“Tarih Şereflidir”, Ama…

okuma süresi: 3 dk.

Tarih kitapları yazmıyor.
Kurulduğundan buyana
Kim bilir ne ordular sürüldü üstüne;
Bir bilen olsa da anlatsa…

Tarih, kısaca geçmişimizi araştıran bir bilim dalıdır; daha geniş anlamıyla da insanların yurt edinmek, yerleşmek; av ve ekin alanlarını genişletmek; başka insanları köleleştirmek, onların emeğini kullanmak; hammadde kaynaklarına el koymak, sömürgeleştirerek tüm varlıklarını talan etmek ve çalmak; kendi egemenlik alanlarını korumak ve genişletmek için yaptığı savaşların ve karşı savaşların resmigeçididir.

İbn Haldun: “Tarih, insanların ve kavimlerin hal ve durumlarının nasıl değişmiş olduğunu, devlet sınırlarının nasıl genişlemiş, kuvvet ve kudretlerin nasıl artmış bulunduğunu, ölüm ve yıkılma çağı gelinceye kadar yeryüzünü nasıl imar ettiklerini bize bildirir. Bu, tarihin zâhiri (açık anlaşılan) mânasıdır. Tarihin içinde saklanan mâna ise incelemek, düşünmek, araştırmaktan ve varlığın (kâinatın) sebep illetlerini dikkatle anlamak ve hâdiselerin vuku ve cereyanının sebep ve tertibini inceleyip bilmekten ibarettir. İşte bundan dolayı tarih şereflidir” demektedir. (Mukaddime I, MEB. Yayınları, s.5).

Nietzsche’nin hocası ünlü Alman düşünürü Schopenhauer de tarihin hakiki değerini şu sözlerle ifade etmektedir: “Fert için akıl neyse toplum için tarih odur. Akıl sayesinde insan dar çevresinin dışına çıkabilir, maziye geniş ufuklar açabilir; bu sayede de yalnız hali hazırı değil, istikbali de kavrayabilir. Hâlbuki hayvanın idraki sadece hali hazırda gördüğü şeylere yönelmiş olup, insan ve çevresine bağlıdır. Tarihi bilmeyen bir milletin hali de budur. Öyle milletler ancak hali hazır nesli tanırlar, kendilerini ve mazilerini bilmezler. Çünkü kendilerinin mazideki köklerini anlayamazlar. İstikbali ise hiç kavrayamazlar. Tarihin sayesindedir ki milli benlik şuur haline geçer. Tarih insan neslinin şuurudur. Onun için tarihte her boşluk bir insanın hafızasındaki boşluk gibidir.” (İrade Felsefesi, Düşünen Adam Yayınları, s. 134)

Ziya Gökalp ise, Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler adlı çalışmasında: “Gelişmiş toplumların hafızası tarihleridir” demektedir. (Sosyal Yayınları, s. 11)

Peki, bizler tarihimizi ne kadar ilgi duyuyoruz? “Şerefli” olduğu kadar, “insan neslinin şuuru” ve “gelişmiş toplumların hafızası” olan tarihimiz hakkında yeterli bilgiye sahip miyiz? Dahası tarihimize, geçmişimize ne kadar sahip çıkıyoruz? Bu sorulara ne yazık ki olumlu yanıt veremiyorum. İnsan kendi ailesinin, yaşadığı köy ya da kentin tarihini bilmeden, toplumun tarihini nasıl bilebilir veya insan kendi geçmişine sahip çıkmadan, onu korumadan geleceğini nasıl var edebilir!..

Tarihimizle, geçmişimizle çok çok övünürüz, çok gurur duyarız. Buna karşın tarihi eserlerimizin ve kültür varlıklarımızın korunması, yitirilmemesi, değerlendirilmesi ve gelecek kuşaklara aktarılması için de yeterli bir gayret göstermemekteyiz. Ergani’yi ele aldığımızda, kültür varlıklarının niceliği ve niteliğini tam olarak ortaya koymuş -Hilar dâhil- bir envanter çıkarmış bile değiliz. Merkezi ve yerel birimler de bu konuda göz doldurucu bir çalışma yapmadı/yapmıyor/yapamıyor. Oysa kültür mirasımızın evrenselliğini kabul ederek, binlerce yıldan bu yana gelen kültür varlıklarımızın yitirilmeden kurtarılmasını, korunmasını, gelecek kuşaklara aktarılmasını hem UNESCO, hem de Malta Sözleşmelerini imzalayarak Türkiye olarak üstlenmiş bulunmaktayız. Tarihî ve kültürel varlıkları korumak, kurtarmak, gelecek nesillere miras bırakmak bizlerin hem insanî, hem de yurtsever olmamızın gereğidir. Bu nedenlerle ve sözü edilen sözleşmelere uyulmasının zorunluluğu gereği bu görev önümüzde durmasına karşın; Türkiye’de, insanlar tarihle ilgili sadece boş hamasi nutuk atma ve övünmenin girdabında düşünsel bir kısırlaşmanın içinde yaşıyorlar.

Bütün dünyayı kucaklamaya hazır, yüreği sevgi dolu insanların, yalnız kendisini düşünen bencil ruhlu insanların sevdiğinden çok daha fazla sevmesi gerekir tarihi eserleri, kültürel varlıkları. Çünkü dayatılan tarih, tek taraflıdır. İki kültür çarpıştığında, savaştığında, kaybeden silinir, kenara itilir. Tarih kitaplarını hep kazanan ve güçlü olan yazar. Kaybedenler, ancak tarihe dipnot düşebilir. Bu anlamda, tarih dipnotlarda gizlidir, saklıdır. “Resmi ideoloji”nin dışında tarih yazacak olanlar, tarihe düşülen bu dipnotları çok iyi okumalıdırlar.

Kazananlar “bazı şeyler”in yok olmasını isteyebilir, ama kaybedenler, kenarda duranlar “bazı şeyler”in kaybolmasına, yok olmasına müsaade etmemelidir.

Tarihi eserler ve kültürel varlıklar yok olduğunda tarihi nasıl aydınlatacağız?

31 Mart 2006
Ergani Haber Gazetesi

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.