I.Bölüm
“Sen parmağındaki yüzüğü çevirinceye kadar dünya saltanatı değişir.”
Uzun Hasan, Ergani’den çıkmış önemli bir tarihsel şahsiyettir. O’nun kimliği, kişiliği ve özellikleriyle ilgili tarihçilerin bazı önemli değerlendirmeleri mevcuttur. Fazla yorum yapmadan, bir kısmını şerh düşerek yazmak istiyorum.
Şevket Beysanoğlu’nun, Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi kitabına göre; Sultanu’l-âdil Ebû’n Nasr Hasan Han veya Sultanu’l-Galip Hasan Padişah unvanlarıyla anılan Uzun Hasan, 1423 yılında Ergani yöresinde doğdu. Babası, Karayülük Osman Bey’in oğlu Ali Bey; Annesi Saray Hatun’dur.
Şevket Beysanoğlu, aynı kitabında, V. Minorsky, N.Çağatay ve Faruk Sümer’in eserlerine dayanarak şunları yazmaktadır:
Uzun Hasan, Akkoyunlar İmparatorluğu’nun önemli hükümdarından biridir. 1473’te Fatih Sultan Mehmet’le yaptıkları Otlukbeli Savaşı‘da yenildi. Bu savaşın ardından imparatorluğu dağılmaya başladı. Kendisi de beş yıl sonra, 6 Ocak 1478’de öldü. Akkoyunlu Devleti ise, 1502’te Safevi Devleti ile yapılan savaşta yenilerek tarih sahnesinden çekildi.
Uzun Hasan’ın eşlerinin adedini bilmiyoruz. 34 yaşında iken Trabzon İmparatoru Kalo İoannes’in kızı Katerina ile evlendiğini, Katerina’ın Despina Hatun adıyla anıldığını ve bu eşinden Maksut adlı oğluyla üç kızının doğduğunu biliyoruz. Kızlarından birinin adı Marta idi. Erdebil Şeyh’i Haydarla evlenmiş olan bu kıza, Türkmenler, Âlem-Şah Begüm veya Halime Begüm diyorlardı. Şah İsmail’in annesidir. [Türk, Kürt ve Arapların tarihinde Katerina’lar hep olmuştur!.. M.Üzülmez]
Despina Hatun’un, Uzun Hasan’ın ilk karısı olmadığı muhakkaktır. Despina’nın yeğeni Caterino Zeno kendisini 1471 yılında ziyaret ettiğinde, Despina Harput’ta yaşıyordu. Uzun Hasan’ın bu eşi hıristiyan olarak kalmış, ölünce, Diyarbakır şehrinde bir kiliseye gömülmüştür. [Başka ülkelerdeki ‘kefere’ler kılıç zoruyla İslamlaştırılmak istenirken, kendi güzel hatunu sözkonusu olunca akan sular duruyor. Büyük ve merhametli bir lider! Ama, ‘gavurun dölü’ deyimini duymamış olacak ki, kendisinden sonra ülke yönetiminde söz sahibi olacak oğlan ve kız çocuklar dünyaya gelmesinden sevinç duymuştur. M.Üzülmez]
Uzun Hasan’ın Halil, Uğurlu Mehmed, Yakub, Mesîh, Yusuf, Maksud ve Zeynel adlarıyla yedi oğlu ve birçok kızı vardı. [Kız çocuklarının hiçbir önemi olmadığı için sayılarının ve isimlerinin bilinmesine de gerek yoktur!.. M.Üzülmez]
Uzun Hasan’ın baş zevcesi, Selçuk-Şah Begüm’dür. Halil, Yakup, Yusuf ve muhtemelen Mesîh bu kadından doğmadır. Büyük oğlu Zeynel’in annesinin adı bilinmiyor. Uğurlu Memed bir cariyeden olmadır. [Baba belli olsun da… annenin kim olduğunun o kadar önemi yok! M.Üzülmez]
Uzun Hasan’ın katında elçi olan Contarini ise şu bilgileri vermektedir:
Hükümdar yemeklerde daima şarap içer, içkiye çok tahammüllü olduğu anlaşılıyor. Bizi de davet etmekten zevk duyardı. Daima birçok şarkı okuyanlar ve çalgıcılar hazır bulunurdu. Uzun Hasan bunlara ne okuyacaklarını, ne çalacaklarını emrederdi. Kendini kaybettiği de olurdu. [Sarayda padişah/Halifeler ve saray erbabı ekabirler her türlü şarabı içebilir, ama kulların, sokaktaki insanların şarap içmeleri dinen caiz değildir! M.Üzülmez]
İri, uzun boylu ve güzeldi; çehresinde pek az tatarlık izleri vardı, yüzü açık renkteydi. İçtiği zaman elleri titrerdi. Yetmiş yaşında bir adam tesiri yapardı (gerçekte o vakit 50 yaşındaydı). Sohbeti hoştu, fakat içtiği zaman tehlikeli olabilirdi. Umumiyetle sevimli bir hükümdardı. [İktidarda olunca, güçlü olunca sevimsizler bile sevimli olur! M. Üzülmez]
Uzun Hasan’ın etrafı hakkında Zeno’nun anlattıklarına göre Türkmen büyükleri kendisine son derece itaat ederlerdi; hattâ çadırına girebilen en büyükleri bile söze başlamak cesaretinde bulunmazlardı, yalnız ekseriye hükümdar konuşurdu, bütün söylediklerini en küçük bir muhalefet görmeden tasdik olunurdu. Ordugâhta öyle bir sessizlik vardı, ki insan kendini bir mabette sanırdı. [Ölüm sessizliği denilse kanımca daha doğru olur! M.Üzülmez]
Cenâbî ve Müneccimbaşı, onun zeki, mâkul, karar sahibi, cesur ve âdil bir hükümdar; iyi ahlâklı, ilim dostu ve bilim adamlarını koruyan bir kişi olduğunu yazarlar. [Güçlü ve iktidarda olan ne yaparsa doğrudur, ahlaklıdır, iyidir. Bu Sahip Kıran olsa bile!.. M.Üzülmez]
Prof. Dr. Faruk Sümer, Temmuz 1988’de Tarih Dergisi‘nde yayınlanan Az Tanınmış Bir Türk Hükümdârı Uzun Hasan Bey yazısında, bilim adamlığını bir tarafa bırakıp, aşırı övgüler dizdikten sonra; Uzun Hasan’ın kişiliğine ilişkin kendince birçok tespitler yapmaktadır. Önemli bulduklarım:
“Hasan Bey’in kanunnâme yaptırması da halkın adalet ve eşitlik ilkeleri içinde idare edilmesi içindi.
Hasan padişah kanunnâmesini Osmanlılar bir müddet Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da kullandılar. Aynı kanunnâmenin İran’da uzun zaman uygulandığı biliniyor.” [Kötü bir yasa olsa dahi, bir yasanın olması hiç olmamasından daima iyidir ve Yavuz Selim ile Kanuni dönemindeki Ergani Sancağı Kanunnameleri Uzun Hasan’dan kalan yasalardır. M.Üzülmez]
“Hasan Bey yine millî duyguların kuvvetli olmasından ötürü öz diline de önem veriyordu. Kur’an ‘ı Türkçe’ye çevirtmiş ve huzurunda okutmuştu. Bu büyük Türk, Kur’an-ı Kerim‘in Türkçe okunmasını istiyordu. O, Atatürk’ten önce kutsal kitabımızın Türkçe okunmasını isteyen tek Türk büyüğüdür.” [Demek ki, 500 senedir aynı yerdeyiz. Kuran Türkçe mi, Arapça mı okunmalı? Sorun daha çözülmedi de… Peki, Kürtçe okunsa ne olur? Ya da herkes kendi ana dilinde Kuran’ı okusa ne olur?.. M.Üzülmez]
“İlme ve ilim adamlarına çok değer verirdi. Hususî kütüphanesindeki kitaplar arasında Mevlânâ’nın Mesnevi‘si ile Aşıkpaşa’nın Gâribnâme‘sinin bulunduğunu biliyoruz.” [İlim veya bilimden ne anlıyoruz?.. M.Üzülmez]
300 Yıllık Türk İmparatorluğu AKKOYUNLULAR kitabının yazarı John E. Woods ise, şunları yazmaktadır:
“Uzun Hasan, on yılı az geçen bir süre içinde İran’daki Karakoyunlular’ı tümüyle devirmiş; Timurî İmparatorluğu’nu, Horasan ve Semerkant’ta yerel krallıklar statüsüne indirgemişti. Bu başarıları onu, Cengiz Han ve Timur gibi büyük dünya fetihlerinin devamcısı konumuna getir”di.
Uzun Hasan’la, “ikinci Akkoyunlu Beyliği, neredeyse bir gecede, yaylak ve kışlaklar ve transit geçen tacirlerden haraç almak için çatışan bir küçük göçer aşiretler grubundan, evrensel egemenlik, uluslar arası askerî bağlaşıklar ve kıtalararası iktisadî ilişkilerle ilgili bir İslamî dünya gücüne dönüş”tü.
II.Bölüm
“Sahip Kıran, Ergani haşemelerine [maiyetine-M.Üzülmez] ve halkına göç ederek Şam’a bağlı olan Harput’a gitmelerini buyurdu. Akkoyunlu haşemelerin geri kalanlarını da özel kampına göç ettirip Mihrimar tarafına hareket etti.” -Ebu Bekr-i Tihranî
İbn-ı Tagrıbirdî’nin Farsî olarak kaleme aldığı Zafernâmede; uzun bir selâmlama, bir giriş ve Akkoyunlular’ın Timurîler üzerindeki zaferi anlatılmaktadır. Burada ikinci bölümde; 1467/872’deki Muş Muharebesi‘nde Cihanşah Karakoyunlu’yu alt edişiyle başlayan yükselişin, Kur’an’da kehanet edildiğini söylemekte ve kanıt olarak da iki ayeti göstermektedir: er-Rûm suresi : 3-4: “Halbuki onlar mağlubiyetten sonra birkaç yıl içinde muhakkak galip geleceklerdir.” el-Fetih suresi : 3: “Ve sana Allah’ın şerefli bir yardım ile nusret etmesi içindir.”
Bu ayetlerin dış anlamları, yorumsal anlamlarınca da desteklenmektedir. Birinci ayetteki “birkaç, üçten dokuza” sözcüğünün sayısal değeri, ebced sistemine göre 872 ya da 1467’ye denktir. İkinci âyetteki tüm harflerin toplamı da öyle. Uzun Hasan’a bahşedilen bu ilahî lütuf belirtileri, özellikle ilki, filozof ve ilahiyatçı Devvanî de dahil, birçok sonraki yazarlar tarafından tekrarlanıp yorumlanmıştır. Allah’ın seçtiği kişi olarak Uzun Hasan’ın, Memlûk sultanı ya da Kahire’deki Abbasî gölge halifesinden yetki belgesine ya da saltanat giysisine gereksinimi yoktu.
Yönetim hakkının ilahî kökenlerini kanıtlamak üzere başka âyetler de Uzun Hasan’la bağlantılandırılmıştır. Fazlullah Huncî-Isfahanî, en-Nûr suresi‘nin 55. ayetini zikreder:
“Sizden iman eden ve âmel-i Sâlih işleyenlere Allah, kendilerinden evvel geçenleri nasıl kâfirlerin yerlerine getirdi ise, onları da yeryüzünde (müşriklerin yerine) geçireceğini, onlar için razi olduğu dinlerini (İslamı) payıdâr kılacağını, korkudan sonra onları kat’i bir eminliğe çevireceğini vaat etmiş ve ‘Bana ibadet edin. Bana hiçbir şey ortak tutmayın,’ diye emireylemiştir. Bundan sonra küfredenler fasıklardır.” Burada “150” sayısını veren “sizden” sözcüğü, Hasan Beğ ya da Uzun Hasan’la eşdeğerdir; böylelikle, Uzun Hasan, Allah’ın görevlisi ya da meşru Müslüman egemen sayılmıştır.
Tabi Uzun Hasan için bu yağcılıklar yapılırken, diğer tarafta da Fatih Sultan Mehmed’ın yağcıları boş durmamaktadırlar. Kur’an ve ayetlerini onun emrine sunmakta hiçbir sakınca görmezler. Örneğin, Hoca Sadeddin Efendi, Tâcü’t-Tevârih adlı eserinde; “Bugün Kur’an-i Kerim’i okumakta iken bu zaferi rehber edinen seferin nice olacağı ve sonunun nereye varacağı konusunda düşünerek mushaftan yorumlamak istedim. ‘Böylece sana kimsenin yapamayacağı bir destekte bulunur [Kur’an, el-Fetih, Sûre 48/3-M.Üzülmez] keremli âyeti rast geldi değerli harflerini saydım, bu berektlü, uğurlu yılki, 878’e [yani 1473, Otlukbeli Savaşı’nın zaferle sonuçlandığı yıl-M.Üzülmez] denk düştü” denilerek Fatih’e müjdeler verilir veya “Fetih süresinin [Kur’an, el-Fetih, Sûre 48-M.Üzülmez] belirlediği zafer âyetinin sayısı olayın geçtiği yıla denk düşmekle ve genellikle güzel bir raslantı olmakla tarih düşenlerin emeği boşa gitmemiştir.
“İnna fetahnâ âyeti nişan oldu bayrağına
Din-i Muhammed’in gücü belli oldu en sonunda”
Ve bunlar gibi daha yüzlerce ayet ve olay sıralanmaktadır. [Demek ki, siyasetin aracı olarak dinin kullanımı; Süleyman Demirel, Necmeddin Erbakan ve bunların türevlerinden çok daha önceleri kullanılmaktaymış. M.Üzülmez]
Ayrıca, 300 Yıllık Türk İmparatorluğu AKKOYUNLULAR kitabının yazarı John E. Woods’a göre; “Uzun Hasan’ın, Şeriat’a olan bağlılığı ve Müslümanların sadakati üzerindeki taleplerinin bir başka ifadesi olmak üzere, yazıtlar hazırlanmıştır. Peygamber’in soyundan gelenlere, İslam kadılarına, din âlimlerine ve kentlerdeki İslam dinsel kurumunun diğer üyelerine kişisel dokunulmazlıklar, belirli bölgelerde babadan oğla geçen vergi ve idarî bağışıklıklar, nakdî ücretler ve yönetimde çekici resmî ya da yarı resmî görevler bahşedilmiştir. Perşembe akşamları, bu grubun temsilcileriyle toplantılara ayrılmıştır. Nihayet, kimi Ermeni kaynakları, Uzun Hasan’ın İslâm dinsel kurumuyla iyi geçinme çabalarında ayrımcı vergilerin toplanması üzerinde sıkı bir denetim uygulayacak, Hıristiyan dinsel âyinlerini kesin denetim altına almaya çalışacak, Ermeni azınlığın ayırd edici bir giysi giymesine yönelik kurallar dayatacak kertede ileri gittiğinden yakınmaktadır bu- öncellerinin çoğu, izlediği siyasanın tam tersidir.
Uzun Hasan, halk İslâmı ve dolayısıyla da kentli, köylü ve aşiret mensubu kitlelerin onay ve desteğini sağlama çabalarını da sürdürmekteydi.
1473/877’de Akkoyunlu Emir’ül Hacc’ı Rüstem ve Gâzi Ahmed ibn-i Dihye, Medine’deki Cuma hutbesinin ‘Adil hükümdar, İki Kutsal Kentin Hizmetkârı Hasan ül-Tavil [Uzun Hasan-M.Üzülmez] adına okunmasını sağladılar. Ancak Mekke’de, Şerif’in adamlarınca tutuklanıp zincire vurularak Kahire’ye gönderildiler. Bu terslik Uzun Hasan’ın hükümranlığını Şerif’e onaylattırma çabalarının sonu da olsa, Irak mahmil’i 1476/880 ve 1477/881’de yeniden gönderildi ve her iki keresinde de Mısırlı Emir’ül Hacc ve Şerif cephesinde önemli ölçüde huzursuzluğa yol açtı.
Uzun Hasan’ın Kürtler’le ilk dönem ilişkileri ve Memlûklar’a karşı tutumundaki değişikliğe daha önce de değinilmişti. Horasan Timurîleri’ne yönelik yeni tutumu ve Osmanlılarla eski düşmanlığının daha geniş bir ölçekte yenilenmesi de buna eklenmelidir.
Teknik olarak bir iç sorun olmakla birlikte, Kürtler -bazı çağdaş Ortadoğu devletleri için olduğu gibi- Akkoyunlular için birincil önemde bir iç ve uluslararası sorun oluşturmaktaydılar. Uzun Hasanî-Kürt ilişkilerinin ikinci evresi Ebu Said Timurî’yle olası bir çatışmada Akkoyunlu ordusunun ardını korumak üzere 1468-69/873’te beş Akkoyunlu kolunun Karakoyunlu yandaşı Kürtler üzerine gönderilmesiyle başlamış sayılabilir. Bitlis, Ahlat ve Muş’ta Rızagiler üzerine saldırıldı. Buhtan ve Şakkî bölgeleri de istila edildi. Kuzeydoğu Kürdistan’ın büyük bölümü üzerine geçici -ve kimi durumlarda yalnızca nominal- Akkoyunlu hegemonyası sağlamasına karşın, batı pazarlarına uzanan ticaret yollarını güvenlik altına almak için gerekli bu uzatmalı ve masraflı harekatlar Uzun Hasan’ın mevcut kaynaklarını dört yıldan uzun bir süre için bağladı. Sonraları, Uzun Hasanîler tarafından tekrar edilmek durumunda kaldı. Böylelikle, Buldukanî, Zarakî ve Çemişgezekî Kürtler’le ılımlı bir başarı gösteren bağlaşıklık ve özümleme siyasasının tersine, Uzun Hasan’ın Eyyubî-Malikan, Rızagî ve Buhtî Kürtleri’ni zorla boyunduruk altına alma yolundaki talihsiz girişimleri, aynı dönemde uyguladığı büyük emperyal askerî serüvenleriyle birlikte, büyük Akkoyunlu önderinin en ciddi yanılgılarından biri sayılabilir.”
III.Bölüm
Her taraftan tozlar yükselmekteyken
Gökler ağırlaşıyordu yer hafiflerken (Hoca Sadeddin Efendi)
Ebu Bekr-i Tihranî, Kitab-ı Diyarbekriyye adlı eserini Akkoyunlar ve Uzun Hasan’ın kahramanlığı üzerine yazmıştır. Tihranî, Uzun Hasan ismini hiç kullanmaz. O’na hep Sahib Kıran der. Örneğin; “Kışın elinin çekildiği, soğuğun kuvvet temelinin yıkıldığı; bahar sultanının gelip güneş merkezinin ılıman noktaya girdiği zaman Hazret-i Sahib Kıran, ordunun seçkinlerinden 50 kişiyle Ergani ile Amid’in arasına geldi. Talân ede ede Eğil kalesine vardı. Eğil kalesinde Ali Beğ’i sevenlerden ve onun devletinin taraftarlarından bildiği Devletşah Beğ var idi. Orada birkaç gün kaldılar” diye yazar.
Yazar Nurettin Değirmenci, Çermik adlı kitabında, Uzun Hasan’ı alışıla gelmişin dışında, biraz tarihçilerden farklı anlatır:
“Çermik ve Ergani çevresinde, İlkbaharda esen ve ağaçların çiçeklerini kurutan fırtınaya “Sahip Kıran” fırtınası adı verilir. Tarihte bir pek çok yiğit lider, “Sahip Kıran” unvanı ile ödüllendirilmiştir. Bunlardan biri de Uzun Hasan’dır. Kıtab-ı Diyarbekriyye yazarı Ebu Bekr-i Tihranî, Uzun Hasan’a hiçbir yerde ismi ile hitap etmemekte; Sahip Kıran, unvanı ile ödüllendirmektedir. Acaba Uzun Hasan ne kadar sahip kırdı da, “Sahip Kıran” unvanını eksiksiz ve kusursuz olarak hak etti?
Eli sopalı bir yiğit yönetiminde olduğu yerde kurt koyunun bekçisi; kılıç yaranın merhemi olur. Sonuçta: Yaralı nefes almaya son vererek, kurt açlıktan kurtularak, koyun kurda yem olarak mutlu olurlar. Kızgın aslan ve yırtıcı kaplan yakaladıkları zebrayı nasıl koruma altına alırlarsa; yiğit bir lider de koruması altındaki insanların mal, mülk ve canlarını benzer biçimde korur. Bütün servetlere el koyarak, garantili biçimde insanların güvenliğini sağlar. Onları, yaşama derdinden kurtarır.
Uzun Hasan çok yiğit bir liderdi. Sürekli yürüdü ve Hızır gibi her yere yetişti; ayağının bastığı yerde on sene ot bitmez, yirmi yıl ağaçlar çiçek açmaz oldu; insanlar tümden evcil hayvanlara hasret kaldı.
Bir sinek Süleyman Peygamber’in (S.A.) yanında hızlı esen rüzgardan şikayet etti. Süleyman cevabında, “Git hasmını buraya getir” dedi. Uzun Hasan da Süleyman gibi davranırdı: Kıtlıktan, yokluktan, doğal afetlerden şikayet edenlere, “hasmınızı getirin, gereken cezayı vereyim!” derdi. Bu arada, yoksulluk, sefalet, açlık, kıtlık, … gibi sorunları çözmek için; Uzun Hasan, halkın elindeki yiyeceklere son lokmasına kadar el koyardı.
İlk bahar sultanının, ağaçların ve bitkilerin dallarının içinde ve damarlarında yer eden büyütücü kuvvetleri harekete geçirdiği; tomurcukların ve reyhanların rengarenk çadırının kurulduğu; lale ve nergisin iç içe geçmiş perdelerinin açıldığı; bahar rüzgarlarının bahçelerde ve kırlarda ağaçların köklerine akarsu ipleriyle yüz çeşit büyüme ve gelişme sağladığı zaman; yiğitler, kasırgalar gibi harekete geçerlerdi. Bir yiğit topluluğu, diğer yiğit topluluğu ile karşılaşıncaya dek; kasırga gibi gezen yiğitler, önlerine çıkan yerleşim yerlerini talan ederlerdi. Yiğitlerin karşısına şehir çıkmışsa:
Herhangi bir şehrin alınmasında; şehrin evleri harap edilir, surları yıkılır, kabirleri açılır, mallar yağmalanır, kadınları ve çocuklarına el konulurdu. Erkekleri ise derileri yüzülerek öldürülürdü. Deri yüzülmesi, daha çok zaman bolluğundan eğlence için yapılırdı. Kısaca, yiğitler, şehirlere ve yerleşim yerlerine bereket getiren yağmurlar gibi değil, yanardağ lavları gibi inerlerdi.”
***
Bitlis Hükümdarı Şerefhan, Şerefname adlı eserinde, ‘Palo Hükümdarı’ Hüseyin Bey Mîr Hazma’yı anlatırken, Akkoyunlu’lara da değinir ve; “Akkoyunlu Devleti’nin çökmesine yol açan tarihi inkılaplar ve kanlı olayların onun zamanında meydana geldi ve bütün Diyarbekir Vilayeti’ne keşmekeş hakim oldu. Hüseyin Bey bu fırsattan yararlanarak Ergani Kalesi’nin üzerine yürüdü ve burayı Türkmenlerin elinden almak istedi. Fakat ecel kendisine olanak vermedi ve hükümdarlığın, saltanatın meyvelerini koparmadan kendisine ölüm şerbetini içirdi; çünkü o çarpışmada öldürüldü” diye yazar.
Şevket Beysanoğlu, anılan Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi kitabında, Ergani definesi buluntuları arasında Kara Yölüklü Osman beye ait tarihsiz gümüş sikke (madeni para) bulunmuştur diye yazar. Şerafettin Güneli ise, Bütün Yönleriyle Ergani kitabında, Ergani’deki Kılleş köyünün kurucusu olan Uzun Hasan’ın kardeşi Uzun Hüseyin’in mezarı halen köyün kuzeyindeki Kılıç Baba Tepesi‘ndedir diye tarihe not düşer.
İleride, kısmet olursa tarihi konulara ait ilginç notları sunmaya devam etmeyi düşünüyorum. Selamlar…
13-20-27 Ekim 2006 tarihlerinde
üç kısım halinde Ergani Haber gazetesinde yaymnlandı.