Bilgi, doğadaki nesne ve hareketleri tanımaya ve denetim altına almaya yarayan araçlardan biridir. İnsanlar, aileler, kabileler, aşiretler, toplumlar, uluslar sahip oldukları bilgi birikimiyle orantılı çalışma veya savaş yaparlar.
Bilgi birikimi olmadan servet birikimi olamaz. Servet birikimi, bilginin ışığında, savaş ya da çalışma ile oluşur. Toplumdaki aydınların görevi bilgi birikimine katkıda bulunmaktır. Bilgi doğayla ve doğaüstü ile ilgili olabilir. Ancak, doğa ile ilgili bilgi birikimi olmadan ve doğal çevre değişime uğramdan doğaüstü inanışları değiştiremeyiz.
Doğaüstü inanışların temeli olan tanımsız kavram ve sözcükleri arka arkaya sıralayıp, ciltler dolusu kitapları peş peşe yazmak ustalık istese de, gerçek yaşamla bir ilişkisi olmadığında insanlığın gelişimine bir katkısı olmaz. Oysa tanımlı kavram ve sözcük; ölçü ve standart; sayı ve gerçek olguları esas alan inceleme, araştırma ve düşünceler hem insanoğlunun günlük yaşamındaki kalitenin hem de insanlığın gelişimine muazzam bir katkıda bulunur.
Bugün İslâm dünyası ile Batı dünyasını şöyle bir göz önüne getirdiğimizde bu olay çok açık olarak görülür. Sefaletin kıskacında kıvranan geri kalmış ülkelerin yönetici ve yurttaşları her şeyi metafizik güçlerden beklerken, Batı’da eloğlu her şeyi becerileriyle bilimsel olarak planlamaktadır. Doğadaki nesne ve hareketleri yasa ve ölçü ile tanıma ve denetim altına almanın insanı özgürleştirdiğini çok iyi bilmektedir. Doğayı anlama, onun sırlarını çözme pek kolay olmadığı için; öyle atmayla, tutmayla olacak şey olmadığından, bizim gibi geri kalmış veya gelişmekte olan toplumlarda insanların çoğu soyut şeylerle ilgilenmeyi ve kanıtlanması mümkün olmayan şeyleri tekrar tekrar anlatmayı veya yazmayı kendilerine iş edinebiliyor. Ama bunun kime ne faydası var?
İslam ülkelerinde ermişler, evliyalar, din âlimleri meleklerin kanadında farklı dünyalar arasında gezintilere çok kolay çıkarlar. Nasıl olsa ispatı ve uygulaması mümkün değil, olay tamamen bir inanç olayı. Yani ister inan ister inanma. Ha, inanmasan sonra “kâfir” olmakta var! Ama bu evliyalar, ermişler, âlimler Dünya’mızdan bir uzay aracına binip de, örneğin Ay’a nasıl gidileceğini şimdiye kadar bizlere gösteremedi. Gösteremedikleri için de, Müslümanların Ay’a ve diğer gezeğenlere ayak basması, araç göndermesi bir türlü kısmet olmadı.
Günümüzde yaşanan bazı olay ve gelişmeler baktığımızda farkı fark ederiz. Örneğin değişik iki örnek aradaki farkı görmemize biraz yardımcı olur diye düşünüyorum.
Birincisi, Amerikan İstihbarat Örgütü CIA’ya bağlı bir düşünce üretim merkezi sayılan Ulusal İstihbarat Konseyi’nin (NIC) “Küresel Eğilimler 2015” başlıklı çalışmasında, 2015 yılına dek dünyanın alacağı şekle hangi unsurların yön vereceğini bir bir sıralamaktadır: Nüfus Hareketleri, Doğal Kaynaklar ve Çevre, Bilim ve Teknoloji, Küresel Ekonomi ve Küreselleşme, Ulusal ve Uluslararası Yönetişim, Çatışma Noktaları, ABD’nin Rolü, … Ve tabi bunlara göre de planlar yapılmaktadır. (Radikal -24 Mart 2002)
İkincisi, Şubat 2003’te savaş başlamadan, savaş karşıtları ABD’nin Irak’a yapacağı işgali dünya çapında protesto ettiler. En yığınsal katılım ABD ve İngiltere’de oldu. En az katılım ise, -Allah’ın hikmetine bakınız ki, Müslümanların yaşadığı ülkelerde oldu. Bu yetmezmiş gibi, hemen hemen tüm Ortadoğu’da Müslümanların ve Arapların yaşadığı ülkelerin devlet ve hükümetleri de ABD’nin yanında yer aldı. Yani İslâm’ın yeşil bayrağı yerine yeşil dolar tercih edildi. Yöneticiler dünyalıklarını daha da artırmak için ABD ile işbirliği yaptı. Yönetilenler ise tüketimlerini daha da artırmak için yöneticileriyle işbirliği yaptı.
Bu iki farklı tutumun nedeni, ABD’nin doğadaki nesne ve hareketleri tanıma ve denetim altına almadaki başarısından, tanımlı kavramlarla hareket etmesinden; Müslümanların ise doğadaki nesne ve hareketleri tanıma ve denetim altına alma diye bir dertlerinin olmamasından, tanımsız kavramlarla düşünmelerinden kaynaklanıyor. Ayrıca ABD ve Batı tükettiğinden fazlasını üretiyor, Müslümanlar ise tam tersi ürettiklerinden çok daha fazlasını tüketiyor; hatta hiç üretmeden sadece tüketenler bile var. Bilinen bir gerçektir: Salt tüketen toplumlar gün gelir kendisini tüketir, yok olur. Böylesi toplumlardan “ne köy olur ne kasaba”. Bunlar geleceğe ilişkin hiçbir umutta taşımazlar. Güçlünün çizmesi veya emir-komutası altında ezilirler, “donlarına kadar” soyulurlar.
Tanımsız kavramlarla düşünenler için dünya “tek zaman ve tek tarih”ten ibarettir. Yaşanan dünyayla pek ilgilenmezler (dünyalıklarını doldurmanın dışında). Dünya ötesi için, yani “ahret” için sözcükleri bir bir sıralanır (veya uyuşturucuyla bedensel hazzın sarhoşluğunda akıllar ipotek edilir). Sadece sokaktaki insanlarımız değil; politikacılarımız, bürokratlarımız, okumuşlarımızın çoğu tanımsız kavramlarla düşünür, konuşur. Dünya işleri sanki “kâfir”lere bırakılmış. Bizler, sadece din ve imanı elden bırakmamalıyız. Nasıl olsa dünyanın işlerini Amerika Birleşik Devletleri yapıyor/ediyor/kısa ve uzun vadeli planlıyor…
Peki, ne yapmalıyız?
Yapacağımız tek şey doğadaki nesne ve hareketleri tanımaya ve denetim altına almaya yarayan bilgi ve araçlara dört elle sarılmaktır.
İşe, matematik ve dil bilgisinden başlamalıyız.
“Matematik tüm sayısal bilimlerin temeli, dil bilgisi ise tüm sözel bilimlerin temelidir. İnsan, ‘sözcükleri’ kullanarak karşılaştıkları olguları kavramsallaştırır ve anlar; ‘sayı ve değerleri’ kullanarak gerçekliğin niceliğini ve niteliğini tanımlar. Bu iki anahtarı uygun şekilde kullanmasını bilen bir insanın açamayacağı kapı yoktur.” (Yılmaz Değirmenci, Birleşik Alan Teknolojileri, Tek Ağaç Yayınları, 2005 Ankara, s.160)
Berfin Bahar Dergisi, Sayı 93, Kasım 2005
26 Ağustos 2005 Ergani Haber Gazetesi