/

Dil Üzerine…

okuma süresi: 5 dk.

Dünyada konuşulan 6 bin dilin korunması amacıyla ilan edilen “Dünya Anadil Günü” Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) üyesi ülkelerde kutlandı. Şubat ayında Paris’teki merkez binasında ise, gün dolaysıyla dil çeşitliliği, Amerika, Afrika ve Asya’daki azınlıkların karşılaştığı zorluklar ve dillerinin korunması konulu bir konferans düzenledi. UNESCO Başkanı Koichiro Matsuura bu konferansta yaptığı konuşmada; “dilin bireyin kimliğiyle derinden ilişkili olduğunu” belirtip, 6 bin dilin yarısından fazlasının yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu uyarısında bulundu.
***
Dil, duygu ve düşünceleri açıkça göstermeyi mümkün kılan her türlü işaret sistemidir. Bilinç içeriklerini, duyguları, arzuları, düşünceleri tutarlı bir anlam çerçevesi ya da modeli içinde ifade etme yolu ya da yöntemini tanımlar.

Dil dediğimiz, açıklama becerisi normal bir çocukta doğuştan vardır, ama geliştirilmeye muhtaçtır. Geliştirilmediği zaman ilkel bir görünümde, ancak bazı seslerin çıkarılmasına olanak verecek basitlikte kalır; gelişebilmek için, hem bireyin, hem toplumun özel çabasını gerektirir. Dilin gelişimi, bilincin gelişmesine tanıklık eder.

Dil toplumsal bir olgudur. Her dilin bir mantığı vardır. Dillerin yapıları ve evrimleriyle karşılaştırmalı araştırmayı Dilbilim yapar.

Dil Bilim denilince, ilk akla gelen isim İsviçreli Ferdinand de Saussure (1857-1913) ve meşhur eseri Genel Dilbilim Dersleri akıla gelir. Saussure bu kitabında dilbilimin konusunu ve diğer bilimlerle ilişkisini açıklar. O’na göre dilbilimin çabaları:
a)Ulaşabildiği tüm dillerin tanıtılmasını ve tarihini ortaya koymak; buna göre dil ailelerinin tarihini belirlemek ve olabildiğince her dil ailesinin ana dillerini göstermek,
b)Tüm dillerde sürekli ve evrensel bir biçimde etkin olan güçleri araştırmak ve tarihin tüm özel olgularının indirgenebileceği genel yasaları ortaya koymak,
c)Kendi sınırlarını çizmek ve kendi tanımını yapmak.

Saussure’e göre, her dil, kendi özellikleri içinde apayrı bir bütün oluşturur. Dilin özelliklerini oluşturan toplumsal ruhsallık, toplumsal ruhsallığın özelliklerini oluşturan da elbet coğrafi, ekonomik ve benzeri etkenlerdir. Ve O’na göre “her toplum benimsediği dilden genellikle hoşnuttur”.

Dil araştırmalarına yönelen tüm okullar ve akımlar sonradan Saussure’nin açtığı bu yoldan ilerlediler. Daha sonraları Amerikan dilbilimcisi Noam Chomsky dil biliminde yeni ufuklar açtı.
***
Alman düşünür Leibniz, “dil, zihnin aynasıdır” der, neden?

Bir ulusu ulus yapan etmenlerin başında dil gelir: Uluslar dilleriyle birlikte gelişir, ilerlerler.

Ortaçağda Hıristiyan ümmetinin ortak kültür dili Latince’ydi. Rönesans’la birlikte, Avrupa’da Hıristiyan ümmetinin birleştiriciliği çözülmeye başladı. Fransız Devrimiyle de uluslar birer birer kendi özelliklerini, kendi dillerini geliştirmeye giriştiler ve Latince ikinci sıraya düşmek zorunda kaldı.

Ulusal diller halkların günlük anlaşma dili olmalarının ötesinde, birer düşünme ve bilim dili oldular. Ulusal benliğin uyandığı toplumlarda, hep yabancı öğelerden arınıp toplumun tarih içinde oluşmuş kendi öz değerlerini ortaya çıkarma eğilimi belirir. Bu doğrultuda ve sonunda ulusal kültür dilini kurmada gerekli olan gereçleri elde etmek için; halk dilinden derlemeler, eski metinlerden taramalar yapılır. Bu işleri düzenli olarak yürütmek için de Batı’da hükümetlerin desteklediği dil dernekleri ya da akademileri kurulur.

İslam ümmetinin ortak kültür dili, Kur’an dili Arapça olması nedeniyle, Cumhuriyettin kurulmasıyla birlikte bizde Türkçülüğün Esasları’nı yazan Ziya Gökalp’in bile bilim terimlerinde Arapça’ya başvurulması gerektiğini söylemesine rağmen; bizzat Atatürk’ün emir ve çok yönlü katkısıyla kurulan Türk Dil Kurumu vasıtasıyla Batının kavramlar sistematiğini karşılayacak bir dil oluşturulması için, yani Türk dili için yoğun bir çalışma başlatıldı. Tabi bundan önce, 1924’te Öğretim Birliği yasası çıkartıldı. 1928’de Türkçe “Resmi Dil” olarak kabul edildi. 1929’un ilk günü de, Latin Harfleri kabul edildi.

Bu kabullerin ardından yoğun bir faaliyete geçildi. Örneğin: Ergani’de gençler ilk olarak 1932 yılında Ergani Gençler Birliği adı altında bir araya geldiğinde; sporun yanında, müzik ve tiyatro ve köycülük kolları gibi kültürel faaliyetlere girişti. Bu çalışmaların bir parçası olarak Ergani’de konuşulan mahalli Türkçe kelime ve deyimleri derleyip Dil Kurumu’na gönderdi. Benzer çalışmalar o zamanlar hemen hemen tüm il ve ilçelerde yapıldı. (Ne yazık ki, Ergani Gençler Birliği’nin derlediği bu çalışmanın bir örneğini bulunamadım. Ergani’de veya başka yerlerde acaba bir örneği bulunur mu? Bilemiyorum, araştırmak lazım.)

Türkçe için bunlar yapılırken, sosyal gelişmenin doğasına aykırı olmasına karşın, bağımsızlık savaşında ve Cumhuriyetin kuruluşunda Türklerin yanında temel unsur olan Kürtlerin kendi ana dilleri için yasaklama getirildi ve Kürt dilini yok sayma yolu seçildi. Yaşama hakkından sonra en temel insani hak olan ana dilinde konuşma ve yazma yasaklandı. Sonra da; “eğitimin temel ilkesi olan kara bilgisizliğin giderilmesi”, “ülkemiz içinde uygar düşüncelerin, çağdaş ileriliklerin vakit yitirmeksizin yayılması ve gelişmesi” beklenmeye başlandı! (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Türk İnkılap Tarih Enstitüsü. Cilt II, s. 44.)

Dil yasaklanarak bunların gerçekleşmesi mümkün mü? Hayır.

Kürt Dili’nin yasal varlığının kabul edilmemesi ne insanlıkla, ne mantıkla ne de bilimle bağdaşmaktadır. Gerçeklerin saklanamayacağını, insanların doğal evrensel haklarının önüne geçilemeyeceğini Tarih Baba binlerce kez bizlere kanıtlamıştır: Tarihle oyun oynanmaz!

Fevzi Karadeniz haklı olarak sormaktadır: “İnsanların doğuştan, tarihten gelen haklarının yasalarla, kanunlarla ellerinden alınamayacağını, Kürtler bugüne dek varlıklarını koruyarak, dillerini yaşatarak kanıtlamış olmuyorlar mı? Bulgaristan’daki Türkler insan haklarına ters böylesi uygulamalar karşısında yüzlerce yıldır üzerinde yaşadıkları toprağı terk ederek kanıtlamış olmuyorlar mı?” (Adımlar Dergisi, 6-26 Ağustos 1989, Sayı. 16.)

Prof. Dr. Server Tanilli’de bu konuda önemli bir tespitte bulunmaktadır: “Kürt halkının varlığı yadsındığı, diline ve kültürüne ambargo konulduğu, iktisadî ve sosyal bakımdan ‘mahrumiyet’ içinde tutulduğu, yurttaşlık hakları tanınmadığı, özümlemeci ırk ayrımı politikalarıyla ezildiği ve sömürüldüğü sürece, Türkiye’de tek bir aydın, tek bir sanatçı ve tek bir bilim adamı ‘özgürüm’ diyemez.” (Nasıl Bir Demokrasi İstiyoruz?, Amaç Yayıncılık, s. 184-185.)
***
Yakın tarihimizde Kürt halkının varlığı konusunda önemli adımlar atıldı. Bu gelişime paralel olarak, Kürt dili ile ilgili çalışmalara da ağırlık verilmelidir. Kürt gençlerine, öğretmenlere ve özellikle aydınlara bu konuda büyük görevler düşmektedir. Bilimsel yöntemlerle, en kısa zamanda-1932’de Ergani’de Gençler Birliği’nin yapmış olduğu Türkçe sözcük ve deyimleri derlemesine benzer ve hatta daha kapsamlı- konuşulan Kürtçe sözcük ve deyimlerin derlenmesine başlanmalıdır diye düşünüyorum.

Yapılacak böylesi bir derleme Kürt Dili’ne önemli katkıda sağlayacaktır. (3 Mart 2006)

8 Eylül 2006
Ergani Haber Gazetesi

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.