“Tanrının ağzından çıkan her söz, doğrudan ya da dolaylı olarak bu sözleri kutsal bulan toplumun gelişmesine ve biyolojik ve ekonomik refahını artırmaya yaramazsa, o toplum eninde sonunda Tanrısıyla birlikte yok olur.” -Gordon Childe/Tarihte Neler Oldu?
Ortadoğu kaynayan bir kazan. “Dünyanın efendisi” de bir eliyle durmadan bu kazanın altına odun atmakta, diğer eliyle de kepçeyle ha bire kazanı karıştırmakta. Ortadoğu halkları, daha doğrusu Müslümanlar “Ortadoğu zihniyeti” diye nitelenen bir zihniyete sahip oldukları için ne yapacaklarını bilmemenin yanında, olup-bitenleri de anlayacak durumda değiller.
“Ortadoğu zihniyeti”, var olanı sorgusuzca kabul eden kaderci bir zihniyettir. Bu zihniyet dünü, dün bitmeden unutan; bugünü sorgulamadan “sadece” yaşayan ve yarından hiçbir fikri olmayan bir düşünce sisteminin ürünüdür. ABD düşünce sistematiğinde ise, her şeyi sorgulayan, her şeyi kaydeden, hiçbir şeyi unutmayan ve her şeyi, ama her şeyi kısa, orta ve uzun vadede planlayan, kadere hükmetmek isteyen bir mantık vardır.
20. yüzyılın tarihini yazanlardan biri olan ABD, bu düşünce yapısının kendisine vermiş olduğu üstünlük sayesinde daha fazlasını istiyor, meşru ya da gayri meşru bir şekilde, gerekirse tüm dünyaya rağmen çıkar ve egemenlik alanlarını genişletmekte çıtayı sürekli yükseltiyor. Bir “Süper Güç” olarak üretim ve pazar payını sürdürebilmek için dünyanın hiçbir yerinde “düzen ve istikrar” istemiyor. Hep, “düzensizliğin düzenleyicisi” rollerinde kontrolü elinde tutuyor, tutmaya çalışıyor. Kendisinin yarattığı kaosu, imparatorluk stratejisi olarak dünya egemenliği yolunda bir araç olarak kullanıyor. Düzenin olduğu yerleri, düzensizlikle tehdit ediyor. Dünyanın birçok yerinde sürekli “balans ayarı” yapıyor, yaptırıyor.
Müslümanlar ne yapıyor?
Dua ediyor. Dua için “tükenmez hazinelerin sırlı bir anahtarı” olduğu söylense de, bu “tükenmez hazine”den, daha somut bir ifadeyle ayağının altındaki zenginlikten/petrolden fakir, yoksul Ortadoğu halklarına nedense bir şey düşmüyor: Büyük payı “Dünyanın efendisi” ABD, küçük payları yandaşları, çok çok küçüklerini de kuyrukları kapıyor. Dua, bu durumda sadece, “fakir, yoksul ve kalbi kırıkların istinatgâhı ve ıstırarla kıvrılıp duranların da emin sığınağı” olmakla kalmakta.
“Düşsel bir coğrafya ve tarih” olan Ortadoğu artık eski Ortadoğu değil. Politika, bellek ve arzu aracılığıyla kendimizi ne kadar zorlarsak zorlayalım; Müslümanlar olup-bitenler karşısında ya intihar etmekte ya da boyun eğmektedir. Çoğunluk sessiz, “kendini adamış entelektüellere” ilgisiz, teslimiyet ve uyuşukluğa dinsel bir biçim verilerek “sabır” arkasına saklanılmakta; gelişmeleri çok hızlı sunan dijital cihazlardan oturduğu yerden izlemeye çalışmaktadır sadece.
ABD’nin politikası daima dayatma ve el koyma üzerine kuruludur: Güçlü olan her istediğini yapar ve yapma hakkına sahiptir, güçsüz olan boyun eğer veya boyun eğmek zorunda kalır. Boyunduruktan kurtulmak yılanın deri değiştirmesi gibi sancılı ve çok zordur. Bunun için mücadele ve bilgi gereklidir. Ama Ortadoğu halklarında bilgiyle donanmış bir mücadele görünmüyor. Mücadele ettiğini söyleyenler bugün en başta kendi insanlarına zarar vermekte; etnik, dinsel, mezhepsel, ideolojik ve politik “terör” batağına saplanmakta, yalnızlaşmakta ve dünyadan soyutlanmakta, daha doğru bir tanımlamayla akrep gibi kendi kendisini sokmaktadır.
Komünist hareketin yenilgisi, ulusal kurtuluş hareketlerinin tükenişi ve işçi sınıfı hareketlerinin güç kaybetmesi sonucu meydan ABD’ye kaldı.
Birey olarak isyan doluyum. Bilge insan Frantz Fanon, sanki benim bu ruh halimi biliyor ve benim ağzımdan haykırıyor: “Ötekinin hareketleri, tutumları, bakışları beni oraya sabitledi; aynı kimyasal bir eriyiğin bir boya tarafından sabitlenmesi gibi. Öfkeliydim; bir açıklama istedim. Hiçbir şey olmadı. Patladım. Şimdi parçalarımı başka bir benlik yeniden bir araya getiriyor .”
Ortadoğu kaynayan bir kazan, “öteki”nden ses yok!
ABD, “Tek Süper Güç” olmanın getirmiş olduğu rahatlık ve “güçlü her zaman ve her yerde haklıdır” anlayışından hareket ederek; dünyadaki petrol yataklarının önemli bir kısmına sahip Irak’ı, Abbasî Halifeliği’nin başkenti olan Bağdat’ı işgal etti. Bununla da yetinmeyip Ortadoğu kazanını daha da karıştırmaya niyetli.
Soruyorum: Sıra Emevî Halifeliği’nin başkenti Şam’da mı?
Ne dersiniz?
10 Şubat 2006
Ergani Haber Gazetesi