Medeniyetler Çatışması mı, İmparatorluk Hâkimiyeti mi?

okuma süresi: 4 dk.

Samuel P. Huntington, Sezai Karakoç ve Neo-Marksistler

Amerikan yeni sağının politik hatlarını çizen Harvard Üniversitesi’nde Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Samuel P. Huntington, 1993 yılında Medeniyetler Çatışması adlı yazısında: Kısaca, dünyanın Amerika ve Batı Avrupa’nın içinde yer aldığı Batı; Rusya ve Doğu Avrupa’nın içinde yer aldığı Slav-Ortodoks; Latin Amerika, Japon, Konfüçyüs, Hindu, İslâm medeniyetlerinin arasındaki etkileşim ve çatışmayla şekilleneceğini açıklamıştı. (Medeniyetler Çatışması, Vadi Yayınları, s.13–41)

Bu görüş dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Olumlu olumsuz birçok açıklama ve yazıya konu oldu.

Ünlü şairimiz ve hemşerim Sezai Karakoç da Çıkış Yolu adlı eserinde aynen S. Huntington gibi Dünyayı Batı Medeniyeti, Doğu Medeniyeti ve İslâm Medeniyeti olmak üzere üç medeniyet olarak düşünür ve bu üç medeniyet arasında sürekli bir çatışmanın olduğunu belirtir:

“Batı, temeli olan Roma’dan, dünyaya hâkimiyet ilkesini aldı. Dünyaya düzen verme ideali vardı romalıların. Bu ideali de daha çok kuvvetle ve tabii, nizam kurarak, örgüt kurarak gerçekleştirmeye çalışıyorlardı. Fakat neticede, bütün insanlığı boyunduruk altına alma ideali, esasında, insan tabiatına zıt, hakikata zıt bir idealdir. Bu sebeple, Roma’nın çöküşü, batılıların ruhlarında, şuuraltlarına geçen bir kompleks doğurdu. Yani, ondan sonraki bütün batı toplumları, hep Roma’yı gerçekleştirmek isterler. Roma-Germen İmparatorluğu, Mukaddes-Roma Germen İmparatorluğu gibi adlarla hep Roma’yı diriltmeye çalıştılar. En son, çarlık, faşizm, nazizm ve hatta komünizm de aslında Roma’nın bir başka şekilde diriltilmesi idealiydi. Fakat onlar, acelecilikle, almanların aceleciliği sebebiyle emellerine varamadılar, kavuşamadılar.

Amerika da, bir başka şekilde, yeni bir Roma gerçekleştirme olayıdır. Dikkat ederseniz, Dünyanın Yeni Düzeni deniyor. Yeni Düzen derken, yine Roma’yı, yeni Roma’yı gerçekleştirmek istiyorlar. Bu sebepledir ki, Batının ruhunda süreklice bir Sezar vardır. Bu Sezar dünyayı yönetecektir. …Amerika’da, bu biraz daha komplike bir şekilde cereyan etmektedir. Fakat netice değişmiyor. Oysa, insanlık, bütün cepheleriyle çok boyutlu, çok büyük realitedir. Yani bir Doğu realitesi var. Asya medeniyetleri var. Bir Çin, eski Çin medeniyeti var. İşte, bir de, ortada, İslâm Medeniyeti var. Bu kadar büyük medeniyetlerin sergisi olan bir dünya, sadece, hakimiyet, düzen verme iddiasıyla hakimiyet mümkün değildir. Belki bütün bu, insanlığa hakim olma, onları ezerek değil de, onların gönüllerini fethederek, onların ruhlarına hitapederek, nüfuz ederek mümkündür. İşte İslâm Medeniyeti’nin Batı Medeniyeti’nden ayrıldığı nokta burasıdır.” (Çıkış Yolu-I, Diriliş Yayınları, s.85–86)

M. Hardt ve A. Negri gibi Batılı birçok Marksist düşünür ise, Samuel P. Huntington ve Sezai Karakoç’un aksine, Dünyanın üç medeniyete bölünmediğini, bir tek imparatorluğun olduğunu; çatışmaların da medeniyetler arası değil, imparatorlukla imparatorluğun egemenliğine karşı çıkanlar arasında olduğunu yazıyorlar ve “Emperyalizm” kavramının günümüzü açıklamaya yeterli gelmediğini, emperyalizm yerine Roma İmparatorluğundan esinlenerek “İmparatorluk” kavramını kullanmayı daha doğru bulmaktadırlar. Kısaca; “Emperyalizmin aksine İmparatorluk, toprak temelli bir iktidar merkezi yaratmadığı gibi sabit sınırları ya da engelleri de tanımaz. İmparatorluk, giderek bütün yerküreyi kendi açık ve genişleyen hudutları içine katmakta olan merkezsiz ve topraksız bir yönetim aygıtıdır. İmparatorluk, değişen komuta ağları yoluyla melez kimlikleri, esnek hiyerarşileri ve çoklu mübadeleyi idare ediyor. Emperyalist dünya haritasındaki ayrı ulusal renkler İmparatorluğun küresel gökkuşağı içinde erimekte ve kaybolmaktadır.

Modern emperyalist küresel coğrafyanın değişmesi ve dünya piyasasının gerçeklik kazanması kapitalist üretim tarzı içindeki bir geçişe işaret eder. En önemlisi, üç Dünya (Birinci, İkinci, Üçüncü Dünya) uzamsal bölünmeleri öyle bir karıştı ki, sürekli olarak Birinci Dünya’yı Üçüncü Dünya’da, Üçüncü Dünya’yı Birinci Dünya’da görüyoruz; ikinci Dünya’nın yerindeyse yeller esiyor. Sermayenin önünde dümdüz bir dünya uzanıyor” tespiti yapılır.

Ve sonra da, İmparatorluğun üçlü buyruğu açıklanır:

“Emperyal stratejinin doğru formülü “böl ve yönet” değildir. İmparatorluk, en azından, bölünme yaratmak yerine var olan ya da potansiyel farklılıkları tanır, onları kutlar ve genel bir komuta ekonomisi içinde düzenler. İmparatorluğun üç buyruğu şudur: İçine al, farklılaştır, yönet.” (M. Hardt & A. Negri, İmparatorluk, Ayrıntı Yayınları, s.19 ve 214)

Üç farklı görüşü yorumsuz sundum.

Değerlendirmeyi siz değerli okuyucularıma bırakıyorum. Dünya’da olup-biteni iyi anlamamız için, bu konularda tartışma ve düşünce alış verişi yaparak bilgilerimizi olgunlaştırma görevi önümüzde duruyor diye düşünüyorum.

7 Ekim 2005
Ergani Haber Gazetesi

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.