“Ve İsa halkı yanına çağırıp onlara dedi: Dinleyin ve anlayın; ağza giren insanı kirletmez; fakat ağızdan çıkan şeydir ki, insanı kirletir.”-Kitabı Mukaddes, İncil, Bap 15/10, s: 17.
Her şey bir lokma için, nedir bu boğazın elinden çektiğimiz?
Başta gelen temel içgüdülerimizden biridir yeme-içme; yani beslenme. Bu durum, hayatidir. Nasıl ki barınma ve neslimizi devam ettirmek için bir uğraş veriyorsak, beslenme içinde aynı şekilde bir uğraş, bir mücadele vermek zorundayız: Beslenmeyen ölür!
Başka diyarlarda bunun ahlaki temelleri de atılmıştır. Çocuklar, yaşlılar ve hastalar hariç, çalışmayana ekmek yok! Sakın, bu komünistlerin düşüncesidir diye düşünmeyin! Bu düşünce, çok ulu bir din adamı olan Protestan mezhebinin kurucusu Alman Luter’in düşüncesidir. Ama bizim toplumumuzda dilencilere ve yoksullara yardım genel kabul gören bir anlayıştır. Dilenciler, “Allah rızası için bir sadaka!..” diye, her el açtıklarında, Allah’ın, hem ismini, hem de rızasını bu işe karıştırarak insanlarımızın duygularını sömürmekte; sadaka verenler de, hayırlı bir iş yapmanın vicdani gönül rahatlığını yaşamaktadırlar. Oysa yoksul veya dilenciye yapılan her yardım, yoksulluğun yaygınlaşmasını ve dilenciliğin daha da kabul görmesini teşvik etmektedir. Esas olan, yardımdan çok daha önemli olan yoksulluk ve dilenciliği yaratan nedenleri ortadan kaldırmaktır. Onursuzca karın doyurma yerine, onuruyla çalışıp karın doyurmanın koşullarını yaratma daha hayırlı bir iştir. Çünkü üreten erdemli olur. Üretmeden tüketmek, asalakların işidir.
İnsanları asalak değil, erdemli düşünmek ve görmek daha ahlaki değil mi?
***
Yemek çeşitleri, ailelerin veya kişilerin coğrafi, ekonomik ve sosyal durumlarına göre değişir. Kuzey Kutbu’nda yaşayanla, Anadolu’da yaşayanın; köylü ile kentlinin yemek çeşitleri çok farklılık gösterir. Aynı şekilde ekonomik durumu iyi olanlarla, ekonomik durumu iyi olmayanların veya eğitimli olanlarla eğitim görmemiş olanların yemek çeşit ve tercihleri farklılık gösterir. Kısacası, yemeklerin çeşit ve kalitesini, hangilerinin daha çok yapıldığını belirleyen insanların coğrafi, ekonomik, sosyal ve eğitim durumuyla çok yakından ilgilidir. Zengin yemeğiyle, fukara yemeği; ağa yemeğiyle, maraba yemeği hiç bir olur mu? Molla Camî, Baharistan adlı eserinde “zengin acıkınca, fakir bulunca yer” diyor doğru olarak. Maddi durumu iyi olanlar, hindi dolması veya kuzu dolmasını canları istediği zaman yiyebilirken; maddi durumu iyi olmayanlar, ancak, çiçekyağlı sarma veya yalancı dolmayla yetinmek zorundadır. Halil İbrahim’in Bereketi nedense bazı evlere hiç uğramaz, ama uğradığı evlere de tam uğrar. Bu, Ergani’de de böyledir, dünyanın başka yerlerinde de…
Bizler, Halil İbrahim bereketinin sofralarımıza gelmesi için, bir İsrail ya da bir İsveç’in bereketini yakalamamız için ne yapmalıyız?
Bu konuda azıcık kafa yormanın yararlı olacağına inanıyorum.
***
Yemek çeşitleri mevsimlere göre de değişir. Bu değişiklik, sadece yazın daha çok sebze ağırlıklı yemeklerin yapılmış olmasından kaynaklanmıyor. Yaz geldiğinde, tüm Türkiye’de ve özellikle de Bölgemizde; biber, patlıcan, domatesle fakir ve fukaranın karnı doyar, gözüne ışık gelir. Yaşadığımız coğrafyada her daim kış yoksulluk, yaz bolluktur. Bu nedenle, biber-domates her zaman fakir fukaranın vazgeçilmez aşı ve karın doyuranıdır; sofraların baş tacıdır. Ama biberin yeri bir başkadır, sebzeler içinde o çok ayrıcalıklıdır. Biberin bu ayrıcalığından ötürü olmalı ki, ünlü şairimiz Cemal Süreya; “biber ki yasadışı önderidir sebzelerin” der. Diyarbakırlı hemşerimiz İhsan Biçici ise, bir şiirinde; “anarşist sebzesidir bahçelerin acı biber” diye çok daha farklı bir şey söyler.
Yaz geldi! Bu demektir ki fakir fukaranın biraz daha çok karnı doyacak.
Yaşasın sebzelerin “yasadışı önderi” “anarşist acı biber”!
8 Temmuz 2005
Ergani Haber Gazetesi