“Nereye bir ad verilmişse, bir sebebi olduğu için o ad oraya verilmiştir. Dünyada sebepsiz verilmiş hiçbir ad yoktur.” -İmâmî
Hilar’da tarihî süreç içerisinde çeşitli devletler, imparatorluklar, büyük ve küçük krallıklar, beylikler ve şehir devletleri belli zaman dilimlerinde hüküm sürmüş olmalarına karşın, mağara ve kabartmaların dışında, bunlardan günümüze kalan kalıntı ve eser hemen hemen yok gibi. Oysa Hilar, kayaların arasında kurulu tarihî, kadim bir köydür. Taş devrinden günümüze kadar çok sayıda kültür ve devletin yaşamını sürdürdüğü, Mezopotamya’nın önemli bir parçasıdır.
Köy, Çayönü kazılarıyla dünya kültür tarihine ismini yazdırmış, ama kendisi, mağara ve kabartmalar Çayönü’nün gölgesinde kalmıştır. Şimdi mağara, mahzen ve kabartmalarıyla tarihinin aydınlatılmasını beklemektedir.
Köyün adı da kendisi gibi çok eskidir. Köy, Hilar adından önce başka adlar almış mıdır şimdilik bilemiyoruz. Hilar’a, Hilar adı ne zaman, neden ve kimler tarafından verilmiş olduğunu da bilemiyoruz. Basri Konyar, Diyarbakır Tarihi adlı kitabında, kayalıklar arasında bulunan eski Mabed’te bulunan heykelin sağ ve sol cephelerinde hilal nakışlarının bulunmasından ötürü, burada Kamer’i/Ay’ı tanrı, ilâh kabul eden soy yaşamıştır diye yazmaktadır (Basri Konyar, Seferberlik zamanında bu heykelin Almanlar tarafından tahrip edildiğini de açıklamaktadır. s. 350). Bu nedenle, bazıları burada Ay’a tapanların, yani Sâbilerin yaşamasından ötürü, Hilar adının Hilal’dan geldiğini ileri sürmektedirler. Ne olursa olsun, İmâmî’nin dediği gibi: “Nereye bir ad verilmişse, bir sebebi olduğu için o ad oraya verilmiştir. Dünyada sebepsiz verilmiş hiçbir ad yoktur”.
Hilar’ın yeni adı Sesverenpınar’dır. Bu ad resmi evrak ve mülki idarenin haricinde kimsenin içine sinmemiştir ve kimse de resmi olmayan yerlerde Sesverenpınar demez.
Leyla Umar, Türkiye’deki Tarihsel Adlar adlı kitabında incelemesinin ortaya koyduğu genel sonuçları değerlendirirken, birinci sırada: “Her yerel kültür, eski kültürlerden kalma tarihsel coğrafya adlarını kendi dilinin fonetiğine uydurur ve uyarlama, belli kuralları izler” diye yazar. (İnkılâp Yayınevi, s. 831)
Ama bu kural Hilar için geçerli değil, çünkü kurallar Hilar’da işlemez. Ne dilin fonetiğine bakılır, ne yer adının anlamına bakılır ve ne de kurallar izlenir. Tarihsel bir ad olarak Hilar bildiğimiz köy, bir sabah kalktığımızda adının Sesverenpınar olarak değiştiğini öğreniriz. Hiçbir tarihçiden, arkeologdan, aydından, siyasetçiden ve de halktan bir tepki olmaz. Biz tarihi böyle severiz: Biz tarihe ve olaylara böylesine şaşı bakarız!
Bu ad değiştirme tabi ki sadece Hilar ile sınırlı değil; Türkiye’de Kürtçe, Zazaca, Ermenice, Rumca bilinen ne kadar dağ bayır, dere tepe, köy kent gibi yer adları varsa hiç alakası olmayan isimlerle adları değiştirilmiştir. Amaç: Kimliklerini değiştirmektir, kökünden/kökeninden koparmaktır.
Ben, Hilar’ın adını ve adının anlamını ansiklopedi, sözlüklerde bulamadım ve çok üzüldüm. Türkiye ve dünya uygarlık tarihi literatüründe yer almaması bizim ayıbımız. Bu ayıbın bir an önce giderilmesi için herkes üzerine düşeni yapmalıdır diye düşünüyorum, ama ne yazık ki doğduğumuz, büyüdüğümüz, bize ait olan yerleri öyle kuru kurusuna sevmek veya övmekle bu işler olmuyor. Üstelik kuru kurusuna övünmenin olduğu bir yerde, ne tarih, ne tarih bilinci, ne tarih anlayışı ve ne de dil gelişimi olur. Dil, tarih bilincinin olduğu yerde gelişir. Tarih bilinci ise, ancak bulunduğumuz yeri, bulunduğumuz yerde yaşayan insanları sevmekle olur. Yoksa tarih, belli bir yerde yaşayan insanların başından geçen başarılı veya başarısız olayların bir öykü niteliğinde dizilimi değildir.
Hilar, coğrafi bir mekân olmanın çok ötesinde, yazılı olmayan ve yazlı tarihin önemli tanıklarından biridir. Bugün Hilar köyü ve bu köyün sınırları içerisinde bulunan Çayönü (Qotê Ber Çem) tepesini de içine alan tarihi bir mekândır. 10 000 yıllık bir tarihin bizlere bıraktığı bir mirastır. Kıymetini bilelim!
***
ay’a güzelleme
delikanlılık çağımda
ay gecenin koynunda uyurken
tenim teninde yanardı;
ışıktan ürperirdi ter damlaları.
haz doruklara ulaştığında
mutluluğun sarhoşluğunu yaşardık.
mevsim değişti, açmıyor artık gül.
şimdi ayın altında hatıralardayım:
bilinen dünyadan bilinmez dünyaya
yolculuğa doğru sona yaklaşırken olsa bile
güzeldir; ay ışığında
gül bahçesinin efsunlu kokusunu koklayarak
ateşli yaprakların açış noktasının
istekli tatlı yumuşaklığın derinliğinde, kısa süren
ama insana sonsuz gelecekmiş gibi
ölümcül bir ürperişle bir başka bedende
kendini yeniden var etmenin gizli zevkini yaşamak.
7 Nisan 2006
Ergani Haber Gazetesi