“Kadınların gözüyle iş görme. İmkânı varsa, onları ölüden say.
Kadınların akılları ve imanları eksik olduğu halde, erkekler onlara neden uyarlar.” -Nasır-ı Husrev
XI. yüzyıl İslam “bilgin”lerinden Nasır-ı Husrev, Saadet-Name adlı eserinde böyle yazıyor (MEB Yayınları, s.12).
Ve sadece Nasır-ı Husrev değil, hemen hemen tüm İslam “bilgin”leri benzer şeyler söylemektedir.
Örneğin:
-Şeyh Sadî-i Şirazî, Gülistan adlı eserinde; “Kadınlara danışmamalı” diye fetva vermektedir (Timaş Yayınları, s.202).
-Molla Camî, Baharistan adlı eserinde; “Kadına güvenme, güvenilir kabilinden olsa bile itimad etme” demektedir (Timaş Yayınları, s. 46).
-Ferîdüddin-i Atar, Pendname adlı eserinde; “sakınılması gereken dört şey”yi sıralarken, “Birincisi kadınlardan vefa ummaktır ki, bu sâf insanlar için büyük hatadır” demektedir (MEB Yayınları, s.34).
-Firdevsî, Şahname’sinde; “Dünyada en iyi kadın, anasından doğmayandır!” dedikten sonra, “Kız sahibi bir baba, padişah da olsa, talihsizdir!” demektedir (Şahname-III, s.184 ve Şahname-IV, s:333, MEB Yayınları).
Ve çok “hoşgörülü” Mevlâna, Mesnevî’sinde; “Kadınlarla meşverette bulunun, ne derlerse aksini yapın. Şüphe yok ki onlara aykırı hareket etmeyen helâk oldular.” Ve ardından “Kadında hayvan sıfatı üstündür. Çünkü kadının renge, kokuya meyli vardır” diyerek erkekleri uyarmaktadır (Mesnevi-I, s.237, Mesnevi-V, s.203, MEB Yayınları).
Bu görüşler, İslâm Dünyası’nda egemen olan görüşlerdir ve toplumu halen derinden de etkilemeye devam etmektedir. Oysa sosyoloji denilen toplum biliminden ve birçok toplumsal tarih ve hele toplumsal mücadeleler tarihi çalışmalarından öğrendiğimize göre, çok eskiden, toplumda liderlik ve yönetim kadınlara aitmiş. Anaerkil olarak isimlendirilen bu dönemde çocuk babaya değil, anaya aitmiş; babanın çocuk üzerinde hiçbir hakkı bulunmazmış. Evin içinde, köyde, kentte, devlet yönetiminde yani her yerde egemenlik kadınlardaymış. Kadınlar, sonradan, Engels’in deyişiyle “erkeğin proleteri” olmuştur.
Müslüman bir ülkede; erkeklerin egemen olduğu, erkeklerin yönetsel, düşünsel ve biyolojik olarak iktidarda olduğu, ekonomik ve sosyal geri kalmışlığın hüküm sürdüğü, yer yer feodal ilişkilerin hâkim olduğu ve Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelerde kadınlar üzerindeki baskı ve ayrıcalık daha da katmerlidir.
Bizler, kadınların eşit haklara sahip olmalarına, sosyal ve politik yaşamda önde olmalarına hiç dayanamayız. Kadınların önde olması, önde gitmesi uğursuzluk ve kudumsuzluktur. İslam âleminde ve tabi Kürtlerde, yolda gidilirken bir kadının önünden gitmesine ya da arkadan gelip kendisini geçmesine, önünde yürümesine veya yolda yürürken kadınların erkeklerin önünü kesip, karşı tarafa geçmelerine tahammül edilmez: Uğursuzluk sayılır, huylanılır ve tepki gösterilir. Kadın dediğin daima erkeğin arkasında gitmeli. Kadının önde gitmesi kıyamet alâmeti sayılır. Böylesi bir durum İslamî ve feodal değerlere tümden terstir.
Bizler, eşeğin arkasından, av köpeğinin arkasından, öküzün arkasından gitmeye alışkınız. Ama kadının arkasından gidemeyiz: Şık değildir! Eşek itirazsız yük taşır; köpek veya tazı ava koşullanmıştır, isteneni yapar; öküz boyunduruk altında gücünü kuvvetini hizmetimize sunar. Oysa “saçı uzun, aklı kısa” ve “kaşık düşmanı” diye hor görülen kadın birçok şeye itiraz eder, beğenmez; özgür olmak ister, baskı istemez; çok konuşur, çenesi durmaz. Bellekte kayıtlı bu ve buna benzer şeyler “hakiki” erkeklerde kadınlara yönelik tepkilere neden olur. Nazım Hikmet bu nedenle, “Kadınlarımız” adlı şiirinde, kadınların “soframızda sarı öküzümüzden sonra yer”lerinin olduğunu yazmaktadır.
Davranışlarımızı belirleyen şeyin belleğimizdeki kavramların sayısı, türü ve sahip oldukları enerji seviyesi olduğunu düşünürsek, kadınlara karşı hoşgörüsüz olduğumuzun nedenini daha iyi anlarız. Toplumumuzun yarısını oluşturan erkekler, kötü insanlar değildir. İnsanlar, olay ve olgular karşısında sahip olduğu kavramlara göre davranış gösterir. Bir kadının kenara çekilip yol vermemesi durumunda, erkeklerin beyini harekete geçerek; kaşları çatılmaya, gözleri dönmeye, çenesi çalışmaya, ağzı laf yapmaya başlamasının bir nedeni de sahip olduğumuz kavramlardır derim.
Cumhuriyetle bazı temel haklar verilmiş olsa da, bu haklar emek verilmeden, mücadele edilmeden ve içselleştirmeden verildiği/alındığı içindir ki, kadir kıymeti az bilinmekte ya da bunların öneminin farkına geç varılmaktadır. Oysa kadınlar erkekler kadar özgür olmadıkça, toplumun sosyal ve ekonomik yönden gelişmesi ve istenen çağdaş seviyeye çıkması mümkün değildir. Ayrıca, kadınların katkısı olmaksızın dünyanın değiştirilmesi ve dönüştürülmesi de mümkün değildir.
Kadının görevi sadece kocasının rahatını sağlamak ve çocuk doğurmak olmamalı!
2 Aralık 2005
Ergani Haber Gazetesi