Gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ülkede hükümetler, partiler, sivil toplum kuruluşları, entelektüel çevreler yaygın biçimde “Yerel ve Yerel Yönetim nedir?” sorusuna yanıt aramaktadırlar.
Avrupa Birliği’nin demokratikleşme beklentileri, ulus devletin geleceğine ilişkin kuşkular, “kamu”ya ilişkin yeni yaklaşımlar ve özellikle HABİTAT süreciyle ortaya çıkan yeni öncelik ve eğilimlere ilişkin ipuçları, “yerel”i ve “yerel yönetim”leri yeniden tanımlanmayı zorunlu kılmaktadır. Bu zorunluluğun üstesinden gelmenin yolu ise, demokrasi tartışmalarını yönlendiren ve belirleyen “globalleşme” ve “sivil toplum” gibi iki temel kavramın yaşadığımız coğrafyaya uygun analizine bağlı. Bu analizlerde belirleyici olacak olan, yeni “yerel” ve “yerel yönetim” tanımlamaları olacaktır.
Çeşitli üniversite, enstitü, vakıf, belediye ve benzeri kurumlar, bu konuda, çeşitli tartışma ve araştırma çabaları içerisindedirler. Bölgemizdeki Belediyeler ne yazık ki bu tartışmaların dışında… Bölgedeki Belediyelerimizce yapılan araştırmalar ise, hemen hemen yok gibi veya ben bilmiyorum. Oysa bu konuda Bölge Belediyelerimize çok görev düşmektedir. Çünkü yerel yönetimler, demokrasinin temel taşlarından biri olmaları nedeniyle “yerel”i bir değer olarak savunmalıdırlar diye düşünüyorum.
Peki, öyleyse “yerel nedir?”
Bana göre yerelle ilgili en uygun tanımlamayı Dickens yapmaktadır. Yerel, “bir taraftan günlük etkinliklerin, yüzyüze ilişkilerin ve sosyal ve politik eylem ve işbirliklerinin gerçekleştiği bir bağlamdır. Bu bağlam aynı zamanda, tam da bu koalisyonlar ve eylemler vasıtasıyla sosyal sınıflar, cinsiyetler, mülk sahipleri ya da mülksüzler arasındaki gibi sosyal ilişkilerin sömürüldüğü ve değiştirildiği ortamdır.” (Dickens,1988)
Günümüzde yerelin değerini veren ve üç temel unsur olarak sıralanan mülk edinme, kimlik kazanma ve ortak fayda üretme olguları, modern toplumların bir göstergesi olarak belirginleşen sosyal ve coğrafi hareketlilik, küreselleşmenin yerele etkisi, değişen üretim biçimi ve ekonomik ve sosyal ilişkiler ışığında sorgulanması gerekliliğini gündeme getirmiştir. Farklı bir etnik kimliğe sahip olan Bölgemizdeki belediyelerin de bu konularda kafa yormaları, ciddi araştırmalar yapmaları birçok yönden yarlı olacaktır.
Konu ile ilgili araştırma yapacakların, dünyadaki gelişmeleri de akılda tutarak, bence araştırmalarını dört ana eksen etrafında yoğunlaştırmaları gerekir:
-Kimlik farklılığı,
-Kültürel eşitsizlik,
-Eşitsiz gelişme ya da ekonomik yapılanmanın eşitsiz coğrafyası,
-Ekonomi ve devletin sınırları dışında kalan sosyal hayatta, sivil toplumda oluşan değişikler.
Osmanlı yönetim sisteminde ve Cumhuriyet döneminde güçlü, demokratik yerel yönetimlerin oluşmasına geçit verilmemiştir. Yerel yönetimler, bugün dahi toplumumuza istenen düzeyde kaliteli, hızlı ve aynı zamanda ekonomi ölçülerine uygun hizmet üretememektirler. Merkeziyetçi-bürokratik yönetim anlayışı demokratik, güçlü yerel yönetimi, dolaysıyla yerel demokrasiyi dışlıyor. Bu yerel seçmene, yerel politikaya, kısacası yerel demokrasiye güvensizlik anlamı taşımaktadır. Bu anlayış artık değişmelidir. Bu bağlamda “yerel farklılık”ların bilincinde olan bizler, değişen koşullar ve yeni dinamikler ışığında küresel, ulusal ve yerel düzeyde “yerel”i yeniden tanımlayarak ve irdeleyerek; “birbirimizin boğazına sarılmadan”, ama “farklılığımızı koruyarak” nasıl “birlikte” var olabileceğimize bir katkı sunabiliriz.
“Yerel”le sürdürülebilir kalkınma ilişkisine gelince… Çeşitli zirvelerde, son yıllarda, global ve yerel süreçler arasındaki karşılıklı ilişkiye dikkat çekilerek, yerel ve bölgesel düzeyde de sürdürülebilir kalkınmanın bir amaç olarak öne çıkarılmasının önemi çeşitli vesilelerle vurgulandı, halen de vurgulanmaktadır. Özellikle çeşitli resmi deklarasyonlarda, -örneğin, 1992’de Rio’da, 1996’da İstanbul HABİTAT II’de, 2002’de Jonannesburg’da- yerel birimlerin sürdürülebilir kalkınma politikalarının başarıyla uygulanmasında hayati bir öneme sahip olduklarına ve bu konuda öncü rol oynayabileceklerine işaret edilmiştir.
Çok kısa, ilçe bazında yapılacak çalışmaları özetlemek gerekirse;
+Ergani’nin ekonomik, sosyal ve çevresel boyuttaki sorunlarının tasvirini yapıp ayrıntılı bir dökümünü çıkarmak; sorunların dökümünü çıkardıktan sonra, öncelikleri tespit etmek, Ergani ilçesi için öncelikleri dikkate alarak olası sürdürülebilir kalkınma senaryoları oluşturmak,
+Hem tespit edilen önceliklerin hakkıyla yapılması, hem de ileriye yönelik senaryoların oluşturulmasında ne tür sosyo-ekonomik kriterler, (Örneğin, işsizlik, gelir dağılımındaki dengesizlik, tarım ve hayvancılığın gelişimi, sağlık, eğitim, eksik altyapı, ilçenin kültürel gelişimi, görsel güzellik, kirlilik…) etrafında şekillendirilmesi gerektiğinin belirlenmek; kriterler ve senaryolar birlikte ele alındığında her senaryonun ekonomik, sosyal ve çevresel boyuttaki etkilerinin ne olabileceğini düşünmek,
+Ergani ilçesi bağlamında kamusal alanın iyi yönetişim (yani sorunları yerinde ve birlikte çözme yönetim biçimi) ilkeleriyle ne denli uyuştuğunu araştırmak, vs…
Yapacağımız çalışma, temelde iş sahipleri, sivil toplum örgütleri, yerel sivil inisiyatifler, yerel yönetim ve merkezi yönetim arasındaki işbirliğine bağlıdır. Bu işbirliğine ihtiyacımız var; yeter ki, bu işbirliğinin uzun dönemde etkilerinin ne denli pozitif olacağının bilincinde olalım.
İlçemizin kalkınmış, güzel bir Ergani; insanlarımızın çalışan, üreten ve özgür oldukları kaliteli bir yaşama sahip olmaları hepimizin ortak arzusu olduğuna inanıyorum.
***
Not: Avrupa Birliği katılım sürecinde sancılı bir dönemden geçiyoruz. Bu sancılı dönemde, Fransa’da öğretim görevlisi olarak bulunan Erganili hemşerimiz Prof. Dr. M. Şehmus Güzel’in zamanlama açısından çok önemli bir dönemde, Pêlî Yayınları tarafından, ilginç ve de güzel bir kitabı yayımlandı: Avrupa Birliği’nde Devlet ve Fransa’da Korsika. Yayımlanan bu kitabı, hem Kürtler ve hem de sorunun tüm muhatapları mutlaka okumalı. Çünkü Fransa’daki deneyimden çıkarılacak sonuçlar, bizlerin Avrupa Birliği çalışmaları ve “Kürt sorunu”nun çözümüne katkı sağlayabilir. AB’ye katılım çalışmaları ve Haziran 2006’da İspanya’da Katolonya’ya geniş özerklik referandumunun yapılması ve kullanılan oyların %74’ünün “Evet” çıkması, bizde de önümüzdeki günlerde benzer tartışmaların ve sıcak günlerin yaşanacağını göstermektedir.
Korsika, “yüz kere fethedilen, ama asla boyun eğmeyen” Fransa’ya bağlı bir adadır. Nüfusu 260.000, seçmen sayısı 195.000 kadardır. Adada 10’dan fazla siyasi parti bulunuyor. Fransa Cumhuriyeti bünyesinde en geniş özerkliğe sahip bu “bölge”de bağımsızlık yanlıları mücadele vermektedirler.
M. Ş. Güzel, lütfeyleyip imzalayarak bana gönderdiği kitabının “Sonuç” kısmında: “Fransa’da bu alanda olup-bitenler ilginç birer deneyimdir ve bilinmesi işe yarayabilir. Ama bunu model olarak sunmadığımı özel olarak vurgulamak istiyorum. Belçika Krallığı, İspanya Krallığı, deneyimi ve daha niceleri de işimize yarayabilir. Onları ve diğerlerini ayrı ayrı incelemek lazım” diye yazmaktadır.
Elinize sağlık hocam!
23 Haziran 2006
Ergani Haber Gazetesi