15-26 Nisan 2006 tarihleri arasında St. Petersburg/Leningrad kentinde bulundum. Kente dair izlenimlerim Ergani Haber, Yeni Yurt gazetelerinde ve kendi web sitem www.uzulmez.info da yayımlandı.
İzlenimlerimle ilgili yayımlanan yazıma dair çok sayıda e-mail, mektup, telefon aldım. Tepkiler faklı, ama olumlu.
Gelen yazılardan üçünü paylaşmak istiyorum.
Yazılar salt birer övgü mektubu değil, içlerinde çok güzel düşünceler ve eleştiriler var. Eleştirilerin muhatabı ben olsam da, bu güzel eleştirileri okumanızın iyi olacağını düşünüyorum. Sırasıyla okuyalım:
1. Yılmaz Değirmenci’nın yazısı
“Müslüm Abiciğim,
Yazını çok sevdim kişisel olarak. Özellikle senin için yepyeni olan bu deneyimi yazıya dökmüş olman çok harika gerçekten.
Yurtdışına çıkmak, oradaki kültür ve hayatı görmek insanın ufkunu inanılmaz açıyor değil mi? Aslında ömrümüzü geçirdiğimiz ve memleketimiz dediğimiz mekânın dünyanın yalnızca ufacık bir parçası olduğunu görüyorsun. Ve kendinin hiçbir zaman dünyanın merkezi olmadığını ve hatta aslında böyle bir kavramın bile bulunmadığını açıkça görüyorsun.
Yaşamın, beslenme, barınma, aile kurma ve mutlu bir sosyal düzen kurma gibi alt birimlerinin her yerde az çok aynı parametrelerle şekillendiğini, bu açıdan hiçbirimizin yekdiğerinden farkı olmadığını fark ediyorsun. Üstelik mimarinin, yemeklerin, giyim tarzının, o dönem için birbirinin en büyük düşmanı olan iki toplumda bile aslında birbirine ne kadar yakın olduğunu gözlemliyorsun.
İnandığımızı söylediğimiz değerlerin, aynı zamanda bizim koruyucu duvarlarımız olduğunu; o duvarın berisinde kendimizi güvende hissettiğimizi görüyorsun. Ben buna inanıyorum, buna inanmayan düşmandır, kâfirdir, haindir, anti-felandır gibi söylemlerin, aslında kendi içimizde yaşattığımız bu inanç ve güven duvarının yıkılmasından korktuğumuz için kaynaklandığını fark ediyorsun. Ve en önemlisi insanların köken olarak arayışlarının baştan sona aynı olduğunu anlıyorsun. Seninle aynı arayışa sahip ancak bambaşka kültürde yetişmiş bir insanı, senin dibinde oturan ancak düşünce ufkundan bihaber olan yığınla insandan daha yakın hissediyorsun kendine.
Dünya çok büyük, ve her görülecek yeni yer insanın adeta yeniden doğmasına yarıyor bir anlamda. Umarım değişik yerleri görme arzunu en güzel şekilde sonuna kadar gerçekleştirirsin. Ve gördüğün her yeni yerle, bugüne kadar farkında olmadığın ve üzerinde bir yük gibi taşıdığın nice kalıpların birer birer çözüldüğünü deneyimlersin.
Son olarak bir şeyi özellikle dile getirmek istiyorum. Ben yazını okurken özellikle görmek istediğim bir şey vardı:
Hep sosyalizme inanmış bir insan olarak oraya gitmeden önce neler düşünüyordun veya inandığın temel şeyleri nasıl tanımlıyordun, orada gördüklerin ve yaşadıkların -ki ilk defa gerçek anlamda kendi zihninde tasarımladığın bir dünyanın gerçek haline tanıklık etmiş oldun – senin iç dünyanda ne gibi değişikliklere yol açtı. İnanç olarak, bakış açısı olarak, felsefe olarak, yaşam olarak… Bunu tam olarak çözümleyemedim.
Selamlar.” (23 Mayıs 2006)
2. Lütfü Çakın’nın yazısı
“Abe merhaba.
Petersburg izlenimlerinizi dikkat ve ilgiyle okudum. Resimlerle birlikte anlattığınız için gezi heyecanınızı mutluluğunuzu yaşadım. Sanki orda sizin yanınızdaymışım gibi beni gezdirdiniz teşekkür ederim. Bu gün çifte mutluluk yaşadım. Çin’de yapılan serbest konulu karikatür yarışmasında Ekselans Prize ödülünü aldım.
Petersburg izlenimleri çok güzel bir anınız olarak belleğinizden silinmeyecek, umarım bununla ilgili bir kitap çıkarırsınız; çünkü insanlar bu tür kitapları çok seviyorlar. Zengin tarihi, yazarları, Dostoyevski, Puşkin, ve Gorki gibi dünyaca ünlü ve saygın yazarların yaşadığı o gizemli yeri anlatmanız iyi olur kanısındayım.
Ne mutlu size..!
Kısa sürse de geziniz rüya gibi gelmiştir size. Hayat böyle işte keşke insanlar ömründe nefes aldığı her saniyeyi böyle mutlu yaşasalar. Ne güzel olurdu, oysa fotoğraf makinesinin deklanşörüne basıldığı an “enstantane” kadar kısa sürüyor, böyle anlar onun için ölümsüzleştirmeniz gerekiyor diye düşünüyorum “Sosyalizmin anavatanı”, sosyalizmin çöküşü ve nedenleri dünyada hemen her ülkede yaşayan Rus insanlarının ekonomik ve sosyal durumu, kültür ve sanata olan bakış açıları, başarıları; globalleşmeyle oluşan dünyanın gidişatı, emperyalist, faşist ülkelerin davranış biçimleri gibi temaları işleyebilirsiniz. Çok fazla derin tarihine inmeden, insanları sıkmayacak şekilde kitap çıkarırsanız çok güzel olacak kanısındayım.
Sevgiyle kalın.” (1 Haziran 2006)
3. Kamil Sümbül’ün (iki) yazısı
“Bibioğlu Merhaba,
Sana cevap yazamamamın nedeni meşgul oluşum. Bir çalışan ayarlayabilseydim bende bir aylığına izine gelecektim, fakat bulamayınca Asiye ve çocukları 5 Haziran’da yolculayacağım. Onlar İstanbul aktarmalı direk Diyarbakır’a gidecekler, çocuklar anasının köyünde biraz Kürtçe pratik yapsınlar. Buralarda çocuk büyütmenin zorlukları çok, iki kültürü iyice kavrayamazlarsa problem başlayacak ve kayıp nesil olayı gündeme gelecek, onun için bu yaşlarında kendi ana-baba diyarlarını ve kültürlerini görsünler ki onlarla uyumlu olabilelim.
St. Petersburg izlenimlerini sanırım bir hafta önce okuduğumda bana biraz iyimserce yazılmış gibi geldi. Sanki ummak istediğin gibi görmek istemişsin izlenimini edindim. Şehir gerçekten de güzel, ilerde zamanım olursa bir daha gitmek isterim. Tabi ben şanslıydım, çünkü İsveçli gruplarla ve turist gaydası ile gündüzleri gezmiştim, akşamları ise Ozan’la buluşup ona gezip gördüğüm yerleri anlatıyordum, yani enformasyon sorunum yoktu.
Benim dikkatimi çeken en önemli nokta; şehri süsleyen yapılar, Çarlık döneminde yapılanlardı. Devrimden sonra yapılan binaları görmüşsen, eski yapıların yanında çok silik kalıyor. Tramvayları İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma, Batı Avrupa’da onları ve otobüslerin çoğunu trafiğe sokmazlar bile. Hava kirliliği ben gittiğim zaman belki dönemden dolayı çok kirli idi (2001 Kasım ayı). Caddelerde yaşlı kadınlar küçük tablaların üstüne birkaç havuç koyup satıyorlardı. Gençler hemen her gece metro istasyonlarının önünde içki içiyorlar, ortalık şişe ve teneke kutulardan geçilmiyordu. Sokaklarda birçok insan ellerinde kürek ve süpürge yerlerden izmarit ve çöp topluyorlardı. Müzelerde her odada istihdam diye iki üç personel duruyordu. Açık lokanta bulmak meseleydi. Gençleri ve yaşlıları görünce; eski ile yeni arasındaki farkı da görmüş oluyor insan. Yeni arayış içinde ve içki-sigara tüketen, eski ise bedavadan dağıtılan maaşlarını kaybetme korkusu ile yaşıyor görünümünü edinmiştim. Yoksa bir müze odasında o kadar personel durdurulmaz. Sokaklar gece yarısı makinalarla temizlenmek yerine yüzlerce insanın eline süpürge verilip temizletilmez.
Sanırım eski Sovyet’te, hızla eskinin yapısını silip atmada St. Petersburg basta geliyor; nedeni de, gerek Kuzey Avrupa’ya yakın ve etkilenme çok hızlı, ayrıca çokta turist çekiyor. Çarın yazlık sarayını, kuğu gölü operasını, Rus halk danslarını kaçırmışsın. Hermitaş müzesinin arkasındaki büyük meydan tarihte çok önemli bir yere sahip. Ekim devrimi o meydanda başlıyor, o meşhur resim, Lenin’in kürsüde konuşması, önünde Trocky ve diğer devrim önderleri, devrimi o meydanda başlatıyorlar. Tabi bizlere yansıyan resimde sanki onbinler var gibi, resim fotomontajmış, kalabalığın sayısı bir iki bini bulmuyormuş. Bunları buraların ilericileri söylüyor. Ayrıca belki bana kızarsın, ama halk ve işçi kitlelerinin hareketinden ziyade, Bolşeviklerin ortak seçime katıldıkları, Menşevikler seçimi kazanınca onlara karşı bir DARBE olarak anılıyor. Yani maalesef buraların solcuları da Ekim Devrimi’ne, devrim değil, bir darbe diyorlar. Başarılarının nedeni, birinci paylaşım savaşı sonları Çarlığın ve ordusunun çöküşü, bir de o dönem Avrupa’nın en zeki entelektüellerinin Lenin, Trocky, Zinoyev, Buharin ve diğerlerinin Rusya’da ve önderlik etmeleri.
İsterim ki, birde Batı Avrupa şehirlerinden birini görsen, iyi bir karşılaştırma yaparsın.
Selamlar… ” (31 Mayıs 2006)
(Kamil’in ikinci mektubu)
“Tekrar merhaba,
Bir önceki yazımda St. Petersburg ile ilgili yazına cevabım yarım kalmıştı, nedeni de çok yoğun olmam.
Burada beyaz geceleri yaşıyoruz, kuzeyin en güzel ayları. Ben her ne kadar Güney İsveç’te oturuyorsam da, 15 Mayıs-25 Temmuz arası geceleri karanlık çökmüyor. Bizdeki akşam güneşin batışı sonrası gibi… Yukarılara çıkınca bu süre daha da uzuyor. “Beyaz Geceler” adlı hikâye kitabını bende çok eskiden okumuştum, sanırım senin yazında Dostoyevski diye geçiyor, eğer yanlış hatırlamıyorsam Anton Çehov yazmış, o ünlü “Palto” hikâyesi de Anton Çehov’un olsa gerek.
Yazındaki resimlerinde bana en ilginç geleni İsa’nın önünde gülümsediğin fotoğraf oldu; ben, şöyle yorumladım:
“Hey İsa kardeş, 2000 yıl geçmesine rağmen hala güçlüsün, insanların büyük çoğunluğu hala sana inanıyor, birçok tarihi toplumsal dönüşümler bile seni yıkamıyor!”
Bilmem, ne diyorsun?..
Türkiye’de kullanılan bir deyim var ve genelde devlete karşı söylenir: Ezber bozma!
Biz, sol gelenekten gelenler de ezberimizi bozmasını bilmeliyiz. Gecen yazımda Ekim Devrimi’ni İsveç solcuları bir devrimden ziyade darbe olarak görüyorlar ve hele 17 Ekim’in akabinde Lenin’in Çar ailesi Romanofları, çoluk-çocuk, kadın-ihtiyar demeden hepsini kurşuna dizdirmesini haklı görmüyorlar diye yazmıştım. Stalin’i, Hitler’le tam olmasa da, yaptığı kitlesel katliamlardan dolayı aynı kategoride görüyorlar. Bugün yazmak istediğim; gezi izlenimlerinde Gorki’nin kitaplarını özellikle “ANA” romanını dünya klasikleri arasında görmen. Buralara gelmeden önce, bende öyle biliyordum. Maalesef buralarda birkaç ülkede kitap fuarlarına gittim, gittiğim yerlerde kitapçılara girdim, İsveç’teki edebiyat çevreleri ve iyi kitap okuyanları tanıdım, çoğu Ana’yı okumadığı gibi, klasik olarak ta görmüyorlar. Fakat bir Tolstoy, Dostoyevski, Anton Çehov’un kitaplarını raflarda hala görmek mümkün. Ayrıca Bulgar romancısı Dimitri Dimov ve onun “Tütün” romanını, ki ben çok seviyordum en az ANA kadar, kimse tanımıyor gibi, hâlbuki ben Tütün’ü de bir klasik biliyordum. Oralardayken Nazım ve kitaplarının dünyanın her yerinde bulunduğunu, çevirilerinin yapıldığını vs, inanır mısın İsveç’te Nazım’ı tanıyanlar çok çok az, fakat Yasar Kemal ve Orhan Pamuk ise günlük gazete okuyucuları bile tanıyor. Matbaada çalıştığım dönem çok kitap evlerini ve yayın evlerini gezerdim, hiç Nazım’a rastlamadım. Yalnız 1995’te Norveç’te gezideyken, Oslo’da bir kitapçıda Nazım’ın o da 50-60 sahife ya var ya da yok bir çevrilmiş şiir kitabını gördüm. Demek istediğim Batı Dünyası’nda ideolojik içerikli kitaplar tutunamıyor ve de ilgi görmüyor.
Umarım St. Petersburg’da ettiğin dualarında Evliya Çelebi olmayı istemişsin, inşallah “İsa babamız” sana onu nasip eder de buralara gelirsin. Ne zaman istersen buyurun Evliya Çelebi yoluna…” (10 Haziran 2006)
15 Eylül-22 Eylül 2006 tarihlerinde (iki kısım halinde) Ergani Haber gazetesinde yayımlandı.