“İyi bir düzen olsaydı dünyada,
Doğru tartılsaydı insan onuru,
Dünya sevilen dünya olurdu.
Erdemli insanlar kalmazdı bir köşede.” -Ömer Hayam
İnsan neden acı çeker?
Bence insan bedeninde, yüreğinde ve vicdanında acıyı hissettiğinde, acı çeker. Eğer bir insan sosyal, siyasal, ahlâkî, dinî değerlerini yitirmişse, dünya yansa onun umurunda olmaz! Cansız bir nesne nasıl bütün devinimlerden yoksun kalıyorsa, acı çekmeyen bir kimsede tüm duygulardan yoksun kalır. Çünkü duygularını yitirmiştir. O, her türlü dış etkiye karşı duyargalarını kapatmıştır veya duygularını öldürmüştür. Ne sevgilisini, ne eşini, ne çocuklarını, ne ailesini, ne insanları, ne hayvanları ve ne de ağaçları/çiçekleri, gülleri ve yurdunu sever. Bu tip insanlar; seven gençlerin kavuşamamasından, çocukların yeterli beslenememe nedeniyle ölmesinden, sağlıklı konutların yapılmaması sonucu depremlerde binlerce insanın ölmesinden, ülke zenginlikleri talan edildiğinde ya da adil dağıtılmadığında, en basitinden parasızlıktan ilaç alamayan bir hastanın ölmesi karşısında veya insanların ana dillerini konuşamaz durumda olmalarından yüreklerinde hiç acı hisseder mi? Tövbe!
İnsan çeşitli nedenlerle acı çeker. Kısaca;
1. Açlık, susuzluk, hastalık ve yaralanma; dayak ve işkence; diken batması, acı biber yeme gibi iç ve dış fiziksel etkiler nedeniyle acı çeker.
2. Sevdiklerini yitirdiğinde, aşk vurgunu olduğunda, başarısızlıklarında, yapmak istediği şeyleri yapamadığında, olaylara ve olgulara veya kafasına takılan şeylere yanıt bulamadığında, savaş veya rüşvet gibi onaylamadığı veya sel, deprem gibi üzüntülü olayların olmasında acı çeker. Duygusal zedelenme içine girer. Yani psikolojik ve duygusal nedenlerle acı çeker.
Bana kalırsa en büyük acıyı çaresiz kaldığımızda çekeriz. Einstein: “Genç yaşta insana acı gelen ama olgun çağda tadına doyum olmaz bir yalnızlık içinde yaşıyorum” diye yazsa da, yalnız kalan insanların da çok acı çektikleri bir gerçektir!
Düşünen insanların, aydınların çektiği acılar ise, iki türdendir diyebilirim:
Birincisi, beyin hücrelerinin ısınması, yanması sonucu, yani iç etkiler sonucu acı çekerler. Bu acı daha çok vücut kimyasıyla ilgili bir acıdır.
İkincisi ise, egemen güç veya güçlerin uyguladığı baskıcı politikalar sonucu baskı, işsizlik, sürgün, yerinden-yurdundan ayrılma, hapis, ölüm gibi korkunç acılara maruz kalmaları, yani dış etkiler sonucu fiziksel ve ruhsal olarak acı çekerler. Örneğin; Galileo Galilei, “Dünya dönüyor” dediği için, Hallac-ı Mansur, “Ene’l-Hak”, yani Ben Hakk’ım dediği için, İsmail Beşikci “Kürtler vardır” dediği için; ve de direndikleri için bu erdemli insanlar acı çektiler, tutsak edildiler; beyin hücrelerinin ısınmasına, yanmasına katlandılar; “sevilen bir dünya” için ve özgürlük adına direndiler.
Bu örneklerde de görüldüğümüz gibi özgürlük, direnmedir; ama bilgili direnmedir. Yoksa “özgürlük her mevsim ve her iklimde açan çiçek değildir; ama ihtiyaç duyulduktan, köleliğe tepkiler başladıktan sonra solan güle hiç benzemez; sürekli canlı kalır. İnsanlar ve toplumlar; ihtiyaç duymaları, köleliğe tepkileri sonucu, göreceli olarak, özgürlüğe koşarlar”, kavuşurlar.
MÖ. 7.000’li yıllardan günümüze kadar, gelip-geçen ve yıkılıp tarih olan kavimlere, uygarlıklara, milletlere, devletlere baktığımızda, tarihin tüm devir, devran ve zamanlarda savaşın, talanın, yağmanın, açlığın ve de insan kırımlarının tarihi olduğunu görürüz. Belki biraz Nietzsche varı olacak ama, toplumların tarihi çekilen acıların tarihidir diyebilirim.
Bedel ödenmeden, acı çekilmeden bir şeyin kazanılması, elde edilmesi mümkün değildir. Türkiye’de hak ve özgürlük için mücadele verenlerin, direnenlerin acı çekmesinin bir nedeni de bundandır.
Acıya katlanılmadan, direnmeden özgürlüğe kavuşulamaz!
22 Temmuz 2005
Ergani Haber Gazetesi