Dünyada ve bölgemizde çok önemli gelişmeler yaşanmakta.
Amerika Birleşik Devletleri, bu gelişmelerin baş aktörüdür. Gelişmelerin hızı, kapsamı ve zamanı ABD’ce tasarlanmış ve “Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi GOP“la belirlenmiştir.
Bu gelişmelerin ana nedeni petrol müdür?
Olaylara petrol açısından baktığımızda, günümüzde petrolün stratejik öneminin hiç azalmadığını ve giderek arttığını ve geleceğin büyük bir sorunu olarak da ortada durduğunu görürüz. Günde 80 milyon varil petrol tüketen dünyamızın 20 yıl sonraki tüketiminin günde 120 milyon varili bulacağı bildiriliyor. Yeryüzünün petrol kaynakları, böylesine artarak büyüyen ihtiyacı ne zamana kadar karşılayabilir?
Yoksa ABD bu projeyle dünyayı denetim altına mı almak istiyor?
Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi’nin kapsadığı coğrafya, Fas’tan başlayıp Çin sınırına kadar gidiyor. Bu alanın içine giren Ortadoğu, Hazar Denizi Havzası, Güney Kafkasya ve Orta Asya’da dünya petrol kaynaklarının yüzde 69’u bulunuyor. Batı ve Kuzey Afrika’daki yataklarla birlikte bu oran yüzde 80 dolayına ulaşıyor. Öyleyse bu proje, Avrupa Birliği, Japonya ve Çin’deki tüketim artışının gelecek 20 yılda en az 10 kat olacağını da göz önünde tutan ABD’nin, 22 ülkenin bulunduğu bu büyük bölgeyi, başka bir ifadeyle “Dünya Enerji Kaynakları Kuşağı”nı denetim altına alma girişimi midir?
Benzer sorulara yanıt ararken, ABD’nin bugünkü durumunu da irdelemenin gerekliliğine inanıyorum. Önce, dünyada bir “süper veya hiper güç” olmanın şartlarını hatırlayalım. Bu konuda, esas itibarıyla, üç temel kriter gerekmektedir. Bunlar:
1. Ekonomik üstünlük,
2. Ekonomik güçle oluşturulan askerî üstünlük,
3. Ekonomik ve askerî üstünlükten güç alan siyasî üstünlüktür.
Günümüzde ABD, dünya üretiminin yüzde 26’sını tek başına oluşturan, dünya tüketiminin yüzde 28’ini kullanan, gerçek bir “ekonomik dev”dir. Yine ABD, bu ekonomik güce dayanarak, dünyanın en büyük “askeri gücü”nü oluşturmuş durumdadır. Bugün dünyadaki 200’e yakın devletin yıllık savunma harcamalarının toplamı yaklaşık 750 milyar dolardır. ABD’nin 2004 savunma bütçesi ise, tek başına 435,5 milyar dolar. ABD, işte böylesine çok büyük ekonomik ve askerî gücü arkasına almış yürüyen bir “siyasi güç”tür: Hem de tek gerçek “hiper güç”.
Stratejinin temel kurallarındandır: “Bir güç oluşturduğunuzda, o güç sizi, kendisini kullanmaya zorlar.” Madelenie Albright, bunu şöyle açıklamaktadır: “ABD, mademki bu kadar güçlü bir ordu oluşturdu, onu gerektiği şekilde kullanması doğaldır.”
Sonuçta, bu düşünce bir grup “güçlü” Amerikalıda şu inancı oluşturdu: “Mademki en güçlü biziz, o zaman her şey bizim hakkımızdır.” Bu düşünce ve inanç, 1990’da Sovyetler Birliği’nin dağılması ile tam bir uygulama fırsatını yakaladı. Bu durum, 1991’de başlayıp 1997’de kristalize olan “XXI.yy.’ı Amerikan Yüzyılı Yapmak Projesi”ni uygulamaya konulmasını sağladı.
Bu “güçlü” Amerikalılar 2000 yılı seçimlerinde aradıkları siyasi aracı buldular ve söz konusu projeden yeni bir doktrin oluşturdular. Başkanlarının adını taşıyan bu doktrin; “Hedef ülkeleri, tehdit yeteneği kazanmadan vur” olarak sloganlaşan şu dört amaca yöneliktir:
• ABD askeri gücünün, gerektiğinde nükleer silah kullanmak da dâhil hedeflerin ele geçirilmesinde kullanılması,
• Herhangi bir uluslararası anlaşma veya uluslararası örgütün Washington’un kararlarının reddi,
• Herhangi bir stratejik rakibin ortaya çıkmasını, her yola başvurarak engellemek,
• ABD’nin siyasal çıkarları için, askerî ve siyasî gücünü açık bir şekilde, ortaya koymak.
Bu düşünceler, sadece dokümanlarda kalmamış, bizzat Başkan Bush tarafından da açıkça ifade edilmiştir. 26 Şubat 2002’de Washington’da elit bir topluluğa bu düşünceyi şöyle özetlemiştir: “Tarihin geri kalanı, bizim tarafımızdan yazılacaktır.” Yine, aynı yılın Haziran ayında West Point’te ABD Kara Harp Okulu’nda yaptığı bir konuşmada da: “Amerika, pazarlığa tabi olmayan ve gerekleri tüm insanlıkla örtüşen, tartışmasız ahlaki yükümlülüklerin yönlendirdiği ilahi bir ulustur.”
Bu beyanlara ilave olarak, daha anlamlı ve objektif bir tanımlama Bush’un Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice tarafından yapılmıştır. Temmuz 2003’te Washington Post’taki bir makalesinde, niyet ve maksatlarını açıkça ifade etmiştir: “Fas’tan Çin sınırına kadar, 22 ülkenin siyasi ve ekonomik coğrafyasını yeniden düzenleyeceğiz.”
Bu beyan ve açıklamalar, Amerika’nın niyet, amaç, stratejisini çok iyi açıklamakta ve nasıl bir gelecek tasarladığını ortaya koymaktadır.
Ayrıca, burada akılda tutmamız gereken bir şey de, Fas’tan Çin sınırına kadar ülkelerin siyasi ve ekonomik coğrafyası yeniden düzenlenirken, bu düzenlemenin “kilit taşı”nı “Kuzey Irak”ın veya başka bir ifadeyle “Güney Kürdistan”ın ve daha geniş anlamıyla da Kürtlerin oluşturacağıdır.
(Devamı haftaya…)
Yazının devamı: ABD ve Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (2)
21 Ekim 2005
Ergani Haber Gazetesi