Eskiden aile büyüklerimiz iş güç sahibi olmamız, öğretmenlerimiz ise hem iş güç sahibi olmamız ve hem de “adam” olmamız ve dolayısıyla ülke ve toplum sorunlarına katkı sunmamız için bizlere “okuyun!” derlerdi. Bu yaklaşımlar doğru, ama bana göre eksik. Bizler hem “okur” ve hem de “yazar” olmalıyız. Çünkü bizler yazma geleneğinin olmadığı bir toplumda yaşamaktayız. Hem Kürtlerde ve hem de Türklerde yazma alışkanlığı çok az, hemen hemen yok gibi.
Türkiye’nin birçok yerinde olduğu gibi Ergani’de de insanlar kahvehane, birahane/meyhane ve cami arasına sıkışmış. Bir üçgenin içine hapis olmuş. Tamam. Kahvehane de olsun, meyhane de olsun, cami de olsun; bunlara da ihtiyaç var, ama bizlerin bunlardan daha çok okumaya ve yazmaya ihtiyacımız var. Bu üçgenin dışına çıkmalıyız. Eğitimin, okumanın, yazmanın önemini kavramalıyız. Hatta sadece okumanın tek başına yeterli olmadığına inanıyorum. Hem “okur” hem de “yazar” olmadıkça, çağdaş toplumlar arasında saygın, onurlu bir yer edinemeyiz diye düşünüyorum.
Bugün fazla kitap okunmamasının birçok nedeni olduğu söylenmektedir. Kitap pahalı, zamanım yok vs… Bunlar bahane, işin kolayına kaçılıyor. Çünkü insanoğlu Süredurum Yasası gereği tembelliğe yatkındır. Dijital, görsel izlenceler, TV, DVD, CD, internet ve cep telefonundan sunulanı izlemek insanlara daha rahat geliyor. Üstelik bu cihazlar her ortamda bulunmakta ve insanlara hitap etmektedirler. Ne olursa olsun, TV’lerde dizi izlemek veya eğlence programlarıyla eğlenmek, yani “vakit öldürmek” kitap okumamanın gerekçesi olmamalıdır. Ayrıca, bir şişe viskiye 100 milyon verenlerin, bir kitaba 10 milyonu çok görmeleri veya kahvelerde saatlerce oyun oynayanların, “hiç zamanım yok” demeleri inandırıcılıktan çok uzaktır. Sorun daha derinlerde yatmaktadır bence…
Birincisi, belleklere kitap düşmanlığı ve “tek kitap” yeterlidir düşüncesi kodlanmıştır. Kuran, “oku” diye başlar. Bu “oku”ma, sadece Kuran’ı mı okumaktır? Allah, Kuran’da; “Cahillerden yüz çevir” (A’râf/199), “Sakın cahillerden olma!” (E’nâm/35), “Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim” (Hûd/46) diye buyurmuş olmasına karşın; İslâm bilgini İbni Haldun, Mukaddime adlı eserinde ilginç ve üzerinde çok düşünülmesi gereken bir olay anlatır. Bahsi geçen yanlış tutum halen de İslâm Âlemi’nde egemen bir anlayış olarak etkisini sürdürmektedir. İbni Haldun: “İslâmlar Fars’ı fethettikten sonra birçok eser ve kitaplar buldular. Ordunun başkomutanı olan Saad bin Vakkas, Müslümanlar faydalansınlar diye, bu kitapları götürmek üzere Halife Ömer bin Hattab’a mektup yazarak müsaadesini istediğinde, Ömer; ‘Bu kitapları suya veyahut ateşe atınız, çünkü Fars’ların bu kitapları hidayet yolunu gösteren ilimleri içine alıyorsa, Yüce Tanrı pek mükemmel olarak bize hidayet yolunu göstermiş, insanları azgınlığa sevkeden bilgileri içine alıyorsa, Tanrı bizi bundan korumuş olur’ diye cevap verdi. Bu suretle Fars’ların ilimleri bize ulaşmadan kayboldu” diye yazmaktadır. Kısaca, “tek kitap”, yani Kuran bize yeter deniyor ve bu nedenle İbni Haldun, Hz. Ömer için, “Tanrı onu yargılasın” diyor (MEB Yayınları, s: 570).
İkincisi, 12 Mart ve 12 Eylül rejimleri ile bu rejimlerin kuyrukları yıllarca kitap düşmanlığı yaptılar. Kitaplar toplatıldı, kitaplar yakıldı, kitaplar silahlarla, bombalarla birlikte suç unsuruymuş gibi gösterildi. İşyerinde, evinde, üzerinde kitap bulunanlar işkence gördü, gözaltına alındı, ceza aldı. İnsanlar korkudan ve can güvenlikleri için kendi ev ve kütüphanelerinde bulunan kitapları sobalarda, kaloriferlerde ve banyo kazanlarında yaktılar. Bu baskıların sonucunda toplum büyük bir sarsıntı geçirdi, erozyona uğradı. Depolitize oldu. “Televoleci” bir kültür egemen oldu. Okumayan, düşünmeyen bir toplumun temelleri atıldı. İnsanlar insanî, ahlakî, dinî ve politik değerlerini yitirdi. Güç ve para her şeye kadir; korku egemen olmaya başladı. Daha birkaç yıl önce bir “kamu” güvenlik görevlisinin ağzından şuna tanık olmadık mı: “Adam iki kitap okumuş diye dövemiyoruz …”
Bu açıklama, aydın ve kitap düşmanlığı değil de nedir?
Tabiî ki gelinen nokta içler acısı. Okuma ve kitapla ilgili farklı ülkeleri Türkiye ile karşılaştırırsak uygarlığımızın koordinatlarını da görmüş oluruz. 20 Ağustos 2005 tarihli Hürriyet gazetesinde Yalçın Doğan’ın aktardığı bilgiler bu bakımdan çok önemli. Verilen bu verilerle, bir Batılı ülkenin yanında bir de Asya ülkelerinden bir iki örnek vererek durumun vahametini göstermeye çalışacağım.
Kişi başına yılda kitaba harcanan para: Bir Norveçli yılda 100 dolarını kitaba harcarken, bir Güney Koreli 39 dolar, T.C. vatandaşı bir kişi ise yılda 45 cent (yaklaşık yarım dolar) harcıyor. Dünya ortalaması 1,3 dolardır. Yani dünya ortalamasının çok çok altındayız.
Kitap okumak için ayrılan zaman: Bir T.C. vatandaşının ayırdığı zamanın Norveçli 300 katını, Japon 86 katını ayırıyor. Dünya ortalaması, bizim ayırdığımız zamanın üç katı.
Kişi başına düşen kitap sayısı: İsrail’de 1169 kişiye bir kitap, Almanya’da 1022 kişiye bir kitap, Japonya’da 622 kişiye bir kitap düşerken Türkiye’de ise 10.600 kişiye bir kitap düşüyor.
Ders kitaplarında kavram sayısı: Amerika’da ders kitaplarında 71.618 kavram var. Japonya’da 44.224, İtalya’da 31.762, Suudi Arabistan’da 13.567 kavram var. Türkiye’de ise ders kitaplarındaki kavram sayısı 7.260. Oysa bakın, bundan yaklaşık 600 yıl önce, Musevi bilim adamı Yehutla ben Tibbon, oğlu Samuil’e sandıklar dolusu (altın değil!) kitap bırakmış ve O’na vasiyetnamesinde de ne tembihte bulunmuş:
“Sana büyük bir kitaplık bırakıyorum. Onu düzgün tut. Dolaplardaki kitapların bir listesini yap, her kitabı gerekli dolaba koy. Rafları güzelce perdele, kitapları tavandan akan sulardan, farelerden ve her çeşit zararlı şeylerden koru, çünkü kitap en büyük servetin, en iyi dostundur. Kitap dolu bir kitaplık, bir bilim adamına en güzel bir bahçeden daha güzeldir.”
Bu satırları okuyunca, dünyada her alanda Yahudi bilim adamlarının neden çok fazla olduğunu, “bir avuç” İsraillinin çölde nasıl harikalar yarattığını ve bununla birlikte; ülkece, sayıca, nüfusça, petrolden dolayı zenginlikçe, ayrıca şeyh ve evliyalar bakımından maneviyatça kendisinden çok üstün olan Araplara neden kan kusturduğunu anlamış olmalıyız.
Kitaba harcanan para az, kitap okumaya hiç zaman ayrılmıyor, kişi başına kitap sayısı çok çok az, ders kitaplarındaki kavram sayısı eksik olan bir ülkenin ufku, teknolojisi, bilimi, sanatı, insanları ve günlük ilişkileri ne kadar mükemmel olur? Takdirlerinize bırakıyorum…
***
Okuyanımız olmasa da, çok şükür yazanlarımız/yazarlarımız var. Av. Vecdi Subaşı kardeşimiz de bunlardan biridir. Geçtiğimiz günlerde Diyarıma Gidilecek Zamandır şiir kitabı çıktı. Kendisini kutlarım. Ayrıca bizlere “Sen,/Sevincim, seve seve koştuğum kerpiç evim’din/ Zülküf’üm, Abbas’ım, Eminim’din/Makam çarpsın ki,/ERGANİ YEMİNİM’din” dizeleri gibi özlem dolu, Ergani ile ilgili güzel şiirler yazdığı içinde teşekkür eder ve başarılarının devamını dilerim.
14 Ekim 2005
Ergani Haber Gazetesi