Ergani’de Şarapçılık Yeniden Canlandırılamaz mı?

okuma süresi: 7 dk.

“Şaraba vuran ışık, sâkinin ışığıdır. Şarap, bu ışıkla coşar, köpürür, oynar, kuvvetlenir!
Gayri sen o şaşkına sor: Sen şarabın bu halini ne vakit gördün?” -Mevlâna

Şarapçılık Ergani’de çok eskilere dayanır. Tarihi belge ve kitaplar böyle söylüyor.

Yavuz Sultan Selim ve Kanunî Sultan Süleyman dönemlerinde ayrı ayrı çıkartılan Ergani Sancağı Kanunnâmeleri‘nde bile şarap satışlarına ilişkin yasal düzenlemeler yapılmıştır. Örneğin, “Ergani re’âyâsı bağlarından elde ettikleri şarâbları yükleyip satmağa götürse, at ve katır yükünden iki Hasanbeğî vergi alınır ve merkep (eşek) yükünden bir Hasanbeğî ki, her yükünden iki Osman akçesi olur” diye, ferman buyrulmuştur. (Doç. Dr. Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri 3. Kitap, Fey Vakfı Yayınları s. 475)

Evliya Çelebi meşhur Seyahatnamesi’nde; “Ergani üzümü ve şırası gayet meşhurdur” diye yazmaktadır. (Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Cilt III-IV, Üçdal Neşriyat, s. 433)

1612 yılında Ergani’ye gelen Ermeni Seyyah Tıbır Simeon, seyahatnamesinde; “ikram edilen koyu ve tatlı Ergani şarabından bir bardaktan fazla içemezsiniz. Gerçekte Türkiye’de üç cins şarap, Bulduk, Ankara ve Ergani şarapları geçerlidir” diye yazmaktadır. (Simeon, Tarihte Ermeniler, Çiviyazısı Yayınları, s. 164)

Coğrafyacı ve din adamı Ğugas İnciciyan, 1808’de hazırladığı 11 ciltlik Dünya Coğrafyası’nda; “Arğıni’nin çok verimli bağları vardır. Bir bağ kütüğü bir yük üzüm verir, bazen de daha fazlası. Bir salkım 2 ve de 3 oka çeker. Şarabı siyah olup bol ve seçkindir. Kilden kaplarda saklarlar ve buradan çevre yörelere, özellikle Amit’e götürürler. Arğıni’nin içinde okkası 4 paraya satılır” diye, açıklamaktadır. (Aşkharakrutyun, Çorits Masants Aşkharhi, 1808 Venedik, s. 240-243)

William Heude de, İran Körfezi’ne Yolculuk ve Hindistan’dan İngiltere’ye Kıtalararası Seyahat kitabında; Ergani, “şaraplarıyla ünlüdür. Buranın asma bağlarının çok çeşitli olduğunu fakat, ünlü Burgundy baskılarının belirtmekten gurur duyacağı gibi, sadece küçük bir testi dolusu, mis kokulu kırmızı şarap verebildiklerini öğrendim” diye tarihe not düşmekte. (Aktaran: M. Şefik Korkusuz, Seyahatnamelerde Diyarbekir, Kent Yayınları, s. 91)

Pars Tuğlacı da, Osmanlı Şehirleri adlı eserinde: “XVIII. Yüzyılın başında, şarabın kullanılması ve alınıp satılması, şer’en yasak olduğu halde Ergani Kazasından her Cumartesi günü Diyarbekir’e ikişer-üçer yük şarap satılıyordu. Bu durum padişahın emriyle yasaklanmıştır” diye yazmaktadır (s.120).

Hemşerimiz Şerafettin Güneli ise, Bütün Yönleriyle: ERGANİ adlı kitabında; “Eskiden şarabi üzüm bağları çok olduğundan çok nefis şaraplar yapılırmış. Rivayet edildiğine göre senede 7000 okka şarap katırlarla Rus Çarının Kremlin sarayı ihtiyacını karşılamak üzere Rusya’ya satılırmış” diye yazmaktadır (s. 8).

Böylesine kanunlarda, seyahatnamelerde, kitaplarda geniş yer alan ve övülen Ergani şarabı ve o güzelim üzümlerimize peki ne oldu!?

Abdullah dedemin evindeki kilerde kilden yapılmış kocaman küpler vardı. Bu küplere “şarap küpü” derlerdi. Neden şarap küpü? Sofibekirlerin lakaplarından da belli olduğu gibi şarap yapmaları düşünülemez. Bu kocaman küplere şarap küpü denilmesinin nedeni, Ergani’de eskiden şarap yapımının çok yaygın olmasına paralel kocaman küplerin yapılışından kaynaklandığını düşünüyorum. -Dedemler kilerlerindeki bu küplere tohumluk buğday ve arpa bırakırlardı, farelerden ve diğer haşerelerden korumak için.- Ve yine eskiden Hilar ve Kılleş köylerinde ve Zülküf Dağı’nın eteklerinde çok geniş, başta şarap üzümleri olmak üzere çok güzel üzüm bağları varmış ve bağcılık çok ileri bir durumdaymış. Hilar mağaraları şarap mahzeni olarak kullanılırmış edindiğim bilgilere göre.

Ben derim ki, madem eskiden çok iyi şarap yapılıyormuş, çok iyi üzümlerimiz varmış; demek ki topraklarımız bu iş için uygundur. O halde, neden yeni iş ve istihdam alanları yaratmıyoruz, neden ürün ve hizmet yarışında gerçek yerimizi almıyoruz, neden Ergani’de kişi başına düşen gayrı safi hâsılayı artırmıyoruz?

İşe üzüm asmalarını, tevekleri ekecek yerleri belirlemekle başlanabilir. Önce toprak analizleri yapılmalı, arazilerimize uygun üzüm çeşitleri saptanmalı. Şaraplık üzüm fidanlarının, asmalarının dikimine başlamadan, şarap üretici firma ve işletmeleriyle görüşüp, anlaşarak, onlardan toprağımızın cinsine uygun fidanlar alarak, usul ve tekniğine uygun bağcılıkta yeni bir sayfa açabiliriz. Ermenilerin bu işteki ustalığını kendimize örnek alabiliriz. Çünkü geçmişte bunu çok iyi yapanlar varmış. 1960’lı yıllarda Doşo Hanifi, Ermenilerden sonra Ergani’de en iyi şarap yapanların başında gelirmiş. Onun tahta fıçılarda yaptığı şaraplar, Fransızları bile mest ediyormuş. Anlatılanlara göre Fransızlar, o zaman Diyarbakır’da askeri ve sivil hava alanı inşaatını yapmaktadırlar. Ergani’den Doşo Hanifi’nin şarabını kim Fransızlara götürürse, hemen Fransızlar onu işe alıyormuş. İşe girmenin rüşvet aracı Doşo’nun şaraplarıymış yani.

“Cam incelince şarap da incelir”.

Benim şarap ve şarapçılık üzerinde burada uzun uzadıya durmamın nedeni; öyle çok fazla şaraba meftun, vurgun oluşumdan değil. Bu konuyu ele alışımın nedeni, yazılı yerli ve yabancı birçok kitap ve belgelerde Ergani’nin bağlarından, güzel üzümlerinden, şarabının çok kaliteli ve meşhurluğundan, şarapçılıkta ileri olduğundan söz edişleridir.

Bunlar eskidendi. Bu işleri de eskiden kapı komşumuz olan Ermeniler yapmaktaydı. Ermeniler “gidince” veya gitmek zorunda kalınca Ergani’nin tarım, zanaat, sanat ve ticaretinin çok büyük zarar görmesinin yanında, üzüm üretimi de geriledi, şarapçılık da tümden öldü.

Bu yazılanlar bize şunu gösteriyor; demek ki, Ergani’nin geniş arazileri bağ ekimine ve üzüm bağlarının gelişmesine uygundur. Tarihte bu denenmiştir. Devlet, firmalar ve üreticiler elbirliği yaparak tekrar kaliteli şarapçılık ve şarap yapımına uygun üzüm yetiştiriciliğini başlatabilirler. Bağcılık ve şarapçılık sayesinde işsizlik kısmen önlenir, ekonomik yaşam canlanır. İnsanlar boş gezmekten kurtulur.

Bunları birer düş ve fantezi olarak düşünmeyin. Denemekte yarar var. Bırakalım ilçeleri, illeri, bugün birçok ülke şarap ve şarapçılıktan çok iyi gelir elde etmektedir. Bazı ülkeler de şarabı bir meta ürünü olarak ihraç etme, ondan bu şekilde gelir elde etmenin ötesinde; şarap bağları, şarap evleriyle ülkelerini turistleri çeken birer çekim merkezi durumuna getirerek sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmelerine muazzam katkıda bulunmaktadırlar. Fransa bu ülkelerin başında gelmektedir ve Amerika’da San Fracisco’daki Napa Vadisi “şarap ülkesi” olarak anılmaktadır.

Ergani, yeşil bağları, temiz ve kaliteli şarap mahzenleri ve otantik şarap evleriyle yerli ve yabancı turistler için bir çekim merkezi olabilir. Ve bu iş için Hilar Mağaraları düşünülebilir. Şaraplık üzüm asmalarının tekniğine uygun dikimi, bakımı ve ürün pazarlaması ile şarapçılık ve şarap üzüm üreticiliği Ergani’nin gelişiminde bir kaldıraç görevi görebilir.

Olmaz demeyin! Bal gibi olur: Yeter ki, isteyelim.
***
Hz. Nuh ilgili anlatılan güzel bir söylence var. Hz. Nuh, bir gün keçisinin çok neşeli olduğunu görür. Keçinin neşeli halinin günlerce devam ettiğini görünce, merak edip keçisini takip eder. Keçinin neşeli halinin yediği meyveden olduğunu tespit eder. Meyveyi tadan Nuh Nebi, hayatı pespembe gösteren üzüm suyuna müptela olur. Ne var ki, Nuh’u mutlu gören Şeytan, onun neşesini kıskanarak, alevli nefesiyle asmaları kurutur. Nuh üzüntüsünden yataklara düşünce şeytan insafa gelir. Asmaları canlandıracaktır, ama bir koşulu vardır. Üzüm asması, Nuh’un hayvanlarından yedi tanesinin kanıyla sulanacaktır: Aslan, kaplan, köpek, ayı, horoz, saksağan ve tilki kurban olarak seçilir. Açılan üzüm kökü, bu hayvanların kan karışımıyla sulanır. Ve, bitki bir yıl sonra tekrar canlanır meyve vermeye başlar. Derler ki, şarapla sarhoş olan kimsenin, kâh aslan gibi cesur, kaplan gibi yırtıcı, ayı gibi kuvvetli, köpek gibi kavgacı, horoz gibi gürültücü, tilki gibi kurnaz, saksağan gibi geveze olması bundandır. Daha başka söylenceler de var.

Bizler, şarabın içkiden öte, bir kültür olduğunu unutmayalım. Bilge insanlar bu nedenle şaraptan hep övgüyle söz ederler.

Gül ve asma insanlarda güzel duygular yaratır. Gül ruhumuzu, şarap damarlarımızdaki kanı kaynatır. Şarap üzümün kanı, şişedeki canıdır. İçtikçe ateş olup yüreği dağlaması ateşten hamile kalmış olmasındandır.

Sevgiliye bir demet kırmızı gül ve bir bardak kırmızı şarap sunmak kadar güzel daha ne olabilir?

Bakın ünlü Alman şairi ve bilge insan, Goethe; “Hatırlayış” adlı şiirinde ne güzel içini dökmektedir:

Asmalar yeniden çiçeklenince
Köpük köpük olur şarap fıçıda;
Gül dalı kızarıp renklenince
Ne hal olur bana bilemem bunu.

16-23 Aralık 2005
Ergani Haber Gazetesi

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.