Selamlık” adı ile; Muş Eminleri yedi evden bir kuzu, her haneden bir adet yapağı, bir baş peynir; Mardin Subaşısı her haneden bir baş peynir, her obadan bir kuzu, Ergani Beyi her obadan bir kuzu, her haneden bir baş peynir ve bir yapağı almakta idi. Yaylaların bulunduğu bölgelerde de yine sancak beylerinin keyfi uygulamalarına göre; yaylak resmi adıyla üçyüz koyundan bir koyun, geçit resmi adıyla yapağı, peynir veya kuzu, “Resm-i Gûde” adıyla yapağı ve peynir alınmaktadır.

Aşiretler, yaylak dönüşünde eğer Palu’dan geçiyorlarsa bu defa Palu Beyi “yaylağa çıkarken başka topraklardan geçtiniz” diyerek, her sürüden bir koyun ve bir kuzu, her haneden bir koyun yapağı ve bir baş peynir almakta idi. (Dr. Tufan Gündüz, Anadolu’da Türkmen Aşiretleri “Bozulus Türkmenleri 1540-1640”, Bilge Yayınları, s.126.)

Osmanlı bölgeye egemen olunca, bu durum kısmen yine devam etmiştir. Osmanlı çıkardığı Kanunnâmelerle vergilerle ağır bir düzenleme getirmiştir. Çıkarılan bu yasalarla toprakta yetişen ottan, kümesteki tavuktan bile vergi alınması hükme bağlanmıştır. Bu nedenle, İslâm düşünürü Ahmet Emin haklı olarak: “Osmanlı hükümdarlarının çoğu hâkimiyetleri altındaki kavimleri adil bir siyasetle idare etmediler. Savaşta kahraman ancak idarede adil değillerdi” demektedir. (Ahmet Emin, Züamâül-Islah fi’l-Asri’l-Hadîs, Daru’l-Arabî, Beyrut, s.5-6. Aktaran: Abdulhadi Timurtaş, Çığır Açan Şark Alimleri, Kent Yayınları, İstanbul, s.66)

Yavuz Dönemi Çermik Sancağı Kanunnâmesi
Yavuz döneminde çıkartılan Çermik Sancağı Kanunnâmesi, Hasan Padişah (Uzun Hasan) Kanunu esas alınarak hazırlanmıştır.

Bu Kanunnâmeyi olduğu gibi aşağıya alıyorum (Parantez içindeki açıklamalar bana aittir):

Defter-İ Yasahâ-İ Livâ-İ Çermik Tefsîl-İ Kanunnâme-İ Livâ-İ Çermik Ber Mûceb-İ Kanun-İ Hasan Padişâh

1.Evvela re’yâyâ kısmından anlar kim müslümandır, bir çiftlik zemîni olup ve hem zirâ’atine kârdir ola, her çift başına resm-i çift diyü beş tenge (Hasanbegi adıyla anılan sikke) alınır imiş ki, on Osman akçesi olur. Alınmasının mevsimi dahi evâil-i Marta’dır, evvel-i bahar.

Ve resm-i şıhnegî deyü harman çağında her çift başına birer kile gale dahi alınır imiş ki, nîm İstanbul kilesi olur (1 Çermik Kilesi=Yarım İstanbul kilesidir).

2.Ve zirâ’atlerinden yedide bir alınır imiş.

Ve bağlarından her yüz devekten bir tenge ile bir sepet üzüm alırlar imiş ki, tengeleri iki Osmanî akçe olur. Anın dahi alınmasının mevsimi üzüm vaktindedir. (1 Çermik tengesi=2 Osmanlı akçesidir)

Ve bazı âb-dâr zemînlerinden (sulak araziden) iki, bostan ve penbe zirâ’at olunur imiş, öşür üzre alınır imiş.

3.Ve her hâneden üçer gün irgâdiyye dahi alınır imiş. Her günü birer tenge ki, iki Osman akçesi olur. Anın dahi alınmasının mevsimi nısfı evvel-i bahar ekin vaktinde ve nısfı dahi orak çağındadır.

4.Ve gerü her hâneden iki part otluk dahi alınır imiş ki, altmış burma. Her partı iki Osman akçesinden dört akçe olur, bunun dahi alınmasının mevsimi çayır biçimi vaktinde, ol vakit alalar. (Çermik’te 1 part 60 burmadır)

5.Ve gerü her hâneden ikişer yük odun dahi alınır imiş ki, her yükü ikişer Osman akçesinden dört akçe olur. Bunun dahi alınmasının mevsimi son güz ayının âhırında.

6.Ve kefere tâifesinin (gayrimüslimlerin) dahi zirâ’atlerinden hums (herhangi bir şekilde elde edilen malın hayra harcamak üzere ayrılmış beşte birlik kısmı) üzere alınırmış. Ve ab-dâr olan zeminlerden ki, bostan, ve penbe hâsıl anlardan öşür üzere alınır imiş.

Ve bağlarından her yüz devekten iki Osman akçesi alınır imiş.

Ve resm-i ırgâdiyye her neferden on gün ırgatlık alınır imiş ki, her günü ikişer Osmanîden yiğirmi akçe olur. Anın dahi alınmasının mevsimi müslümanlar gibi nısıf üzeredir. Ve gerü her hâneden üç yük odun dahi alınır imiş ki, ikişer akçeden altı Osman akçesi olur. Ve iki part otluk dahi alınır imiş, her partı ikişer Osman akçesinden dört akçe olur. Bunların dahi alınmasının mevsimi müslümanlar verdüğü vakittedir ki, yukarı zikrolubdur.

Ve gerü kefere tâifesinden her hâneden üçer tavuk dahi alınırmış ki, her biri ikişer akçeden altı Osmanî olur. Bunun dahi alınmasının mevsimi harman vaktindedir.

Ve gerü kâfir tâifesinden yılda üçyüz tenge maktu’ alırlar imiş ki, altı yüz Osmanî akçesi olur ki, her dört ayda yüz tenge alınırmış. Ammâ şehir keferesinden imiş. Ve gerü bunlardan otuz iki batman şîre dahi maktu’ alırlar imiş.

7.Ve resm-i mevâşî (Davar, koyun, keçi, inek ve öküz gibi hayvanlar) eğer müslüman ve ger keferedir, her yondan ve dişi himârdan (eşekten) ve inekten birer tenge alınırmış ki, iki Osmanî akçesi olur. Ve kısır inekten nîm tenge alınır imiş ki, bir Osmanî olur. Ve merâ’îleri dahi üç koyuna bir tenge alınır imiş ki, iki Osman akçesi olur.

8.Ve resm-i asel her petekten bir nügi bal alırlar imiş ki, nügisi iki yüz dirhem olur.(1 Çermik nügisi=200 dirhemdir)

Bunların alınmasının mevsimi eğer mevâşî ve ger merâ’îdir ve ger resm-i aselden evâil-i Marttadır.

9.Ve resm-i arûsiyye her arûsiyyeden bir davar alınır imiş.

10.Ve çulhalarından yılda her birinden bir kez alınır imiş.

11.Keferesinden bu zikrolunan hususlar külliyen mukarrer kılınıp deftere hâsıl kaydoldu.

12.Ve resm-i âsiyâblar yoğ imiş, gerü nesne kaydolmadı.

13.Ve tamga husûsunda dahi yük geçip gitse noktabaşı deyü her yükten birer tenge alınır imiş ki, iki Osmanî akçe hesâbıdır. Ve şehirde koyun boğazlansa her koyundan bir ve yarım tenge alınır imiş ki, üç Osmanîdir. Ve sığır boğazlansa üç tenge alınır imiş ki, altı Osmanîdir. Ve at ve katır ve himâr satılsa, her baştan bir Şahrukî (1 Şahruki=6 Osmanlı akçesidir) alınırmiş ki, altı Osmanîdir. Ve sâir nesne satılsa tamga alınmaz imiş. Bu zikrolan husûslar külliyen olduklu olduğu üzere mukarrer kılındı. (Doç. Dr. Ahmed Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri 3. Kitap Yavuz Sultan Selim Devri Kanunnâmeleri, Fey Vakfı Yayınları, İstanbul-1991, s.212, 219, 243-245.)

Kanunî Dönemi Çermik Sancağı Kanunnâmesi
Diyârbekir eyâletinin 1515’de, Yavuz zamanında fethi tamamlandı.

Fethin ilk yıllarında Amid Paşa Sancağı kabul edilerek, Kürdistan’ın Osmanlı’nın elinde bulunan yerleri Diyârbekir Eyâleti adı altında toplandı. Çıkartılan kanunlar, ilk etapta Hasan Paşa Kanunları’nın kısmi bir uyarlaması yapılarak yürürlüğe konuldu.

Kanunî devrinde, Diyârbekir Eyâleti geniş kapsamlı, hem idarî ve hem mülkî açıdan ve hem de hukukî açıdan önemli değişikliklere uğradı: Erzurum Eyâleti, Bağdat Eyâleti, Van Eyâleti ve Halep Eyâleti, yeni fetihlerle beraber, Diyârbekir Eyâleti’nden kopma eyâletlerdir.

Kısacası, idarî ve mülkî olarak yapılan değişiklikle Diyârbekir Eyâleti iki ana bölgeye; Diyârbekir Eyâleti (Vilâyeti) ve Kürdistan Eyâleti (Vilâyeti)’ne ayrıldı.

Birinci İdari Bölge, Diyârbekir Eyâleti adı altında klasik Osmanlı sancakları toplanmıştır.

Bunların en önemlileri alfabetik sıraya göre şunlardır:
1.Adilcevâz Livâsı,
2.Amid Livâsı (Paşa Sancağı),
3.Ana ve Hît Livâsı (Sonradan Bağdat Eyâletine bağlanmıştır),
4.Arapkir Livâsı,
5.Aşâir-i Ulus Livâsı (Boz Ulus ve Kara Ulus),
6.Atak Livâsı,
7.Bîra Livâsı (Birecik Sancağı),
8.Bitlis Livâsı (Bazı kaynaklarda Kürdistan Eyâleti kısmında gösterilmiştir),
9.Çemişgezek Livâsı (Bazı kaynaklarda Kürdistan Eyâleti kısmında gösterilmiştir),
10.Deyr’ür Rahbe Livâsı,
11.Ergani Livâsı,
12.Harput Livâsı,
13.Habur (Kabur) Livâsı,
14.Musul Livâsı,
15.Mardin Livâsı,
16 Ruha (Urfa) Livâsı,
17.Sincar Livâsı,
18.Siverek Livâsı (Bazı kaynaklarda Kürdistan Eyâleti kısmında gösterilmiştir),
19.Hısn-ı Keyf (Hasankeyf) Livâsı (Bazı kaynaklarda Kürdistan Eyâleti kısmında gösterilmiştir),
20.Kığı Livâsı,
21.Nusaybin Livâsı,
22.Rakka Livâsı,
23.Si’ird Livâsı,
24.Tercil Livâsı.

Eyâlet-i Diyârbekir unvanı altında toplanan bu livâlarda (sancaklarda/vilayetlerde) bazı ayrıcalıklar bulunsa bile, Osmanlı Kanunları geçerliydi.

İkinci İdari Bölge ise, Kürt (Ekrâd) sancakları veya hükümet diye adlandırılan idarî merkezlerin toplandığı Vilâyet-i Kürdistan’dır. Bu sancaklardan önemli olanların alfabetik sıraya isimleri şunlardır:
1.Behrânî Livası,
2.Cizre Livası,
3.Çabakçur Livası,
4.Çermik Livası,
5.Egil Livası,
6.Genç Livası,
7.Hazzro Livası,
8.Hizan Livası,
9.İmâdiye Livası,
10.Kulb Livası,
11.Mihrânî Livası,
12.Müküs Livası,
13.Palu Livası,
14.Sason Livası,
15.Tercil Livası,
16.Şervil Livası,
17.Vatsan Livası,
18.Zerrîkî Livası.

En önemli sancaklarını saydığımız Kürdistan Eyâleti’nin bu idari birimleri, sonradan Hükümet veya Kürt (Ekrâd) Sancağı diye adlandırılmıştır. Bu sancaklarda Osmanlı Kanunları geçerli değildir. Beyliklerin veya hükümetlerin kendi sözlü ve yazılı yasaları geçerlidir. Tabii kâğıt üzerinde, fiiliyatta ise hep Osmanlının dediği olmuştur.

1548’de Diyârbekir Eyâleti’nin idari, mülki ve hukuki yapısı yeniden düzenlenmiştir.

932/1526 Tarihli Çermik Sancağı Kanûnnâmesi
Çermik, Diyârbekir Eyâleti’nin ocaklık ve yurtluk şeklinde idare edilen Kürt sancaklarındandır. Ebû Tâhir ise, Çermik’e bağlı bir nâhiyedir. Bu nedenle, Ebû Tâhir Kanunnâmesi, Çermik Sancağı Kanunnâmesi’ne ilave olunmuştur.

Kanûnnâme-i Livâ-i Çermik Ma’a Nâhahiye-i Ebû Tâhir
1.Galleleri humus üzere ve penbeleri südüs üzere ve İslâmiyyenin bağlarının her yüz deveklerine dörder akçe ve keferelerin her yüz deveklerine beşer akçe ve bostanlarının öşrin alalar. Ve sebzevâtları öşür üzere ve diraht meyveleri yedide bir kayd olundu.

2.Ve resm-i cüllâh hilâf-ı kanûn olmağın ref’ olundu.

3.Ve âdet-i ağnâm veren re’âyâdan çobanbeği alınmaya.

4.Ve livâ-i mezbûrda olan kurâların yeri az olup ekser karyelerde bir çiftlik ve iki çiftlik zemin olup ve içinde olan re’âyâlar dahi ol bir çiftlik ve iki çiftlik ile sebeblenüb zirâ’at ederler imiş. Ol sebebden ba’zı kurâlarda müstakil çift kayd olunmamışdır. Her kurâya yerine göre resm-i zemin kayd olunub a’lâ yerden iki dönüme bir akçe ve ednâ yerden üç dönüme bir akçe resm-i zemin verüb ammâ bunun gibi re’âyâlar dahi üzerime çift bağlanmamışdır deyü duta geldüği yerlerin zirâ’at edüb sebeblenürken bırağub âhar toprağa varub zirâ’at etmek câiz değildir. Meğer ki, duta geldüği yerlerin zirâ’at eyleseler, anların gibilerden tekrar behre taleb olunmaya.

5.Ve debbâğ-hâne husûsı dahi her iki koyun ve keçi derisi dibâğate gelür olsa, her iki posta bir karaca akçe alınurmış. Ve sığır gönünden bir buçuk ve camus gönünden üçer akçe alınurmış, yine ol üzere mukarrer kılındı.

6.Ve tamgâ-i ağnâm dahi eğer şehirde kurâlarda satılmak içün boğazlanan koyundan her koyun başına altışar karaca ve sığırdan on sekiz karaca tamga alınurmış ki, üçi bir Osman akçesi olur deyü kayd olunmuş. Her koyun başına altışar akçe ve sığır başına altışar akçe alına.

7.Ve sâir husûsiyyât kanûnnâme-i küllîde kayd olunmuşdur (Burada Kanunnâme-i Vilâyet-i Diyârbekir kasdedilmektedir).

***

Kanûnnâme-i Nâhahiye-i Ebû Tâhir
1.Galleleri humus üzere ve penbeleri südüs ve bağlarının yüz deveklerine dört akçe alınmak üzere bağlandı.

2.Ve resm-i cüllâhları ref’ olundu.

3.Ve bundan akdem ikiyüz batman asel Kanûn-ı Hasan Beğ iken verürler imiş, hâliyâ Kanûn-ı Osmanî olmağın ref’ olundu.

4.Ve yılda üzüm akçesi beşyüz akçe alurlarmış, ol dahi ref’ olundı.

5.Ve re’âyâ kısmının koyunları âdet-i ağnâm kayd olundu; çobanbeği alınmaya.

6.Ve her asel peteğine iki akçe kayd olundu.

7.Ve zikr olunan nâhiyenin yerleri kem olub çiftliğe kâbiliyeti olmaduğı cihetden çift bağlanmayub resm-i zemin kayd olundu. A’lâ yerden iki dönüme bir akçe ve ednâ yerden üç dönüme bir akçe kayd olundu. Kadîmeden her kişi eke-geldüği yerleri eker.

8.Ve İslâmiyyenin bennâklerine on iki akçe resm-i bennâk ve altı akçe ırgâdiyye kayd olundı.

9.Ve meyveleri yedide bir kayd olmuşdur.

10.Ve keferelerin her yüz deveklerine beş akçe kayd olundu.

11.Ve zikr olan nâhiyede olan muhtesib her ğanem başına bir akçe ve sığır başına iki akçe vermek kanûnları imiş, böyle vereler, dahi ziyâde vermeyeler. (Doç. Dr. Ahmed Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri 5. Kitap Kanunî Devri Kanunnâmeleri II. Kısım Eyâlet Kanunnâmeleri (I), Fey Vakfı Yayınları, İstanbul-1992, s. 437-439,472-473.)

16 Mart 2009 tarihinde
www.wekfacermug.de sitesinde yayına konuldu.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.