Dünyanın dört bir yanında ABD ile ilgili olumlu olumsuz birçok şey söylenmekte, yazılmakta ve eylemler yapılmaktadır. Ben kişisel olarak bu yapılanların-edilenlerin çoğunun bilinç ve bilgiden yoksun olduğuna inanmaktayım. Uluslararası gelişme ve yaşanan olayların diyalektiği iyi kavramadan gösterilecek her tepki, tenekelerle kuru gürültü yaparak karga kovalamaya benzer.
Bugün Doğu Avrupa’da, Ortadoğu’da, Kafkaslarda… velhasıl dünyanın her yanında çok önemli olaylar olmakta ve ilginç gelişmeler yaşanmaktadır. Doğru politikalar üretmemiz için bu olaylara ve gelişmelere derinlemesine bakmasını bilmeliyiz; Amerika’yı çok iyi tanımalıyız. ABD’yi iyi tanımadan, dost veya düşman olduğunu veya dünyaya çeki düzen vermeye çalışan kötü bir “Şerif” olduğunu nereden bileceğiz?
Ben, ABD’yi iyi tanıma konusunda üç örnek vererek, kısaca olsa da, olayın derinliğini sizlerle paylaşmak istiyorum. Laiklik, türban, İmam Hatipliler ve Kur’an kursları ile uğraşacağımıza, bu örnek ve benzeri verileri iyi incelememiz halinde ABD’nin gücünün nereden geldiğini daha iyi anlamış oluruz diye düşünüyorum.
Birincisi, bundan yaklaşık 100 yıl önce ABD’li Cumhuriyet Partili Senatör Albert J. Beveridge, 16 Eylül 1898’de yaptığı bir konuşmada bakın neler söylemektedir: “Bugün tükettiğimizden çok üretiyoruz, işten çok işimiz, yatırılandan çok sermayemiz var… Dolaysıyla ürünlerimize, sermayemize, emeğimize yeni pazarlar bulmak zorundayız. (Yeni egemenlik alanlarının katılımıyla) sadece bir ticaret artışı değil, Devletimizin imparatorluğu da başlamış olacaktır… Ticaretimiz yayıldıkça özgürlük bayrağı yerküreyi ve okyanusun yollarını kuşatacak ve silahlarımızın bekçiliğinde bütün insanlık bayrağımızı selamlarken özgürlük ve uygarlığın şafağı da sökecektir.
Amerika halkı tüm dünyaya hak ve şerefi öğretecektir. Biz dünyadaki görevimizden kaçamayız… Kaderin bize görev verdiği hiçbir yerden, orayı özgürlük ve uygarlık adına kurtarmaktan kaçınmayız. Tanrının vaadi yerine gelecek ve bayrağımız tüm insanlığın sembolü olacaktır .” (Aktaran: Erdal Yavuz, Radikal -2 Mart 2003)
İkincisi, Stanford Üniversitesi’nin yaptırdığı bir kamuoyu araştırmasında ise, Amerikalılar, bakın geldikleri aşama ve kendilerine ilişkin nasıl bir değerlendirmede bulunuyorlar: “Biyolojik ve tıp bilimiyle yaşlılığı durdurmayı biliyoruz. İnsan hayatını nasıl uzatacağımızı da öğrendik. İnsanları artık kopya edebiliyoruz. İnsan hayatını yaratabiliyoruz. Üstün askeri teknolojiyle, askerlerimiz ölmeden savaşları kazanabiliyoruz. Dünya Bankası ve IMF kanalıyla dünya ekonomisinin kontrolü elimizde bulunuyor. Küresel ekonomideki serbest ticaretin patronuyuz. Küresel demokratikleşmede dünya ülkelerinin hükümetleri artık bizim kontrolümüzde. Bugüne kadar Allah bize hep yol gösterdi. Artık Allah’a ihtiyacımız yok .” (Aktaran: Ali Şen, Star-13 Ocak 2003)
Peki, bizde ve bizim gibi ülkelerde neler yapılmakta?
Bizde ise tam tersi gelişmeler yaşanmakta veya yapılmaktadır. Ünlü İslam bilgini İbn Haldun, günümüzden yaklaşık 627 yıl önce kaleme aldığı Mukaddime adlı eserinde sanki bugünün İslam âlemi veya doğu toplumlarının yöneticilerini anlatmaktadır. Okuyalım: “…Hükümdarlığı elde ettikten sonra, hükümdarlar zorluklara katlanmayı bırakarak rahatlık ve sükûnet içinde dalmayı ihtiyar ederler. Büyük yapılar ve saraylar yapmaya ve güzel giyimler giymeye başlarlar, böylece onlar devlet ve onun servetlerinin meyvelerinden faydalanırlar, kurdukları saraylarına sular akıtırlar, bahçeler ve havuzlar vücuda getirirler. Bu suretle dünya rahatlarına dalarlar, rahatlığı zahmet meşakkatlere tercih ederler. İktidarları dâhilinde giyimlerinin incelik ve nefîsliğine, yemeklerinin güzelliğine, tabak, çanak yataklarının hoşluğuna önem verirler. Bunlara alışırlar, nesilleri, oğul ve torunları ata ve babalarından bunları tevarüs ederler, Tanrı bunların hâkimiyet ve devletlerinin sonra ermesini ve yıkılmasını takdir edinceye kadar onlar bu yaşayışlarına devam ederler. ” (Mukaddime-I, MEB Yayınları, s.425–426)
627 yıl önce, bu şekilde “çalışma” ve “yönetme” ilke edinilmişse, bugün neler yapmaktadır varın siz düşünün? Ha, iktidarda olanlar böyle de, muhalefette olanlar ve daha çok da Kürt yurtseverlerinin, sosyal demokratların, sosyalist ve komünistlerin durumu çok mu farklı? Hayır. Az gelişmiş veya gelişmekte olan, daha doğrusu tüketimle üretimin denk olmadığı ülkelerde muhalefet, yapı ve davranışlarıyla iktidarların simetriğidir.
Son, üçüncü örneğimiz İstanbul’dan. 10–17 Ağustos 2003 tarihleri arasında İstanbul’da Dünya Felsefe Dernekleri Birliği (FISP)’in düzenlemiş olduğu 21. Dünya Felsefe Kongresi’nde günde 40 oturumun yapıldığı, 1.600 felsefecinin bir araya geldiği ve katılımcıların çoğunu ABD’li felsefecilerin oluşturduğunu; kongrede din felsefesi, sosyal bilimler ve felsefe, bioetik gibi konu başlıklarının ele alındığı, tartışıldığı ve en fazla ilgiyi küreselleşme, insan hakları, terörizm gibi konuların gördüğünü basından izledik.
Peki, Müslüman ülkelerin felsefecileri nerede?
Şeyhlerinin veya parti liderlerinin dizinin dibinde keramet beklemede mi? Ne dersiniz?
***
Bizim gibi ülkelerin şaşaalı yaşamla, devleti soyup soğana çevirmeyi marifet edinmiş siyasî ve askerî seçkinleriyle, “Büyük Ortadoğu Projesi” diye sunulan BOP’u veya daha geliştirilmiş ismiyle “Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi” GOP’u anlama ve bu projeyle ilgili politikalar geliştirmesi mümkün mü? Hâşâ! Oysa “önleyici vuruş” doktrini, sınır ve rejim değişiklikleri, yeni tehdit algılaması ve daha birçok yeni politik ve güvenlik kavramı, ABD için yeni hamlelerin stratejik zeminini oluşturmaktadır. Afganistan ve Irak’ı da içeren Avrasya coğrafyası bu yeni hamlelerin satranç tahtasıdır. Bu bağlamda, Türkiye’nin “model ülke” ve askeri açıdan da “mızrak ucu ülke” olma durumu tartışmaların odağını oluşturmaktadır.
9 Eylül 2005
Ergani Haber Gazetesi