Küreselleşen bir dünyada insan hakları refah düzeyinin ve yaşam kalitesinin geliştirilmesi ve korunmasında en temel değerdir.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, 1993’de, Viyana’da toplanan Dünya İnsan Hakları Konferansı’nı açarken, insan haklarının hem evrensellik iddiası taşıyan hem de tarihsel olan ölçütler, dolaysıyla değerler olduğunun önemle altını çizmiştir.
Ülkemizde son yıllarda Avrupa Birliği’ne üye olma için başlatılan çalışmalar sayesinde insan hakları konusunda önemli adımlar atıldı.
Bunlar kolay olmadı. Sancılı süreçlerden geçildi ve geçiliyor. Bu ilerlemede, tarihsel süreç içinde Türkiye ve Avrupa’nın ilişkileri zaman içinde önemli nitelik değişikleri geçirmiştir, çok değişik aşamalardan geçmiştir.
• AB, Ankara’yı zorunlu değişime zorluyor.
• Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne adaylığının kabul edilmesi, yeni bir sürecin başlangıcıdır.
• Üyelik kabul edilirse; her şeyden önce egemenlik paylaşılacak, şeffaflık sağlanacak ve insan hakları gerçekten “hak” olacaktır.
• Avrupa Birliği ile Türkiye ilişkilerine -çok öncesini bir tarafa bırakarak- baktığımızda insan hakları konusunda, özetle şunları görmekteyiz:
• AB Komisyonu tarafından hazırlanan 2002 Yılı Türkiye İlerleme Raporu ve Genişleme Stratejisi Belgesi 9 Ekim 2002 tarihinde yayınlandı. Bu belgede, Türkiye’nin siyasi kriterler alanında kaydettiği ilerlemeler memnuniyetle karşılanmakla birlikte, bu kriterleri tam olarak karşılamadığı belirtilmiştir. Temel hak ve özgürlüklerden henüz tam olarak yararlanılmadığı ileri sürülmüştür.
• AB, Aralık 2004’te AB Komisyonu’nun rapor ve tavsiyesine dayanarak, Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirdiğine karar verdiği takdirde, Türkiye’yle katılım müzakerelerini gecikmeksizin başlatacağını bildirmiştir.
• AB, Komisyonu’nca hazırlanan gözden geçirilmiş Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB) 14 Nisan 2003 tarihinde Lüksemburg’da toplanan AB Genel İşler ve Dış İlişkiler Konseyi’nde kabul edilmiştir. Katılım Ortaklığı belgesi metninde Türkiye’nin yükümlülükleri bir kez daha tekrar edilmiş ve Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları doğrultusunda yerine getirilmesi talep edilmiştir. Ayrıca yaygın ve düzenli uygulanmanın önemi vurgulanmıştır. Vurgulanan önceliklerden biri de bölgeler arası farkların azaltılması olmuştur. Bu metinde: “…tüm vatandaşlar için ekonomik, sosyal ve kültürel imkânların artırılması amacıyla, başta Güneydoğu’daki durumun iyileştirilmesi olmak üzere bölgesel farklılıkların azaltılmasına yönelik kapsamlı bir yaklaşım geliştirilmesine matuf gayretlerin yoğunlaştırılması…” istenmiştir. 2003’te Katılım Ortaklığı Belgesi’ne, köylerinden zorunlu göç ettirilmiş kişilerin durumunun eklenmesi sonucu, 2004’te arzu edilen düzeyde olmasa da “Terör ve Terörle Mücadelede Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun” yürürlüğe konulmuştur.
• Yeni Katılım Ortaklık belgesi ile gözden geçirilmiş Ulusal Program, Kopenhag Zirvesi sonrası dönemde Türkiye-AB ilişkilerinin yol haritasını oluşturmaktadır. Türkiye, TBMM’den ardı ardına geçirdiği uyum paketleriyle yol haritasında önemli bir mesafe almıştır.
***
1993’te yayınlanan Viyana Deklarasyonu’nun ikinci paragrafında, aşırı yoksulluk ve sosyal dışlanma insan onurunun zedelenmesi olarak ilan edilmiştir. O halde onurlu bir yaşam hakkı için temel insan gereksinimlerinin karşılanması gerekir. Genel olarak insan hakları arasında bir öncelik, bir sonralık yoktur, bütünlükleri içinde kavranmaları gerektiği kabul edilmektedir. İşe onurlu yaşam hakkından yola çıkıldığında, bu bütünlük kolayca kavranabilecektir.
Onurlu yaşam hakkının pratikte neyi içerdiğini mutlak olarak saptamak olanağı yoktur, ancak göreli olarak saptanabilir. Bir ülkedeki belli bir dönemdeki yaşam kalitesinin gelişmişlik derecesi onurlu yaşam hakkının içeriğini de belirleyecektir. Eğer dünyada yaşam kalitesi olanaklarının sürekli olarak geliştiği kabul edilirse, onurlu yaşam hakkının da içeriğinin sürekli olarak gelişeceğini kabul etmek gerekir.
Kamu politikasını oluşturanlar, bulundukları toplumun yaşam kalitesini geliştirmeyi ve aynı zamanda da onurlu yaşam hakkını gerçekleştirmeyi uygulanabilir politikalar haline getirmelidirler. Başka bir ifadeyle insan hakları soyut kavramlar olmaktan çıkartılıp somutlaşması, pratiğe geçmesi yaşam kalitesinin yükseltilmesini sağlayacaktır.
Bu nedenle, dünyada insan hakları deklarasyonuna ve sözleşmelerine sürekli yenileri eklenmekte, bir yandan da yaşam kalitesine ilişkin daha somut koşullara değinen uluslararası belgeler peş peşe yayınlanmaktadır.
Bu önemli gelişmelere karşın, Türkiye’de bazı siyasal ve “derin” kadroların zihinlerinde, her dış ilişkide bir Türkiye karşıtlığı, bir komplo görme eğilimi bulunmaktadır.
AB karşıtları, ancak dışa kapanmış bir ülke projesinde kendilerini güvende hissetmektedirler. Ve dışa kapanmadan yana olanlar; dışa açılmayı, açık toplum ve insan hakları için atılan önemli adımları, bir bağımsızlık sorunu haline getiriyor. Bunların bir kısmı duygusal direniş göstermekte, bazıları da konumlarının, çıkarlarının zayıfladığını gördüğü için tüm cepheden AB üyeliğine karşın savaş vermektedir. Ama Türk ve Kürt, toplumumuzun çoğunluğu AB üyeliğini tercih ediyor. AB üyeliğini olumlu görenlerin oranı %60’ları geçiyor.
Müzakereler kolay olmayacak.
Türkiye’de AB’nin bir siyasal proje olarak önemi, ekonomik proje olarak öneminin önüne geçmiştir.
Avrupa Birliği’ne katılım müzakereleri başarılı olursa, ilk kez Müslüman bir ülke AB’ye geçecek.
Bu, küçümsenecek bir olay değil bence.
Sizler ne dersiniz?
Not: Bu yazımı yazarken İlhan Tekeli ve Selim İlkin tarafından hazırlanan ve IULA-EMME Yayınları tarafından yayınlanan Avrupa Birliği Türkiye ve Yerellik kitabından da yararlandım. -M. Üzülmez.
16 Haziran 2006
Ergani Haber Gazetesi