“Rüya dediğin, demet demet hayallerdir”.
Kuran -Yusuf Suresi, Ayet: 44.
Rüyamda, bir akşamüzeri, elimde iki bira şişesi, Çiftpınar yolu üzerinde bulunan babamın mezarı başında bir tümseğe oturmuşum. Güneş yeni batmış, etraf alacakaranlık. Bir çobanın önüne kattığı davarların, arkasında toz bulutları bırakarak geçtiği yolun öte yanından, bağ ve bahçelerinden dönen güneşten kavrulmuş üretken, çalışkan insanlar yorgun adımlarla ilerliyor. Çimento Fabrikası beyazımsı toz bulutlarını her zamanki gibi, Zülküf Peygamber ve Meryem Ana’ya ait kutsal mekânların bulunduğu Makam Dağı’na savurup, dağın heybet ve kutsallığını öldürüyor. Sıcaktan ve de çimento tozlarından olacak, bağ kenarlarındaki, bahçelerdeki ağaçların yaprakları ya sararmış ya da tümden kurumuş. Çermik tarafından eserken hafifçe yanakları okşayan rüzgâr kararsız bir şekilde hem kesif çimento kokusunu, hem de sonbahar kokusunu yüklenmiş. Divaneliler’in çoban köpeği evlerin arkasında dikkat kesilmiş beni izliyor.
Gölün yanındaki ağaçlardan gelen koro halindeki serçe cıvıltılarının eşlik ettiği kavurucu sıcakta, alaca akşam serinliğindeki soğuk biradan aldığım her yudum ruhumda ve bedenimde dirilik yaratıyor. İçerken hüzün ve diriliği birlikte yaşıyorum. Bir nevi iç hesaplaşmadayım: Yapmak istediklerimi, yaptıklarımı, yapamadıklarımı ve daha çok da yaşadığım sancılı süreci ve bu süreçte babamın çektikleri, beni benden alıp geçmişe götürüyor. Bir evlat olarak kendisine verdiğim sıkıntıları ve gerektiği şekilde ödevlerimi yerine getiremediğimi sessizce anlatmaya çalışıyorum. Anlatırken, bir yandan da biramdan yudumlar alıyorum. Doğrusu hem içiyor, hem de dertleşiyorum:
-Herkes ölmüşlerinin mezarına Fatiha okumak, dua okumak için gündüz gider. Ben bu akşam mezarın başına içki içmeye geldim. Baba, beni anlayacağını umuyorum ve duaya ihtiyacın olmadığını düşünüyorum.
-Doğru düşünüyorsun, benim duaya ihtiyacım yok. Namussuzların, yalancıların, üçkâğıtçıların, zalimlerin, yetim hakkı yiyenlerin… duaya ihtiyacı olur. Ben kimseyi incitmedim, günah sayılacak bir eylemde bulunmadım. Kumar oynayıp içki içtimse, bunlar hayatın renkleri ve zevkleri olduğu için yaptım. Hayatın renklerini görmeyen ve zevklerini tatmayanlar Allah’ın nimetlerini geri tepenlerdir. Hayatına renk ve zevk katmayanlar zavallılar ve kara cahillerdir. Ben, insanı, yaşamı ve sevgiyi kıble bilenlerdenim. Neyse… hoş geldin, nasılsın?
-İyiyim. Bak, bir şişe senin, bir şişe de kendim için getirdim. Bu akşam birlikte içelim diye.
-İyi ettin geldin, ama ben içemem, ölüler içmez; benimkini de sen iç. İçki, uygun koşullarda ölçülü içildiğinde bellekteki fırtınaları dindirmeye yarar.
-Baba, seni hiç unutmadım. İstanbul’da da bazen evde yalnız başıma içerken aklıma sen düşüyorsun. Fırtınalı günlerde seni çok üzdük. Sana tam faydamız olacakken de bizleri bırakıp gittin.
-Herkes ömrünce yaşar oğlum, benim ömrüm de o kadarmış. Ama sizlerin beni hatırlaması, mahcup etmemesi burada rahat uyumamı sağlıyor. Sen ve kardeşlerinle övünç duyuyorum. Aç kaldınız, susuz kaldınız, işsiz kaldınız; işkence gördünüz, zulüm gördünüz; baba ocağını terk etmek zorunda kaldınız, ama gücün, egemenin, zulmün ve paranın karşısında eğilmediniz, utanç duyulacak bir şey yapmadınız. Hep başınız dik, alnınız açık gezdiniz. Bugün halen bir kısım sıkıntılar yaşasanız da, zoru başardınız. Kendi maddi yaşamınızı ürettiniz; insanlara yardımcı olmayı temel ilke edindiniz. Parazit değil, hep üretici oldunuz. Bundan güzel daha ne olabilir?
-Teşekkür ederim baba. Bunlar hep senin sayende: Ne öğrendikse, senden öğrendik. Sen değil misin: “Cumali şahin yüceden yüce/Âlemin dilinde para senin erenler” diyen. Bizler yenildik, ama teslim olmadık. Bedelini ağır ödesek de, yaptığımız o dönem bizlerin zulme, baskıya, yoksulluğa, geri kalmışlığa bir isyanı, başkaldırısıydı. O günler yakın tarihimizin onurlu sayfalarıdır…
Söyleyeceklerimi daha bitirmemiştim ki, baktım biralar bitmiş: Ayıldım, kendime geldim. Kalktım: “Her şeyde bir hayır vardır” deyip, Üçevler’deki evimize, anamın yanına gittim.
Rüya; kişinin bilinçaltındaki düşüncelerinin, özlemlerinin ya da isteklerinin uyku esnasında bir film şeridi gibi göz önünden geçmesi olarak tanımlanır. Hep, “rüyalar gerçek olsa” dileğinde bulunulur. Peki, gerçekler rüya olsa ne olur?
***
Ölüm, insanın en güçlü düşmesidir doğadan.
İnsan bir kere düşmesin. Bir düşünce, bir daha kalkış yok!
Ölüme katlanmak zor, ama ölüm kaçınılmaz.
Babam Cuma Üzülmez’in daha yaşayacağı güzel günler, okuyacağı çok kitap, yazacağı çok şiir, yapacağı daha çok cami ve minare, bir şeyler öğreteceği çok insan, kahvede arkadaşlarıyla oynayacağı oyun ve daha içeceği çok rakı varken, 13 yıl önce, 8 Temmuz 1993’te yaşama gözlerini yumdu: Yıldız olup, gökyüzüne aktı.
Bu nedenle, bulutsuz duru gecelerde yıldızlara her baktığımda hep hüzünlenirim. (6 Eylül 2006-Ergani)
3 Kasım 2006 tarihinde Ergani Haber gazetesinde,
Aralık 2006’de Berfin Bahar (Sayı:106) dergisinde yayımlandı.