/

Karacadağ Dergisi ve Çermik

okuma süresi: 5 dk.

Ergani Haber’de daha önce iki hafta aralıklarla yazdığım yazılarda; 1940’lı yıllarda, Diyarbakır’da faaliyet gösteren Halkevleri yayın organlarından biri olan KARACADAĞ dergisinde çıkmış ERGANİ ile ilgili iki yazıyı, ufak bir giriş yazısıyla birlikte bilgilerinize sunmuştum. Bu hafta yine KARACADAĞ dergisinde yayınlanan ÇERMİK’le ilgili bir yazıyı aktarmak istiyorum.

Bilindiği gibi, KARACDAĞ dergisi ve Halkevleri, Tek Parti Dönemi’nde Cumhuriyet Halk Partisi’nin birer yan kuruluşlarıydı. Halkevleri bir yandan kültürel ve eğitimle çalışmalarıyla halkın sosyal gelişimine katkı sağlarken, diğer yandan da ” tek lider, tek parti, tek dil, tek ulus, tek …” anlayışının sonucu, ” Ben, Sen, Onlar Yok. Ulus Var ” şiarıyla ırkçı ve otoriter ideolojinin propagandasını yapan bir örgüttü.

Çermikte Halkevleri’nin kurulup-kurulmadığını bilemiyorum, ama Halkevleri Çermikle fazlasıyla ilgilenmiştir. Bildiğim kadarıyla 1940’lı yıllarda Çermik’te birçok çalışma yapmıştır: Türkçe terim ve deyimleri derleme, tiyatro gösterileri, şiir geceleri, folklor gösterileri, resim, yayın çıkarma, seminer ve konferanslar… bu çalışmaların birkaçıdır.

Bu belgeler olumlu-olumsuz; tarihe ışık tutacak belgelerdir diye düşünüyorum. Bu nedenle, bu belgelerden ellerinde veya arşivlerinde olanların, bunları Çermiklilerle paylaşmaları gerekir: Tüm yönleriyle tarihimizi, geçmişimizi bilmeliyiz.

Bu anlayışla, elime geçen yukarıda bahsini ettiğim KARACADAĞ dergisinin Mayıs 1949 tarihli 125 inci sayısında ” İlçelerden notlar: KAPLICA (Çermik) ” başlıklı M. Fehmi Kaynak imzasıyla yayınlanan yazıyı yorumsuz ve de yazım hatalarına dokunmadan olduğu gibi aşağıya alıyorum:

“İlçelerden notlar:
KAPLICA (Çermik)

Hep kendimizi yabancılara tanıtamamaktan şikâyetçiyiz. Bundan lüzumsuz bir üzüntü de duyuyoruz. Amerika bizi lâyıkıyla anlayamamış. Falan alimin memleketimiz hakkında verdiği malumat hakikatin hilafına imiş, falanca muhabir memleketimiz hakkında iyi niyet beslemiyormuş. Bundan ne çıkar, hakikat değişir mi? Hem niçin endişe duyuyoruz, onlar bizi tanımak ihtiyacını ne zaman duyarlarsa o zaman tanısınlar. Öyleyse; cereyan eden yeni hadiseler kendimizi tanıtmak istediklerimizi, tabii olarak bize tanımaya sevketmiyor mu?

Bu bapta bizim daha önce yapacağımız bir iş vardır ki, oda: (Evvela kendimizi tanımaktır) tır. Bu husustaki yavanlığımızı aşağıdaki küçük hadise izaha kâfidir sanırı: Bir lise öğretmeni Diyarbakıra tayin edilmiş olduğu için üzüntü içersindedir. Ankarada henüz yeni tanışmış olduğu ve nereli olduğunu da bilmediği bir arkadaşına acı acı dert yanmaktadır.

-Efendim Diyarbakırdan mı bahsediyorsunuz? Yanlışınız olsa gerek. Orada hocalık yapabilmek için evvela Kürtçe, ve Zazacayı hiç olmazsa Arapçayı bilmek lazım geliyormuş. Zira talebeler Türkçe konuşmasını bilmezlermiş. Halkta aynı vaziyette olduğundan, gıda temin etmek için bile bu lisanlardan birini öğrenmeli imiş. Talebeler kızınca insanı vurup öldürürlermiş… Akrepler… Yılanlar… Hortlaklar… Bütün acayip şeyler, orada mevcut imiş.

Fakat sayın öğretmen arkadaşının kendisinden daha saf bir Türkçe ile konuşması karşısında, ona nereli olduğunu sormak ihtiyacını bile duymamıştır. Çünkü, Diyarbakırlı olmadığından emindir. Buna benzer misallerin sayısı istenildiği kadar çoğaltılabilir. Memleketimize tayin edilen ekseri memurun, bundan başka türlü düşünmediklerini, gelmemek için istifa edenlerin miktarı ispata kâfi gelmezmi? Şu kadarki, geldikten sonra ayrılmak isteyenlerin sayısında her halde çok olmasa gerek.. Yurdun hemen bir çok köşesi çoğumuzun meçhulüdür. Meselâ, bunlardan biri olan (Çermik kaplıcasını) ele alalım. Bu ismi duyduğu zaman hayalinde çöl ortasında birkaç basit kulübeden ibaret bir kasaba canlanmış olduğunu söyleyen bir kaymakamda, hakikat karşısında oldukça memnun olmuştur..

Görülüyorki; memleket meseleleri üzerinde düşünmek, memleket dertlerile uğraşmak için evvela onu tanımamız ve sonrada aşık olurcasına sevmemiz icap ediyor. Vatanı ne kadar tanırsak, sevgimizde aynı nispetde derinleşecek; ona olan sevgimiz fazlalaştıkca da bağrında daha mes’ut daha bahtiyar olacağız. Esasen vatansever bir kimse için, (vatan) denen bütün’ün iyi veya kötü tarafı olabilir mi?.. Atalarımızın “Ne ekersen onu biçersin” sözü nekadar doğrudur. Fakat sevgili vatan bizim pek az şey ekmemize mukabil cömertliği elden bırakmıyor, bizi nimetleriyle boğmak için de, kendisini daha çok seveceğimiz zamanı bekliyor.

İşte Çermik.. Bu vatan’ın bir parçası. Birazda çukurda kalmış. Havasıda oldukça sıcak.. Hani (Devlet kuşunun) hiç uğramadığı bir köşe. Talihsizliği de az değil. Ama, kusursuz güzel olur mu hiç? Onun da tabiata borçlu olduğu güzel tarafları pek çok. Bol suları, sebze bostanları, meyve bahçeleri, Bağları, cavşak başları, çay kıyılarile bütün bir bölgenin, Urfa, Mardin, Elazığ, Malatya, Van, ve Muş’un bir sayfiyesini teşkil etmiyor mu? Kendi çapında civar kaza ve vilayetlerine elde ettiği çeşitli ürünler bakımından da yardımı küçümsenemez. Fakat bunlar basit şeylerdir. Tabiatın ona bahşettiği asıl mühim ve faydalı olan tarafı; (BEDAVA HASTANE) sidir. Evet, 20. ci asrın ortasında, bedava hastane, Vizitesi 25 kuruş olan bir doktor bu gün, dünyanın hangi tarafında vardır. Hem, yalan söylemesini, anlamadığı hastalıktan anlar görünmesini de bilmez. Biraz da onun sömürgesi için havale edeceği bir meslekdaşı da yoktur. Hastanenin dahiliyecisi, operatörü, hemşiresi, baştabibi, hatta her şeyi, banyosu, hamamı da gene kendisidir. Bütün yaptığı fenalık, 15-20 kuruşunuzu almaktan, kendisine ısınamayanları ısınıncaya kadar, biraz canlarını yakmaktan ibarettir. Ya faydaları? O da oldukça, mütevazidir. Cilt hastalıklarının her çeşidine birebirdir. Kötürümleşmiş romatizmaları bile rahatça gezdirmeden göndermediği şöhretine hakaret sayar. Ne diyeyim.. O, her yaz hemen her çeşit hastayı sinesinde tedavi etmeğe çalışan müşfik bir tabiptir. Hastalarıile birlikte gelenlerin canlarını da sıkmaz. Onlar için de yüzme havuzluğu yapar. Civar köy ve kasabaların da hamamıdır. Fakat bu köylülerde misafirlerini kaplıcaları kadar düşünürler. Çok kalabalık geldikleri için uykularından fedakârlık ederek hamama gece girer, böylece; gündüzü misafirlerine tahsis etmiş olurlar. O, yalnız kendine yakın olanların aile doktoru olmakla da kalmaz. Yıllarca konforlu kaplıcalara dünyanın parasını yatıran, fakat hiçbir netice alamayanlarında en yakın bir dostudur.

İşte ideal bir hastane olmak için devlet babanın uzatacağı eli bekleyen bir yurt köşesidir…”

15 Aralık 2006
Ergani Haber Gazetesi

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.