“Çamurdan yoğrulmuş bir küçük kıvılcım
Taklit edince Rabbini, yoz şekil olur ancak sureti değil;
Kader, özgürlük kovalar birbirini,
Ama eksik kalır uyumu sağlayan us.”
Çayönü, Diyarbakır iline bağlı Ergani ilçesinde bir höyüğün adıdır. Kuzey Mezopotamya’daki tarihî yerleşim yerlerinden biridir. Prof. Dr. Halet Çambel ve Prof. Dr. Robert J. Braidwood tarafından Güneydoğu Anadolu Tarihöncesi Araştırmaları Karma Projesi kapsamında başlatılan kazılar sonucunda tespit edilen “ilk üreticiliğe geçiş” yeri olması nedeniyle, önemli bir yer özelliğindedir. Neolitik dönemin en iyi, belki de en erken temsilcisidir. Bu dönem, yaklaşık MÖ. 7500-6000 yıllarına denk düşmektedir.
İnsanoğlunun bu ilk yerleşim yerinde yapılan kazı ve çalışmalarda kilden, balçıktan, yani çamurdan kadın heykelcikleri, yaygın ismiyle “venüs”ler bulunmuştur.
Bu kadın heykelcikleri, insanoğlunun kendi elleriyle çamurdan yaptığı/yarattığı tanrıçalardır. “Ana tanrıça”nın simgeleridir.
Bu ve benzeri buluntulara göre, demek ki tanrı ve tanrıçalar insanlardan çok çok sonraları insanlar tarafından yaratılmıştır. Daha sonraları ise, insanın tanrılar tarafından, hem de çamurdan yaratıldığı yazılmaya, söylenmeye başlandı: İnsan, yaratanken yaratılan oldu.
Bizlere ulaşabilen tarihsel belgelere göre, bu sürecin ilk yazılı örneği, MÖ. 2000’lerde yazıldığı söylenen, Babil’lerden günümüze ulaşan Gılgamış Destanı’dır. Destanda, büyük tanrıça Aruru’nun; Gılgamış’ın kölesi Engidu’yu, yani insanın çamurdan yaratılışı şöyle anlatılır: “Aruru ellerini yıkadı; bir parça çamur koparıp yazıya attı. Ve yazıda yiğit Engidu’yu yarattı. Çamurdan yaratılan Engidu, demir gibi sertti. Bütün gövdesi kıllarla kapkara olmuştu. Kadın gibi uzun saçları vardı. Saçının lüleleri tıpkı buğday başağı gibi filizlenmişti.”
İkinci önemli belge, MÖ. 1500-1000 yılları arasında yazıldığı söylenen, Kürtlerin eski dini Zerdüştlüğün kutsal kitabı Avesta’dır. Avesta metinlerinde bu konuyla ilgili bir bilgi bulunmamakta, ama sonraları eklenen değişik gelenek ve söylenceler var. Örneğin, Sasaniler döneminde (MS. 226-650) Zerdüştlüğün uzantısı Zervanizm’e göre, “erdemlik tanrısı” Ahura Mazdah ilk insanı, Goya’mart’ı yaratıyor. Nasıl ve hangi nesneden yarattığı belli değil. Ancak daha sonra yaratılan bu insan Ehriman’a (kötülük tanrısına) boyun eğiyor ve bedeninde metaller oluşuyor. Bunun üzerine altın (bazı geleneklere göre Ahura Mazdah’ın sperması) uzun bir dönem Armaiti’de, -yani toprakta-saklı kalıyor; daha sonra Mashya ve Mashyanak (Âdem ve Havva diyebiliriz) gibi iki insanı yaratıyor.
Eski Mısır Tanrısı Khunum’un da insanları balçıktan, çamurdan yarattığı yazılmaktadır.
Üçüncü önemli belge, Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat’tır. MÖ. 500’lü yıllarda yazılan Tevrat’ın “Tekvin” bölümünde, insanoğlunun çamurdan yaratılışı şöyle anlatılır: “Ve RAB Allah yerin toprağından adamı yaptı, ve onun burnuna hayat nefesini üfledi; ve adam yaşayan can oldu. Ve RAB Allah şarka doğru Aden’de bir bahçe dikti; ve yaptığı adamı oraya koydu.” Burada burnundan üflenen ve bahçeye konulan adam bildiğimiz Hz. Âdem’dir. Sonraları Havva’nın sözüne kanıp “günah” işlediği için, bu bahçeden, yani “Cennet”ten kovulacaktır!
Dördüncü önemli belge, Müslümanların kutsal kitabı Kuran’dır. MS. 610-632 yılları arasında “Vahy” olunan ve 645 yılında Halife Hz. Osman zamanında yazdırılan Kuran’da ise, insanın balçıktan yaratılışı şöyle yazılmaktadır: Allah, “göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. Bir şeyi dilediğinde ona sadece ‘Ol!’ der, o da hemen oluverir.” “Allah nezdinde İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona ‘Ol!’ dedi ve oluverdi.”
İnsanın yaratandan yaratılana dönüşmesi çok uzun bir süreçte oluşmuştur.
Kısaca; İnsanoğlu “ilkel” yaşamdan avcı-toplayıcı yaşama geçmeye başlayınca; “ilkel” toplumdan miras aldığı totemler, doğa güçleri, yıldızlar, egemenlerin ataları tanrılaştı veya tanrıçalaştı. O dönem, doğada etkin öğe insan olduğu için, her türlü tanrıya/tanrıçaya insan biçimi verilirdi. Çayönü kazılarında çıkartılan hafif pişmiş kil kadın heykelciği de böylesi tanrıçalardan biridir büyük bir olasılıkla.
Bu dönem tanrılarının/tanrıçalarının özelliği, “doğayı yoktan var etmeyen, yalnızca kaos içinde buldukları dünyaya düzen veren” varlık oluşlarıdır. Göçebe toplumdan yerleşik düzene geçilmesinin ardından, uzun yıllar sonra kent devletine, kent devletinden de imparatorluğa geçilince, tanrıların sayısı azalmaya başladı. Ardından da üretici güçlerin gelişimine paralel toplumsal ilerleme sonucu tanrı ve tanrıçalar yeryüzünü terk edip, gökyüzüne çekildi: Çok tanrılıktan tek tanrılığa geçildi. Ve tanrılar, “doğaya düzen veren varlıklar olmaktan, doğayı yaratan varlıklar olma” noktasına yükseldiler. Doğayı ve insanları yaratan soyut varlıklar oldular. Bu tanrılar insanları yaratırken; -ilginçtir- ırmak kenarındaki çömlekçilere benzer şekilde çamuru, kili çömleğe veya heykelciğe biçim verir gibi insana biçim verildiğini öykülendirlmektedirler.
Tanrılar tekleşip gökyüzüne çekilince, geriye kalan diğer tanrı ve tanrıçaların her biri, dünya işlerinin birinden sorumlu “Melek” olup, gökyüzüne çıktı: Olan, yeryüzünde kalan insana oldu.
Çayönü’nde “venüs”leri, tanrı ve tanrıçaları çamurdan kendi elleriyle yapan/yaratan insanoğluydu. Sonradan insanın trajedisi başladı: Tanrılar tarafından insanın çamurdan yaratıldığı yazılmaya ve bu yazılanlara da inanılmaya başlandı.
Trajedi devam ediyor…
Mart 2006’de Bilim ve Gelecek dergisinde(Sayı: 25)
10 ve 24 Mart 2006 tarihlerinde Ergani Haber gazetesinde yayımlandı.